“Barış Pınarı Harekâtı” ile ilgili olarak şimdiden ortaya çıkmış olan bazı gerçeklerin altını çizerek başlayalım:
– Harekât tarihi önemdedir. Daha bugünden Türkiye, Bölge ve Dünya açısından önemli sonuçlar vermeye başlamıştır.
– ABD, geri adım atmak zorunda kalmıştır. Trump’ın tehditlerinin kuru sıkı olduğu görülmüştür. ABD, Türkiye’nin kararlılığını görünce “piyon fedası” yapmıştır.
– PKK ve İsrail Siyonistlerinin kader birliği yaptıkları gözler önüne serilmiştir.
– Milletin ezici çoğunluğu Türk Ordusu’nun ardında kenetlenmiştir. ABD’nin desteği ile iktidar olma rüyası gören kesimler, Türk Milletiyle karşı karşıya geldiklerini gördüler.
– Diyarbakır’da HDP binası önünde otuma eylemi başlatan anaların eylemi, “Barış Pınarı Harekâtı”yla artık bütün milletin eylemi olmuştur. Silahlı etnik bölücülüğün, temelli olarak son bulacağı günlerin uzak olmadığı görülmektedir.
Tarihi fırsatı değerlendirmek
Bu tespitlerin ardından bugün söylenmesi gereken, atılacak adımın ne olduğudur.
Türkiye, yaklaşık 40 yıldır mücadele ettiği etnik bölücü terörü bitirmek açısından tarihi bir fırsat yakalamıştır.
Dünya, bölge ve ülke koşulları son derece elverişlidir.
Dünyada etnik ve dinci gerici terörün ardındaki güç olan Atlantik İttifakı kaybetmektedir.
Bölgede, Türkiye ve komşuları arasındaki işbirliği zemini her zamankinden daha güçlüdür. Bu işbirliği 2017 yılında, Barzani’nin referandumla bağımsız devlet kurna hayali karşısında gerçekleşerek aldığı başarılı sonuçla ne kadar büyük bir güç olduğunu göstermiştir.
Türkiye’de PKK hendeklere gömüldü. Dört yıl öncesiyle kıyaslandığında gücünün çok önemli bir kısmını kaybetti. En önemlisi Diyarbakır’da annelerin eyleminin gösterdiği üzere, bugüne kadar PKK-HDP’ye bir şekilde destek olmuş halk kesimleri içinde de PKK’ya alenen tavır alma eğilimi kendini artık açığa vurmuştur ve gelişmektedir.
İşte bu koşullarda PKK’nın; bugün bütün ümidini bağladığı Fırat’ın doğusundaki varlığı sona erdiği gün, silahlarını atmak dışında bir seçeneğinin kalmayacağı açıktır.
Bunun da yolu Şam ile açık işbirliğinden geçiyor.
Şam ile işbirliğinde durum
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Belgrad dönüşü uçakta gazetecilerin “Esad yönetimi ile açık görüşme olacak mı” sorusuna, Şam ile ilişkileri Rusya üzerinden yürüttüklerini, iki ülkenin istihbarat servisleri ve güvenlik kuvvetleri arasında görüşmelerin olduğunu ama kendisinin şahsen Esad ile bir araya gelmeyeceğini söyledi.
İçişleri Bakanı sayın Soylu ise aynı günlerde gazetecilerle yaptığı söyleşide, Esad yönetimi ile bir görüşme olacak mı sorusuna “Olmak zorunda mı? Başka alternatifimiz mi yok!… Biz Esad’ın yaptığını yapsaydık, milyonlarca insanı yerinden yurdundan etseydik, bizimle kim görüşürdü?” şeklinde bir cevap verdi.
İşte bu cevaplar, Türkiye’nin hayati çıkarları açısından ne yapılması gerektiğinin en yetkili makamlar tarafından kavranamadığını gösteriyor.
Unutulan gerçekler
Bazı gerçekleri hatırlatmakta yarar var.
Arkada kalan dönemde Türkiye’yi yönetenler Suriye konusunda vahim hatalar yaptılar. Ahmet Davutoğlu’nun temsil ettiği politika, Müslüman Kardeşleri silahlandırıp ayaklandırarak Şam yönetimini çok kısa süre içinde devireceğini ve Şam’da bir İhvan iktidarı kuracağını hayal ediyordu.
Daha Suriye’de hiçbir şey yokken Hatay’da kurulan “Mülteci kampları”nı hatırlayalım. CIA’nın bu tür organizasyonlarda propaganda yüzü olarak kullandığı Angelina Jolie’nin 2011 yılında Hatay’daki Mülteci Kampı’na yaptığı ziyaret, söz konusu politikanın arkasındaki esas adresin kim olduğunu gösteriyordu.
Sonuçta Davutoğlu’ların söz konusu “stratejik derinlik” politikası, dünyanın 84 ülkesinden 80 bin teröristin Türkiye, Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye sokulmasını, IŞİD terör örgütünün bilinen vahşetini sahneye koymasını ve sonunda PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde ABD desteği ile hakimiyet kurmasını sağladı.
Ya Suriye direnmeseydi!…
Türkiye’yi yönetenlerin unutmamaları gereken büyük gerçek şudur: Eğer Beşar Esad önderliğindeki Suriye Devleti, Ordusu ve Halkı, emperyalizmin bu büyük saldırısına direnmeseydi, Irak ve Suriye’den sonra iç savaşın yakıcı ve yıkıcı sonuçlarını yaşama sırası Türkiye’ye gelecekti.
Aslında büyük şehirlerde patlamaya başlayan IŞİD bombaları ve PKK’nın “Hendek Savaşları” ile Türkiye bu büyük tehlikenin eşiğine gelmişti.
Ama bir yandan Türkiye’nin “Açılım politikası” yanlışlığından dönmesi, FETÖ ile olan fiili koalisyonu sona erdirmesi; diğer yandan Suriye halkı ve devletinin kahramanca direnişinin sonucu olarak Hükümet, gereken adımları 2014 yılı ile birlikte atmaya başladı ve felaket daha büyümeden önlendi.
Şam’ın uzattığı eli tutmak
Şimdi de önümüze tarihi bir fırsat gelmiş bulunuyor. Her türlü terörü ve özellikle etnik terörü temelli olarak bitirme fırsatı.
Bunun için Türkiye geçmişte yapılan hataların bir ayak bağı olarak bugün atılması gereken adımların atılmasına engel olmasına meydan vermemelidir.
Geçtiğimiz dönemde en büyük yıkımı yaşamış ve en büyük acıları yaşamış olan Suriye’nin geçmiş defterleri karıştırmamak istemesi büyük şanstır. Şam, 14 Eylül günü ilan ettiği afla, bu tarih itibariyle geçmişte rejime karşı savaşmış olan yurttaşlarını, silahlarını bırakmaları şartıyla ne yapmış olurlarsa olsunlar af ettiğini açıkladı.
Türkiye, muhaliflere uzatılan bu elin tutulmasını sağlamalıdır.
İşte bu durumda Anakara-Şam işbirliği, Fırat’ın doğusunun tamamında PKK varlığının çok kısa sürede sona ermesi anlamına gelecektir.
Türkiye ve Irak’ta bitme noktasına gelen PKK’nın bu durumda silahlarını yere atmak dışında bir şansı olmayacaktır.