Suriye, Türkiye’nin 2011 yılından bu yana yaşadığı hemen hemen bütün sorunların merkezindedir. Yaşamakta olduğumuz Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizinden; güneyimizden ve Akdeniz’in doğusundan toprak bütünlüğümüze ve milli güvenliğimize yönelik askeri tehditlere kadar hemen her konu Suriye’deki gelişmelerle ilişkilidir.
Suriye politikasında her yanlış adım, Türkiye’nin yüzyüze olduğu sorunları büyütmüş, her doğru adım ise nefes almamızı sağlamıştır.
Onun için Suriye ilgili olarak yaşanan bütün gelişmeleri yakından takip etmek, doğru değerlendirmek, millet olarak gerekli dersleri çıkararak özellikle karar verme durumunda olan iktidar sahiplerini uyarmak son derece önemlidir.
Şimdi bu gerçek ışığında son günlerin bazı gelişmelerini değerlendirelim:
Bazı gelişmeler
– Cumhurbaşkanı sözcüsü Sayın İbrahim Kalın son günlerde birden fazla sefer, “Suriye rejimiyle bir temasımız yok” dedi.
– Milli Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar, Amerika ziyareti sırasında ve sonrasında PKK’nın olmadığı 30 – 40 km’lik bir güvenli bölgeyi konuştuklarını, ama ABD ile bu güvenli bölgede Türkiye’nin olup olmaması konusunda görüş ayrılıkları olduğunu açıkladı.
– Irak, Başkenti Bağdat’ta komşusu olan altı ülkenin (Türkiye, İran, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan, Ürdün) Meclis Başkanlarını topladı. Bölge ülkelerine yönelik terör tehdidinin görüşüldüğü toplantının en önemli özelliği, Türkiye ile Suriye’nin 2011 yılından bu yana ilk defa, en yüksek düzeyde bir masa etrafında buluşmaları oldu.
– Ekonomik krizin ağırlaştığı, özellikle Akdeniz’in doğusundan Türkiye’ye yönelik tehdidin, kendisini daha da açık bir şekilde gösterdiği ve İktidar açısından açık bir uyarı niteliğinde olan 31 Mart seçim sonuçlarının ardından, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 82 milyonu birleştirecek “Türkiye İttifakı”ndan söz etmesi…
Önyargılar ve mecburiyetler
Sözcü İbrahim Kalın’ın “Rejim ile hiçbir temasımız yok” açıklamaları gerçeği yansıtmıyor. Tam tersine Türkiye, 2015 yılı 24 Temmuzundan bu yana Suriye devleti ile çeşitli düzeylerde doğrudan ya da dolaylı olarak sürekli ilişki içinde olmuştur.
Bu ilişki en yetkili ağızlar tarafından zaman zaman dile getirilmiştir. İki ülkenin askeri heyetlerinin İran’ın başkenti Tahran’da 2019 yılı başında bir dizi toplantıda bir araya geldikleri Vatan Partisi tarafından açıklandı ve bu açıklama yalanlanmadı.
Son olarak Bağdat’ta gerçekleşen toplantı ise, devlet protokolünde 2. sırada yer alan yetkililer bir araya geldikleri için özellikle önemlidir.
Kısacası Türkiye’nin Suriye ile her alanda açık bir işbirliğine yönelmesi bir mecburiyettir. Türkiye’yi yöneten kim olursa olsun bu mecburiyetin gereklerini yapmak zorundadır. Aksi hareket edebileceklerini düşünenler, yönetim mevkilerini terk etmek zorunda kalacaklarını göreceklerdir.
Dolaysıyla gelecek açısından anlamlı olan Sayın Kalın’ın yaptığı türden açıklamalar değil, Sayın Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un Bağdat’taki buluşmasıdır.
