Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Birkaç gün içinde Suriye’ye gireceğiz!’ açıklamasını yapmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. AKP iktidarının bilindik tavrı ile karşı karşıyayız.
Öncelikle şunu saptayalım: Koşullar Türkiye’nin lehinedir. Astana süreci ile birlikte Türkiye, ABD’nin kapışmayı göze alamayacağı bir güç biriktirmiştir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları ise Türkiye’nin neler yapabileceğini dosta düşmana gösterdi. ABD’nin “Suriye’den çekiliyoruz” açıklamasını işte bütün bu olgular ışığında değerlendirmek gerekir.
Kısacası Türkiye kararlı durduğu zaman ABD’nin yapabileceği bir şey yoktur. Durum böyleyken, 12 Aralık tarihinde yapılan açıklamanın üzerinden 40 gün geçti ve Türkiye’yi yönetenler şimdi Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturmaktan söz ediyorlar.
“Güvenli Bölge” tuzağı
“Güvenli Bölge” açık söyleyelim bir ABD tuzağıdır. Türkiye’yi, Fırat’ın doğusunda oluşturulacak PKK devletçiğine, daha doğrusu Irak’ın kuzeyinde başarılamayan 2. İsrail devletini, Suriye’de Fırat’ın doğusunda oluşturulmasına bekçi yapmaktır.
“Güvenli Bölge” tuzağının patenti ABD’ye aittir. Hem de tam 28 yıllık bir patenttir bu. 1991 yılında bilindiği üzere Irak’ın kuzeyinde uygulandı. Sonuç İkinci İsrail olma rüyaları gören bir Barzani Devletçiği ve PKK’nın Kandil’de güvenilir bir barınak bulması oldu.
Irak’ın kuzeyinde bir güvenilir Bölge oluşturulmasının maliyeti ne oldu? Sayısı 10 bini bulan şehidimiz ve ayrıca 10 binlerce yurttaşımızın PKK saldırıları sonucu ölmesi. Ekonomik olarak yüzmilyarlarca doları bulan kayıplar vb. vb.
Bütün bölgenin etnik ve dinci terör için bereketli bir toprak haline getirilmesi. Bölgedeki milli devletlerin zaafa uğratılması, bölge ülkeleri arasında düşmanlıklar vb. vb.
Ama diyecekler ki aklıevveller, “Irak’taki güvenli Bölge’yi ABD oluşturmuştu. Suriye’dekini ise PKK’yı kovarak biz oluşturuyoruz. Bunlar birbirinden farklıdır.”
Suriye toprağının şu anda yaklaşık üçte biri PKK denetiminde… Siz, Türkiye sınırı boyunca 30-40 kilometrelik bir kuşağı “Güvenli Bölge” yaptınız. Ve bu işi ABD’nin oluru ile gerçekleştirdiniz. Suriye Devleti ile de beraber hareket etmiyorsunuz. Bu durumda yaptığınız iş ne olmaktadır? Fırat’ın doğusunda geri kalan oldukça geniş bir bölgenin PKK denetiminde olmasını kabul etmiş oluyorsunuz? Öyleyse yaptığınız iş, ABD’nin orada kumayı hedeflediği PKK devletçiğine bekçilik yapmak olmuyor mu?
Ayrıca sizin denetiminizde olacak o 30-40 kilometrelik kuşağın anlamı nedir? Şu anda Fırat’ın doğusunda Suriye sınırımızda PKK var. Güvenlik kuşağı ile birlikte fiili sınır biraz aşağı kayacak ve gene PKK olacak karşı tarafta. Üstelik şimdiki sınırınız kendi toprağınızda ve burada kendi insanlarınız var. “Güvenli Bölge” ile birlikte sınır yabancı bir ülkede olacak ve orada yaşayan insanlar da sizin yurttaşlarınız değil.
Yani güvenlik açısından şimdiki durumdan daha iyi değil daha kötü durumda olacaksınız!
Türkiye nerede? Dostu kim, düşmanı kim?
Bütün bu akıl almaz durumun birinci nedeni, iktidarın, Suriye’nin meşru Hükümeti ile el sıkışmama noktasında devam ettirdiği inattır.
