Ekim devrimi ve Türk Devriminin etkileri sadece gerçekleştikleri ülkelerle sınırlı kalmadı. Doğunun eski imparatorluk ve devlet geleneklerinin güçlü olduğu ülkelerinden (Çin, Hindistan, İran, Mısır) başlayarak hemen hemen bütün ülkelerde bu iki devrimin yolunu izleyen örgütler kuruldu, mücadeleler başladı. Bu mücadelelerin sonunda sömürge olan Müslüman ülkeler esas olarak İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllar içinde ard arda bağımsızlıklarını kazandılar. Önemli olan ve altı çizilmesi gereken nokta şudur:
Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleri dışında kalan diğer bütün Müslüman ülkeler, milli burjuva önderlikler altında bağımsızlıklarını kazandılar. Suudi Arabistan ve benzer durumdaki İslamcı ülkeleri kuranlar ise Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yaparak Osmanlı devletine karşı savaşmışlardı. Sonrasında bu ülkelerde emperyalist işbirlikçisi şeyh-reis takımı, topraklarındaki büyük petrol zenginliklerinin sağladığı avantajlarla iktidarını sürdürdü. Yani, sömürgeciliğe karşı mücadelenin sonucu olarak değil de, sömürgecilerle yaptıkları işbirliğinin sonucunda ve üzerine oturdukları petrol zenginliği sayesinde var oldular, başlarında oldukları “devletler” varlıklarını sürdürebildi.
Kısacası çağımızın en büyük gerçekliği olan milli devletlerin ortaya çıkışında İslamcıların hiçbir rolü olmadı. Tam tersine ülke ülke olaya biraz daha yakından bakıldığında Siyasal İslamcıların bulundukları her ülkede Türkiye örneğinde olduğu gibi emperyalizmle işbirliği yaptıkları ve milli devletlere karşı mücadele ettikleri görülür.
Müslüman Kardeşler
Bu dönemde Siyasal İslamcı örgütlenmenin tipik örneği Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Örgütü’dür. Bu hareketin tarihine yakından baktığımız zaman, Siyasal İslam’ın kaderini emperyalistlerle nasıl birleştirdiğini, daha somut olarak görebiliriz.
Türkiye’de Mustafa Kemal önderliğindeki Milli Kurtuluşçuların Anadolu’da silahlı mücadeleyi başlattığı 1919 yılı, Mısır’da da milliyetçi El Vafd Partisi’nin kurulduğu yıldır. Milliyetçi aydınların Partisi olan El Wafd, Mısır’ın bağımsızlığı için İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadelenin merkezi oldu.
Müslüman Kardeşler ise 1928 yılında Hasan El Benna önderliğinde kuruldu. Kuruluşunda ve örgütlenmesinde, o dönem Süveyş Kanalı’nı işleten İngiliz-Fransız şirketinin parasının önemli bir rol oynadığı biliniyor. İngiliz sömürgecileri, Mısır’ın bağımsızlığı için mücadele eden milli kurtuluşçulara karşı Müslüman Kardeşleri desteklediler.
Hasan El Benna’nın, en başından beri İngilizler ve Amerikalılarla olan ilişkisi sonraki on yıllarda, El Benna’nın deyişiyle “ortak düşman komünizme karşı” çok daha ileri boyutlara varacaktır.
Müslüman Kardeşler 1928 yılındaki kuruluşunun hemen ardından Ürdün, Suriye, Filistin, Kuveyt, Sudan ve Yemen’de şubelerini açtı. Çünkü milli devletleri tanımıyorlardı. Nihai olarak bütün Müslümanları birleştirecek bir İslami devletten yanaydılar.
Hareket, 1944 yılına gelindiğinde ise, Mısır’ın her tarafında örgütlenmiş durumdaydı. 1940’lı yıllara kadar İngilizlerin Mısır’ın başına “atadığı” Kral’la işbirliği yaptı. 1952 yılında Cemal Abdül Nasır önderliğindeki milliyetçi subayların idareye el koyması ve İngilizlerin Mısır’daki sömürgeci varlığına son vermesi, Süveyş Kanalı’nın işletmesinin millileştirmesi, Müslüman Kardeşlerle ulusalcıların çatışmasının yoğunlaştığı yıllardır.
Bu çatışma aynı zamanda Müslüman Kardeşlerin nerede durduğunu, kime karşı mücadele ettiğini ve stratejik müttefikinin kim olduğunu gösterir.
