(Üçüncü Dönem devam)
Siyasal İslamcı dalganın doruğu, 2011 yılında gerçekleşen “Arap Baharı”dır. İsyan dalgası, 17 Aralık 2010’da genç bir sokak satıcısı olan Muhammed Buazizi’nin Tunus’un Sidi Buzid şehrinde ekonomik nedenlerle kendini yakması ile başladı. İsyan, 14 Ocak 2011’de Cumhurbaşkanı Zeynelabidin bin Ali’nin ülkeden kaçması ile başarıya ulaştı. Müslüman Kardeşlerin Tunus örgütü En Nahda iktidara geldi. Ardından 25 Ocak 2011’de Mısır ayağa kalktı. Hüsnü Mübarek yönetimi toplumun hemen her kesiminin katıldığı halk hareketine ancak 16 gün direnebildi. İhvan (Müslüman Kardeşler), halk hareketine katılmakta başta tereddüt etti, ama katılımın kitlesel olacağı anlaşıldıktan sonra başkaldırıyı desteklediğini ve Parti olarak katılacağını açıkladı. Mısır’daki en örgütlü ve en güçlü muhalif Parti olduğu için de bir müddet sonra halk hareketinde inisiyatifi ele geçirdi. Böylece Müslüman Kardeşler’in ana örgütü, kurulduğundan 84 yıl sonra, Arap Dünyasının en büyük ülkesinde yönetimi bütünüyle ele geçirdi.
Mısır’ı Libya takip etti. Ama Libya, Tunus ve Mısır’dan farklıydı. Burada halkın ekonomik sorunları değil, son dönemde Çin, Hindistan, Güney Afrika gibi ülkelerle ilişkilerini geliştiren, çeşitli Afrika ülkelerine ekonomik bakımdan yardım eden ve dış ticaretinde Doları devre dışı bırakacağı sinyalleri veren büyük petrol rezervlerine sahip Libya devleti ve Kaddafi yönetimi vardı. Çıkarları tehlikede olan Emperyalist ülkeler, “Arap Baharı”nın bütün dünyada yarattığı olumlu havanın önlerine getirdiği fırsatı kaçırmadılar. Emperyalist propaganda makinesi, ABD, Fransa, Türkiye, Katar gibi ülkelerin para ve silahı ile donatılmış, Fransız uçaklarının bombardıman desteği eşliğinde harekete geçen İslamcı terör örgütlerinin ilerleyişini, “Arap Baharı Libya’ya sıçradı” başlıkları ile bütün dünyaya duyurdu. Gerçeği ise Fransız Liberation gazetesi açıkladı: ‘Kaddafi yönetimi hala işbaşındayken savaş uçaklarını Libya üzerinde çoktan uçurmaya başlamış olan Sarkozy, “işi bağlamıştı”. Fransa ve Kaddafi yönetiminin yerini alması planlanan “Ulusal Geçiş Konseyi”; Libya petrollerinin yüzde 35’nin Fransa’ya verilmesini öngören anlaşmayı 19 Mart 2011 tarihinde imzalamışlar.’
Böylece Ürdün, Bahreyn, Suudi Arabistan, Yemen ve Suriye başta olmak üzere hemen hemen bütün Müslüman ülkelerde Aralık 2010’dan başlayarak Nisan 2011’e kadar dalga dalga yayılan bir isyan dalgası gerçekleşti. Ürdün’de Kral Abdullah reform sözü vererek Başbakan’ı görevden aldı. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki ayaklanmalar mahiyet itibariyle Kuzey Afrika’daki öncüllerinden biraz farklıydı. Bu ülkelerde halkın, özellikle Şii inancından olan kesimleri “özgürlük” istiyordu. Suudi yönetiminin sert askeri tedbirleri hemen devreye girdi. Tunus, Mısır ve Libya’da “Arap Baharı”na alkış tutanlar, Yarımada’dan yükselen çığlıkları duymadılar.
Suriye ise Siyasal İslamcıların son hamlesine sahne oldu. Çin’in Sincian – Uygur bölgesinden Fas’a kadar, en Doğu’dan en Batı’ya bütün Müslüman ülkelerden ve ayrıca Batı Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da göçmen işçi olarak çalışan Müslümanların içinden, toplam olarak Dünya’nın 84 ülkesinden 80 bin terörist, finansmanını Suudiler ile Körfez Emirliklerinin yaptığı mükemmel bir CİA organizasyonu ile Türkiye, Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye sokuldu. Görünüşte her şey mükemmel işliyordu. Siyasal İslam’ın önünde duran “Son kale” de düşüyordu. O güne kadar ABD ile her alanda tam bir işbirliği halinde olan AKP iktidarı, bütün gövdesiyle Suriye operasyonunun içindeydi. 2012 yılının yazına gelindiğinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gazetecilerle yaptığı söyleşide, Suriye’deki rejimin “aylar değil haftalar içinde yıkılacağını” iddia etmişti. Gene o zaman Başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan ise Ağustos ayında, bir sonraki ay içinde kutlanacak olan Ramazan Bayramı’nı kastederek, “İnşallah Bayram namazını Şam’da, Emeviye Camiinde kılacağız” diyordu.
