Bir “Enstrüman”ın sonu

Trump, IŞİD lideri El Bağdadi’nin Suriye’nin İdlip ilinde sığındığı bir tünelde öldürüldüğünü açıkladı. El Bağdadi daha önce de birkaç kez öldürülmüştü(!) ama bu sefer ki doğru görünüyor.

Ebu Bekir el Bağdadi’nin hayat hikayesi, çağımızda emperyalist devletler tarafından yaratılan ve belli bir hedefe ulaşma yolunda kullanılan terör örgütlerinin ve bu örgütlerin liderlerinin, işleri bittiği zaman nasıl bir kenara atıldıklarının son örneği olmaktan başka bir şey değildir.

Kısa hayat hikâyesi

Bağdadi’nin ilk örgütü olan Zerkavi önderliğindeki Irak El Kaide’si, 2003 yılındaki Amerikan işgalinin ardından örgütlendi. Yani El Kaide’ye Irak’ta örgütlenme olanağı yaratan, ABD işgaliyle bu ülkenin laik milli güçlerinin ezilmesiyle doğan ortamdır. Kısacası Irak El Kaidesini yaratanın ABD olduğunu söyleyebiliriz.

Bağdadi, 2004 yılında Irak’ın güneyindeki Bucca hapishanesinde bir yıla yakın tutuklu kaldı. Bir çok araştırmacı Bağdadi’nin bu tutukluluk döneminde ABD tarafından “devşirildiğini” yazdı.

Sonraki altı yılda, Bağdadi Irak El Kaidesi içinde hızla yükseldi ve 2011 yılında lider (o zaman Irak İslam Devleti adını kullanıyordu) Ebu Ömer el Bağdadi’nin öldürülmesi üzerine yerine geçti. Hızla Suriye’de de örgütlenmeye başladı. Örgütün adını da “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) yaptı.

Trump’ın Başkanlık seçimi kampanyasında bir konuşmasında da söylediği gibi, Obama ve Hillary Clinton tarafından 2011 yılında kurulan IŞİD’in esas görevi de o zaman başladı.

IŞİD’e verilen görev

1990’ların başından itibaren ABD’nin bölgeye ilişkin stratejisinin esas amacının; Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurulacak bir “2. İsrail Devleti” olduğunu artık herkes söylüyor.

Bölgedeki etnik ve dinci örgütler bu amaçla desteklendi. Irak bu hedefe varmak için iki kez işgal edildi. Barzani’ye kurdurulan kukla devlet bu amaç doğrultusundaki ilk adımdı. Türkiye’de, önce FETÖ’nün de ortağı olduğu iktidarın 2002 yılında işbaşına getirilmesi, Ergenekon ve Balyoz tertiplerinin sahnelenmesi ve ardından AKP iktidarının FETÖ’nün üzerine gitmesi üzerine 2017 yılında tezgahlanan 15 Temmuz Darbesi, İran’a uygulanan ambargo ve Suriye’de ise 2011 yılından itibaren dünyanın dört yanından örgütlenerek bu ülkeye yollanan cihadçı teröristler eliyle yürütülen kanlı iç savaş hep bu amaca yönelikti.

Gene de bütün bunlar, Dünyayı, bölgenin dört ülkesinin parçalanmasına ve uzun yıllar sürecek bir savaşa ve istikrarsızlığa yol açacak böyle bir projeye ikna etmek için yeterli değildi.

İşte IŞİD bu noktada devreye sokuldu. Irak; işgalin getirdiği yıkım ve ardından gene ABD’nin kışkırttığı mezhep çatışmaları yüzünden projeyi uygulamak için uygun durumdaydı. Suriye’de ise dünyanın 84 ülkesinden örgütlenerek getirilen, Suudilerin ve Körfez ülkelerinin büyük mali desteği ile silahlanan, Türkiye ve Ürdün’ü güvenli cephe gerisi olarak kullanan 80 bin teröristin saldırıları sonucunda, iki yıl içinde ülkenin önemli bir kısmında Şam yönetiminin hakimiyeti kaybettiği bir duruma gelmişti.

