“Seçim kampanyası başlamadan yerelde yayın yapan gazete ve Tv kanalları olarak toplandık ve sadece para verecek olan adayların haberlerini yapma, para vermeyen Parti ve adayların haberlerini ise yapmama kararı aldık. Onun için şimdi sizin Partinizin çalışmalarını haber yapamam. Eğer yaparsam diğer gazete ve televizyonlar benim anlaşmayı bozduğumu ve sizden para aldığımı düşünecekler.”
Bu sözler Elazığ’da yayın yapan bir gazetenin yetkilisine ait. Üç aşağı beş yukarı Türkiye’nin her yerinde durumun böyle olduğunu bilmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Ulusal düzeyde yayın yapan gazete ve televizyonların da durumu ortada. Ezici çoğunluğu İktidar Partisi’nin yayın organı durumunda, geriye kalan birkaç TV kanalı ve gazete ise sadece bir tarafın haberlerini veriyor.
Elbette bunların istisnaları da var. Ama istisnalar gerçeği değiştirmiyor.
Nesnel habercilik, doğru haber, kamu çıkarı, meslek ahlakı vb. gibi değerler, sözünü ettiğimiz birinci ve ikinci kategorideki basın yayın organları açısından, çoktan geminin bordasından atılmış “ağırlıklar” haline gelmiş.
Elbette burada önemli olan basını bu duruma düşüren nedenler ve bunun sorumlularıdır.
Basın bu duruma nasıl geldi?
Bundan yarım yüzyıl kadar önce bir gazetenin; sadece bayi satışlarından elde ettiği gelirle yayın hayatını sürdürebildiği ve dolaysıyla hiç kimse karşısında boynunun eğri olmadığı günlerden, bugün, büyük para sahiplerinin ve iktidarın desteği olmadan yayınını sürdüremediği günlere geldik.
SEKA fabrikalarını önce özelleştirip sonra kapatanlar; döviz kurunun yükselmesine bağlı olarak akıl almaz biçimde yükselen kâğıt fiyatlarıyla baş edemeyen ve kendilerine muhtaç bir basın yarattılar.
Aynı durum televizyonlar için de geçerli. Yayın hayatı alacağı reklama bağlı olan, reklam verecek olanların ise iktidarın tavrına baktığı bir ülkede, televizyonların gelir musluğu güç sahiplerinin elinde demektir.
Elazığ’daki ve Anadolu’nun diğer şehirlerindeki yerel gazete ve televizyonlar onun için seçim dönemini, yayın organlarının çarkını döndürebilmek için biricik fırsat olarak görme durumuna gelmişlerdir.
Bu durumdan elbette zor koşullar altında yayın hayatını sürdürmeye çalışan gazete ve Tv çalışanları veya yetkilileri sorumlu değildir.
Ama bu durumdaki basının o “dördüncü kuvvet” olarak nitelendirilen basın olmadığı da saptanması gereken bir başka gerçektir.
“Dördüncü kuvvet” durumundaki basından, parası olanın ve gücü elinde bulunduranın sesi olan “basın”a geldik.
Ülkenin kaybı
Özgür basını kaybetmiş olmak günümüzde, herhalde bir ülkenin yaşayabileceği en büyük felaketlerden biridir.
Özgür basın demek, halkın ve ülkenin sorunlarının rahatlıkla dile getirilmesi, iktidara ve hakim güçler karşısında halkın, emekçilerin, ezilenlerin seslerini duyurabilmeleri demektir.
Özgür basın demek, toplum içindeki farklı fikirlerin kendini ifade edebilmesi, fikir hayatında canlılık ve ülkenin karşılaştığı sorunların çözümü için en doğru yol ve yöntemin canlı bir tartışma ortamı içinde bulunabilmesi demektir.
Özgür basın, üniversitelerin ve diğer mesleki ve demokratik örgütlenmelerin; her çeşit fikrin boy verdiği ve bilimsel – demokratik gelişme açısından üzerine düşeni yapan kurumlar haline gelmesi demektir.
Böyle bir Basın aynı zamanda iktidarı frenler, gücü elinde bulundurmanın yol açabileceği otorite sarhoşluğuna kapılmalarını önler ve halka karşı sorumlulukla hareket etmeye zorlar.
İşte bütün bunlardan dolayı Özgür Basın, iktidar sahiplerinin karşısında bir anlamda halkın sesi ve gücü olduğu için “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılmıştır.
Bir ülkenin siyasal, ekonomik, toplumsal vb. alanlarında Yasama, Yürütme ve Yargı ile eşdeğer bir güç olarak görülmek, öylesine laf olsun diye söylenmemiştir.
Basın, 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl sonuna kadar ülkeden ülkeye değişen ölçülerde de olsa, gerçekten de bağımsız bir güç olarak görevini ifa ettiği ve bu faaliyetiyle iktidar sahiplerini etkilediği, dizginlediği ve yönlendirdiği için bu sıfatı hak etmiştir.
Son yıllarda gazete satışlarında görülen büyük düşüş, haberleşmede sadece sosyal medyanın artan payının sonucu değildir. En önemli etken basının, tarafsız, kamu yararını gözeten, nesnel habercilik yapan özelliğini kaybetmiş olmasıdır.
Çuvaldız ve iğne
Çuvaldızı asıl sorumlulara batırdıktan sonra biraz da basının payına düşen “iğne”ye gelelim:
Doğru haber almak bir ihtiyaçtır.
Aynı şekilde halkın, sorunlarını basın aracığıyla dile getirmesi de bir ihtiyaçtır.
Bir ülkede faaliyet gösteren bütün Partilerin basın aracılığıyla kendilerini ifade etmeleri, demokratik bir sistemin olmazsa olmazıdır.
Basın yayın organları bu temel ihtiyaçlara cevap verdikleri ölçüde hayat bulurlar ve yayınlarını sürdürebilirler.
Aksine, güç ve para sahiplerinin sözcüsü konumuna düşmeyi kabul edenler ise “dördüncü kuvvet”in bir parçası olma özelliklerini kaybederler ve söz konusu merkezlerin “basın ve propaganda bürosu” haline gelirler.
Öte yandan doğa boşluk kabul etmez. “Özgür basın” bir toplum açısından yaşamsal bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın gereğini yapan basın elbette olacaktır.
Ama varlıklarını ve faaliyetlerini para ve güç sahiplerinden gelecek paraya göre ayarlayanların o “özgür basın” içinde bir yerlerinin olmayacağı açıktır.