“Arap Baharı” içindeki Batı parmağı
Özellikle Tunus ve Mısır’da isyan dalgası, başta ekonomik nedenlerle ve ”özgürlük” talebiyle, toplumun her kesiminin ve değişik siyasi görüşlerden ve inançlardan insanların katılımı ile başladı. Ama zaman geçtikçe, arkada kalan dönemde emperyalist merkezlerin ve teslimiyetçi iktidarların verdiği tavizlerle hemen her ülkede hatırı sayılır bir güce ulaşan Siyasal İslamcı örgütlerin isyan içinde öne çıkan rolü, herkes tarafından görülmeye başlandı. Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’deki ayaklanmaların, ABD’nin bu ülkelerdeki görevlilerinin doğrudan dahil olmasıyla, bu ülkenin Bölgedeki etkisini güçlendirmeye ve hakimiyetini sağlamlaştırmaya nasıl hizmet ettiği ortaya çıktı.
ABD, Tunus ayaklanmasının başından beri içindeydi. Afganistan’da görev yapmış ve daha sonra CIA’nın başına geçecek olan General David Petraeus operasyonu yönetti. Sonuçta ABD, Bin Ali’yi, ailesini de alarak ülkeyi terk etmeye razı etti. Bin Ali’nin havalanan uçağının Fransa veya Güney Kıbrıs’a gitmesi ABD uçakları tarafından engellendi ve Suudi Arabistan’a inmesi sağlandı. Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesinden hemen sonra Siyasal İslamcı En Nahda lideri Raşid Gannuşi, yeni hükümetin Başbakanı olarak duruma el koyduklarını açıkladı.
Benzer durum Mısır’da da yaşandı. Arkada kalan yıllarda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde önemli bir rol oynayan OTPOR hareketinin sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanması, aynı modelin Gürcistan ve Ukrayna’daki “Turuncu devrimler”de de başarıyla uygulanması, ABD’ye, çeşitli ülkelerde yapacağı müdahalelerde kullanacağı yeni bir araç yaratmıştı. Yaygınlaşan internet ve cep telefonları, haberleşmede ve kitleleri seferber etmede yeni olanaklar yaratmıştı. Sırbistan’da 1990’ların sonlarında Srdja Popoviç adlı bir genç tarafından büyük bir başarıyla gerçekleştirilen uygulama sonrası oluşturulan CANVAS adlı yapılanma, ABD için başka ülkelerde sonraki yıllarda yapacağı müdahalelerde kullanacağı “aktivistleri” yetiştireceği bir okul oldu. Başta Mısır olmak üzere çeşitli Arap ülkelerinden gençler 2000’li yıllarda Sırbistan’da eğitildi. Mısır’da halk hareketinin başlangıcının, Esma Mahfuz adlı bir genç kızın, 18 Ocakta internet üzerinden yaptığı bir çağrıyla 25 Ocak’da halkı Tahrir Meydanı’na çağırması ve sosyal medya üzerinden bu çağrının gördüğü yaygın destek ile başladığını düşünürsek, ABD’nin Yugoslavya, Gürcistan ve Ukrayna örneklerinden ne ölçüde yararlandığını görürüz. Mısır Hükümetinin tehlikeyi görüp sosyal medyanın kullanılmasına getirdiği yasak, Google’ın uydu üzerinden yaptığı müdahale ile boşa çıkarıldı. Yani Batılı emperyalist devletler boylu boyunca en ince detayına kadar “Arap Baharı”nın içindeydiler.
Gecenin karanlığı ve tanyerinin ağarması
Mübarek yönetiminin yıkılmasından bir sene sonra Mısır’da yapılan seçimleri Müslüman Kardeşler kazandı. Böylece, Türkiye, Mısır, Tunus, Libya gibi arkada kalan dönemde Müslüman Dünyanın laik ülkeleri olarak bilinen en önemli ülkelerinde Siyasal İslamcılar iktidara geldi. Geri kalan ülkelerde Siyasal İslamcılar ya zaten iktidarda idiler (Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri, Sudan gibi) veya iktidarda olanlar Siyasal İslamcılara çok önemli tavizler verdimişlerdi (Fas, Ürdün, Pakistan gibi) ya da Siyasal İslamcı Örgütlerin etkinlikleri sonucu milli devletin yıkıldığı ve ülkenin Ortaçağ parçalanmışlığına geri döndüğü ülkeler (Afganistan, Libya, Somali, vd. gibi) durumundaydılar.
Görünüşe göre her tarafta Siyasal İslam kazanmış görünüyordu. Ama aslında durum çok farklıydı. Dünyada ve Müslüman ülkelerde yeni bir döneme girilmekte olduğunu haber veren işaretler yoğunlaşmıştı.
Her şeyden önce Siyasal İslamcıların iktidar olduğu hiçbir ülkede insanlar mutlu değildi. Tam tersine Müslüman ülkelerden Hıristiyan Batı ülkelerine tarihin en büyük göçü, Siyasal İslamcıların en etkin olduğu bu dönemde gerçekleşti. Ekonomik çöküntü, iktidar olanaklarını ellerine geçirenlerin suistimalleri, farklı inançlardan ve düşünceden insanlara uygulanan baskılar, din ve mezhep çatışmalarının başlaması vb. olumsuzluklar Dünyadaki değişimle de birleşince İslami dalganın doruğu, aynı zamanda karşı dalgayı doğuran ebe rolünü oynadı.
Meşhur deyim bir kez daha doğrulandı. Gecenin karanlığının en koyu olduğu anı, tanyerinin aydınlanması takip eder. (Devam edecek)