Mezhepçi saplantılardan kurtulamama ve geçmişte yapılan büyük hataların ayağa vurulmuş bir demir pranga gibi özgürce hareket etmeyi sınırlamasıdır.
Bütün bu vahim hatalarla Türkiye yönetilemez.
Suriye ile sorunlarını çözmeyen bir iktidar, Rusya, İran ve Irak’la kurmuş olduğu iyi ilişkileri de devam ettiremez.
“Hem Rusya ile hem de ABD ile iyi ilişkileri sürdüren tek devletiz” türünden açıklamaların gerçek hayatta karşılığı yoktur. Kimse ABD ile ille de kavga edelim demiyor. Ama öte yandan ortada bir gerçek var:
-
ABD’nin en azından 30 yıldır bölgemizde izlediği politikanın esası, Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarını kapsayacak bir İkinci İsrail’in kurulmasıdır.
-
Son yıllarda ise Doğu Akdeniz’in sahip olduğu büyük enerji rezervlerinin belirlenmesi ve burada üretimin başlaması ile birlikte ABD; Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ile birlikte Türkiye karşıtı bir blok oluşturmuş bulunuyor. Mısır’ı da bu blok’a dahil etmek için çalışıyor. Bu Blok’un Türkiye’ye yönelttiği savaş tehditleri de alenidir.
-
Türkiye, 2014 sonrasında yaşanan gelişmelerle birlikte toprak bütünlüğünü ve milli egemenliğini muhafaza etmek için içerde ABD uzantısı FETÖ ile PKK’nın üzerine gitti. Dışarıda ise Rusya ve İran ile işbirliği yaparak askeri operasyonlarla 2. İsrail koridorunu fiilen kesti. Yani Türkiye mecburiyetler sonucu ABD’den ve Batı ittifakından kopmaya ve Avrasya’daki yerini almaya başladı.
Kısacası Türkiye, ABD açısından artık kaybedilmiş bir ülkedir. Dolaysıyla ABD’nin Türkiye’ye yönelik her adımını, kaybedilmiş olan ülkeye olabildiğince zarar vermek değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Münbiç oltası
Türkiye, 12 Aralık günü Sayın Erdoğan tarafından dillendirilen kararı bir an önce hayata geçirmek zorundadır.
Bu saatten sonra Münbiç ile sınırlı bir askeri harekât, Türkiye’nin sadece kendisini kandırması anlamına gelecektir.
AKP Hükümeti yerel seçim öncesi Münbiç’e yapılacak bir askeri harekât bir taşla iki kuş vurmak isteyecektir. ABD, Münbiç’i pazarlık kozu olarak elde tutuyor. Fırat’ın doğusundaki PKK varlığını güvenceye almak için masaya sürmeye hazırlanıyor.
Fırat Kalkanı ve Zeytindalı operasyonlarının ardından Kürt nüfusun hemen hemen hiç olmadığı Münbiç’i elde tutmanın ABD açısından çok önemi kalmadı.
Ama Münbiç, yerel seçim öncesinde AKP’nin elini güçlendirmek ve ABD’ye karşı öfkesi kabarmış Türk kamuoyunu yatıştırmak için kullanılabilir.
Bu durumda iktidarın içinde bulunduğu gaflet durumu devam edecek ve Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye kurulmuş olan tuzak tahkim edilmiş olacaktır…
Son söz
Şimdiye kadar yazdıklarımız gerçeğin bir kısmıdır, tamamı değil.
Hiç kimsenin gücü, bu saatten sonra Türkiye’ye, her ne şekilde olursa olsun Fırat’ın doğusunda PKK varlığını kabul ettirmeye yetmeyecektir.
Hiç kimse bu saatten sonra Türkiye’yi; Rusya, İran ve Irak ile karşı karşı getiremeyecektir.
Hiç kimsenin gücü, Türkiye için artık bir zorunluluk haline gelmiş olan Şam ile el sıkışmayı engellemeyecektir.
Ve hiç kimse, yaşanan bunca gelişmenin ardından Türkiye’yi yeniden ABD güdümüne sokamayacaktır.
Bunlar, Bölgemizin ve ülkemizin yaşamakta olduğu tarihi sürecin mecburiyetleridir. Bu mecburiyetlerin hükmünü yürüttüğünü çok geçmeden hep beraber göreceğiz.