Kısacası Mısır Müslüman Kardeşler Örgütü (İhvan), Müslüman Dünyasındaki Siyasal İslamcı örgütlenmenin hem ana örgütü hem de diğer ülkelerdeki örgütlerin izlediği politikayı belirleyen merkez konumundaydı. Tunus’da Raşid Gannuşi, Sudan’da Hasan el Turabi önderliğindeki Partiler, bazı konularda Mısır merkezli Müslüman Kardeşlerden farklı olmalarına rağmen esasta hep birlikte olmuşlardır. Bu dönemde Siyasal İslam’ın en önemli teorisyenlerinden olan Pakistanlı Ebul Ala el Mevdudi de Müslüman Kardeşlerle aynı yerde durmaktadır. Nitekim bütün bu isimler, emperyalizmle işbirliği hareket noktaları olduğu içindir ki, 1962 yılında Suudi Arabistan merkezli olarak kurulan Dünya Müslümanlar Birliği içinde bir araya geldiler.
Doğu Lejyonu, Münih İslam merkezi, Dünya Müslümanlar Birliği
Siyasal İslamcılarla emperyalistler arasındaki yoğun işbirliği, Birinci Dünya Savaşı yıllarında başladı. Osmanlı Devletine karşı İngiliz-Fransız emperyalistleriyle işbirliği yapan Şerif Hüseyin’in ve Vahhabi Suudların temel propagandası, dinsiz ittihatçılara karşı mücadele ettikleriydi. Türk Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan saflaşmayı ise yakından biliyoruz. Aradan yüzyıl geçtikten sonra bugün bile Siyasal İslamcıların bazı sözcüleri, “Mustafa Kemal kazanacağına keşke İngilizler veya Yunanlılar kazansaydı” diyebiliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı döneminde Siyasal İslamcıların emperyalistlerle yaptığı işbirliğine en çarpıcı örnek, Hitler rejiminin “Doğu Bakanlığı” (Ostministerium) bünyesinde oluşturulan “Doğu Lejyonu”dur. Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni bu dönemde İtalya ve Almanya’ya gitmiş, Mussolini ve Hitler ile görüşmüş ve daha sonra Balkanlardaki ve Sovyetler Birliğinde Müslümanlardan askeri birlikler oluşturmuş ve bu birlikler Sovyet Kızıl Ordusu’na ve Balkanlarda Hitler faşizmine karşı direnen halklara karşı savaşmışlardır.
Hitler faşizminin savaş yıllarında Siyasal İslamcılarla kurduğu ilişkiyi savaşın hemen sonrasında CIA devraldı. Münih’te kurulan “Münih İslam Merkezi” savaş yıllarında İslamcılarla kurulan ilişkilerin devam ettirildiği örgüt olarak öne çıktı. Mısır Müslüman Kardeşler Örgütü’nden Said Ramazan’ın 1950’li yılların başında önce ABD’de Eisenhover ile görüşüp sonra Münih’e gelerek İslam Merkezi’ne dahil olması ve Yönetim Kurulu’nda görev alması, Müslüman Kardeşler ile ABD arasındaki somut işbirliğinin sonucudur.
Müslüman Kardeşler (İhvan) hemen hemen bütün Müslüman ülkelerde örgütlenmesine rağmen bunun bir istisnası vardı; Suudi Arabistan. Müslüman Kardeşlerin bu ülkede yasal veya yasadışı herhangi bir örgütlenme teşebbüsünde dahi bulunmamasının tek açıklaması, hem İhvan’ın hem de Suudilerin tam anlamıyla ABD kontrolü altında olmasıdır.
Ama İhvan ve Suudiler arasında ilişkiler en başından beri hep oldu. İhvan önde gelenleri Suudi Üniversitelerinde görev yaptılar. Suudiler ayrıca İhvan’a mali bakımdan hep destek oldular.
1962 yılında Mekke merkezli olarak kurulan “Dünya Müslümanlar Birliği” (Rabıta’tül Alemi’l İslami – Türkiye’de kısaca Rabıta olarak bilinir) ise Müslüman Kardeşler ile Suudi yönetiminin hangi amaçla ve kim tarafından bir araya getirildiğinin somut örneğidir. Dünya Müslümanlar Birliği’nin kurucuları arasında İhvan’dan Said Ramazan, eski Kudüs Müftüsü ve savaş yıllarında Hitler’in yanında yer alan Hacı Emin el Hüseyni, Pakistan Cemaati İslami lideri el Mevdudi, Afganistan’dan Muhammed Sadık el Mücahit ve Suudi Arabistan Büyük Müftüsü Muhammed bin İbrahim el Şeyh bulunuyorlardı.
Bu örgüt, ABD’nin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği ile rekabetinde, Siyasal İslamcıları kullanma stratejisinde önemli bir yer tutacaktı.
Yani ABD’nin meşhur “Yeşil Kuşak” projesinde…. (Devam edecek)