Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemini alması ABD’yi rahatsız etti. Çünkü bu karar basit bir silah alışverişi değildir. Fakat, Türkiye’nin stratejik bir karar vermeye doğru gittiğinin işaretidir. Doğal olarak bunu en başta ABD fark edecekti. Onun için konunun gündeme geldiği günden bu yana ABD tarafı, ekonomik ve askeri ambargo tehditlerini art arda savuruyor. Son olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Robert Palladino konuştu:
“S-400 (füzelerini) alması halinde F-35 programına katılımını gözden geçireceğimiz ve gelecekte muhtemel diğer silah satışlarını da riske atacağı konusunda Türkiye’yi açıkça uyardık. Ayrıca S-400’lerin alınması, “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası” (CAATSA) kapsamında, bu alımda rol oynayan kamu kuruluşlarına, şirketlere ya da bireylere yönelik yaptırımları da gündeme getirecektir.”
Aslında bu tehdit gerçekte, ABD’nin Türkiye’den ümidi iyice kestiği anlamına geliyor. Üstelik ABD’den gelen tehditler sadece bu konu ile sınırlı da değil. Trump, 14 Ocak 2019 günü yaptığı açıklamada “Eğer Kürtleri (PYD) vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz.” demişti.
Açık düşmanlık başka türlü nasıl ifade edilebilir? Kısacası ABD ne yaptığını biliyor. Türkiye düşmanı politikasını kararlı olarak sürdürüyor
25 yıllık gelişme
Türkiye’nin Batı ittifakından kopması ve kurulmakta olan Yeni Dünyada kendisine uygun yeri alması yönündeki arayışlar yeni değildir. Daha 1990’ların ikinci yarısında ve 28 Şubat sürecinde bütün komşularıyla ilişkilerini düzelterek PKK’ya ölümcül darbe vuran Türkiye, ABD açısından gereken alarmı vermişti.
Zamanın MGK Genel Sekreteri, Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, “Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin yanı sıra, Rusya ve İran’la ilişkilerini geliştirerek kurulacak olan yeni dünyada yerini alarak güvenliğini sağlaması gerektiği” mealindeki konuşması ile ABD’nin Ergenekon tertibi için harekete geçtiği yılların çakışması da anlamlıdır.
Sonuç olarak 2002 yılında AKP’nin iktidar yapılması da, 2007 yılında Ergenekon tertibi için düğmeye basılması da hep, Türkiye’nin Atlantik ittifakından kopmasını önlemeye yönelik hamlelerdi.
Türkiye’de PKK aracılığıyla ilan edilen “Demokratik özerklik”, ardından yürütülen “Hendek Savaşları”, Suriye’deki “ABD-İsrail Koridoru” hamlesi, 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi, Barzani’ye yaptırılan” Bağımsızlık Referandumu”, elden kaymakta olan Türkiye’yi bölmeye, parçalamaya yönelik girişimlerdi.
Bu hesapların hiçbiri tutmadı. Değişen dünyada; Rusya, İran, Irak ve Çin ile ilişkilerini güçlendiren Türkiye, bütün bu hamleleri boşa çıkarabildi.
Yani sonuçta Türkiye’nin ve Dünyanın temel dinamikleri hükmünü yürüttü. 2014 yılına gelindiğinde ABD ne yaparsa yapsın Türkiye’yi elde tutamayacağını gördü. Hatta bu dinamikler o kadar güçlü idi ki, 2002 yılında BOP Eşbaşkanı olarak ABD’nin yanında saf tutarak yola çıkanlar bile, iktidarda geçen 10 – 12 yılın ardından ABD açısından artık yanında duran müttefikler değil, yıkılması gereken iktidar sahipleri oldular.
Son yılların gelişmeleri Türkiye’nin dostlarını da düşmanlarını da açık bir şekilde tekrar tekrar gösterdi. Ama buna rağmen İktidarın, hala ABD ile sorunları çözebileceği yönündeki beklentileri ve bu beklentilerin Türkiye’yi atılması gereken adımları atmaktan alıkoyması,Türkiye’nin önüne ödenmesi kaçınılmaz faturalar çıkarmaya devam ediyor. Birkaç örnekle açalım:
Münbiç yalanları
Türkiye 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Operasyonu’na başladı. El Bab IŞİD’li teröristlerden temizlendikten sonra hedefin Münbiç olduğu açıklandı. Sonra ABD devreye girdi. ABD, PYD’li teröristleri makul bir süre sonunda Fırat’ın doğusuna çekeceği sözünü verdi. “ABD-Türkiye Ortak Çalışma Grubu” oluşturuldu.
Dokuz ay sonra (7 Aralık 2018) “Ortak Çalışma Grubu” bir açıklama daha yaptı: “Taraflar, Münbiç yol haritasında, yıl sonuna kadar çalışmaları hızlandırarak somut ilerleme sağlanmasını taahhüt etmişlerdir.”
İki yıl geçti, hiçbir somut adım atılmadığı gibi ABD, tam tersine Suriye’deki PKK varlığını silah ve para yardımıyla daha da güçlendirdi.
Fırat’ın doğusuna operasyon
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 12 Aralık 2018’de, “birkaç gün içinde Fırat’ın doğusuna operasyonu başlatacaklarını” açıkladı. 14 Aralık’ta Erdoğan ve Trump telefonla görüştüler. Türkiye operasyonda “kararlı” olduğunu tekrarladı.
18 Aralık günü Trump, en kısa sürede Suriye’den askerlerini çekeceklerini açıkladı. Ardından Tayyip Erdoğan, ‘Trump’ın yaptığı açıklama üzerine Fırat’ın doğusuna yapacakları operasyonu bir müddet ertelediklerini’ duyurdu.
Aradan tam üç ay geçmiş durumda. ABD, Suriye’den askerlerini çekmek bir yana PYD’ye olan desteğini artırmaya devam ediyor. Üstünü üstlük hem PYD’ye olası operasyon, hem de S-400 alımı konusunda “sizi mahvederiz” yollu tehditlerini de savuruyor.
Verilmesi gereken cevap
ABD ne yapacağını açık açık söylüyor. Ne yapacağını bilmeyen Türkiye’dir. Oysa bütün bu tehditlere verilecek cevap bellidir:
-
Şam ile derhal el sıkışılacak…
-
S-400 alım süreci hızlandırılacak, Patriot füze sistemi ve F-35 alımından vazgeçilecek!…
-
Suriye devleti ile birlikte Fırat’ın doğusuna operasyon derhal başlatılacak!…
Önümüzdeki dönemde işte bütün bu ve benzeri konularda net tavır alabilenler Türkiye’yi yönetebilecektir.