ABD ile “Güvenli Bölge” komedisi
Aynı şekilde sayın Milli Savunma Bakanı’nın Suriye’de güvenli Bölge konusunda yaptığı açıklamaların da, Türkiye’nin son dört yıldır Astana süreci ile birlikte içine girdiği yönelimle bir ilgisi bulunmuyor.
“40 km güvenli bölge”yi ABD ile anlaşarak oluşturduk diyelim. Peki bu durumda 40 km’nin güneyinde kalan bölgedeki PKK varlığı meşru mu olacak? Şimdi Türkiye için bir tehdit olan terör, bu durumda tehdit olmaktan çıkacak mı?
İktidar sözcüleri haklı olarak sık sık ABD’nin son iki yıl içinde PKK’ya verdiği 25 bin TIR ağır silahtan bahsediyorlar. Peki bu durumda Türkiye’ye yönelik terörü besleyen bir ülke ile “Güvenli Bölge” oluşturmaya kalkmak hangi aklın ürünüdür?
ABD son olarak Ayn İsa’da, uçakların kalkıp inmesine uygun yeni bir üs daha inşa etti. Fırat’ın doğusunda toplam sayısı 25’i bulan ABD üslerinin biricik amacı oradaki PKK varlığını güvenceye almak? Pek bu durumda ABD ile “Güvenli Bölge” oluşturulabileceğini düşünmek nasıl bir devlet politikasıdır?
Daha da önemlisi Türkiye teröre karşı mücadelede elde ettiği büyük başarıyı Astana süreci ile birlikte elde etti. Bu sürecin yaşanmasında Suriye, Astana sürecinin gayrıresmi üyesi olarak son derece önemli bir rol oynadı.
“ABD ile güvenli bölge” atağı ile aslında Astana sürecinin baltalandığını görmek gerekir. Bir yanda “Adana mutabakatı”ndan söz edip, öte yandan ABD ile Güvenli Bölge oluşturma gayretlerinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini hiçe saymak anlamına geldiğini görmek gerekiyor…
Suriye Türkiye’nin komşusudur. Bağımsız ve egemen bir devlettir. Siz, komşunuzun toprak bütünlüğünü ve egemenliğini, sizi de hedef alan bir emperyalist devletle pazarlık konusu yapamazsınız! Yapmaya kalktığınızda sadece kendinizi aldatırsınız ve çok geçmeden asıl faturanın size kesildiğini göreceksiniz…
Türkiye İttifakı
Sayın Cumhurbaşkanının Türkiye’nin yüzyüze olduğu sorunların çözümünün, “Türkiye ittifakı”nı zorunlu kıldığını söylemesi son derece olumludur. Ama açıktır ki bu ittifak teklifinin somutlanması gerekiyor.
31 Mart seçimleri AKP’nin yalnız başına Türkiye’yi yönetme döneminin geride kaldığını gösterdi. Cumhurbaşkanı’nın Türkiye İttifakı teklifiyle bu gerçek, iktidar Partisinin en yetkili ağzı tarafından dile getirilmiş oldu.
Öncelikle şunu saptamak gerekir. “Türkiye İttifakı”nı zorunlu kılan neden, ABD’den Türkiye’ye yönelen tehdit ve gerçekleşmesinin önündeki en önemli engel ise ABD’nin bölgedeki ve ülkemizdeki varlığıdır.
Bu “varlık” ve tehdit, bugün Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de somutlanmıştır. Onun için Türkiye’nin Suriye politikasının doğruluğu ve yanlışlığı, “Türkiye İttifakı”nın doğru bir zeminde gerçekleşebilmesinin anahtarıdır.
Bu durumda Şam ile el sıkışma, Şam’a Büyükelçi gönderme Türkiye’nin ihtiyacı olan en acil adımlardır.
Ve “Türkiye İttifakı”ndan somut olarak anlaşılması gereken ise, Türkiye’den yana olan bütün Partilerin ortak bir Hükümet çatısı altında bir araya gelmeleridir.
Burada elbette sorumluluk iktidar Partisi olan AKP’ye düşmektedir.