İşte bu koşullarda IŞİD harekete geçirildi. Irak ve Suriye’de şehirler birbiri ardına düştü. 70 bin askerin bulunduğu 5 milyonluk Musul şehri tek kurşun atmadan IŞİD’in üç bin kişilik “ordu”suna teslim edildi.

Askeri üsleriyle bölgede ve Irak’da olan ABD, IŞİD’in katil sürüleri doğuda Barzani’nin hakim olduğu Erbil ve Kerkük önlerine, Batı’da ise PKK’nın elindeki Kobani’ye (Ayn-el Arap) dayanana kadar kılını kıpırdatmadı.

Bu arada emperyalist propaganda makinesi adeta canlı yayın yapar gibi IŞİD vahşetini gözler önüne seren görüntüleri sürekli olarak bütün dünyaya servis etti. (Bu kelle kesme sahnelerinin birçoğunun stüdyolarda çekildiği sonradan anlaşıldı)

Bütün dünyanın özellikle Batılı ülkelerin kamuoylarının dehşete kapıldığı günlerde, birden bire “IŞİD vahşetine karşı kahramanca savaşan seküler Kürtler” propagandası başladı. Irak’ta Barzani güçleri, Suriye’de ise PKK parlatmaları böyle başladı. O güne kadar seyirci durumunda olan ABD harekete geçti. Suriye ve Irak’ta ABD uçaklarının yoğun bombardımanı ile IŞİD ilerlediği yerlerden geri atıldı. Bütün Dünya, gerileyen IŞİD karşısında ilerleyen “Seküler Kürtleri” alkışladı.

Irak’ta Barzani, Kerkük’ü kontrolü altına aldı. Artık “2. İsrail”in elinde zengin petrol yatakları da vardı. Suriye’de PKK harekete geçti. Önce Kamışlı ve Kobani (Ayn-el Arap) arasındaki bölgeyi işgal etti ve güneye ilerleyerek Fırat’ın doğusundaki petrol bölgelerini IŞİD’den aldı sonra Fırat’ın Batısına geçti. Bir yandan da daha önceden “kanton idaresi” kurduğu Afrin’den doğuya doğru harekete geçti. Kuzey Irak’tan taa Hatay’ya kadar uzanacak olan “Kürt koridoru”nun, daha doğrusu “2. İsrail koridoru”nun tamamlanmasına 40 kilometre kala Türkiye uyandı. Fırat Kalkanı harekâtı ile koridor planına ölümcül bir darbe vurdu.

İşi biten enstrümanın kaderi

Aslında bozguna uğrayan ABD’nin “Üç İsrail” projesiydi. IŞİD ise bu projeyi hayata geçirmek içik kullanılan bir “enstrüman”dan başka bir şey değildi.

Tıpkı PKK gibi…

Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtı IŞİD’in sonunu getiren en etkili darbeydi. Eş zamanlı olarak Suriye devleti daha öncesinde IŞİD’e kaptırdığı yerleri bir bir kurtarmaya başladı. Palmira, Hama, Humus ve Halep’te kontrolü sağlayarak Suriye nüfusunun yüzde 80’ninin yaşadığı alanlarda hakimiyetini yeniden kurdu.

Aynı zamanda Irak devleti de kendi toprakları üzerindeki IŞİD varlığını sona erdirdi. Ve bir “Enstrüman” olarak bu örgütün ABD adına yapabileceği bir şey kalmadı.

İşi biten “enstrüman” bir kenara atılır ve bu durumda kendisini o güne kadar kullananlara yönelik intihar eylemlerine yönelmek gibi bir “tehlike” de varsa -ki vardır- yok edilir.

Bağdadi’nin öldürülmesi olayı tamamı tamamına budur.

Benzer hikâyeyi şimdi PKK ve onun liderleri ile ilgili olarak da yaşıyoruz ve yaşayacağız.