Alman ARD televizyonunun “Dersim olayı”nı, Atatürk’e ve Türkiye’ye karşı bir saldırı konusu olarak gündeme getirmesinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da konuya dahil oldu.
Erdoğan, 21 Aralık günü Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Necip Fazıl ödülleri töreninde yaptığı konuşmada;
“İskilipli Atıf Hoca’nın idamından Dersim olaylarına kadar… pek çok üzücü hadisede, CHP kendi tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir.
“.. bu Parti’nin başındaki zat, her fırsatta Dersimli olduğunu ve Dersimli olmaktan gurur duyduğunu söylüyor.. Ancak Dersim olaylarıyla ilgili bizim yaklaşık 10 yıl önce gösterdiğimiz hassasiyet ve vicdani tavrın onda birini dahi söyleyemiyor.” (21.12.2019, gazeteler)
Burada hedef alınan Cumhuriyettir ve Atatürk’tür.
Atatürk’e ve onun devrimci Cumhuriyeti’ne tavır aldığınız zaman yanına düşeceğiniz güçler emperyalistler ve onların işbirlikçileri, Ortaçağ güçleri olur. İskilipli Atıf Hoca ve Sey Rıza gibi…
Gerçekte, içerde ve dışarıda “Dersim olayı”nı gündeme getirenlerin, 1938’de halkın yaşadığı acılarla bir ilgileri yoktur. Yapılan, 1938 olaylarını “suistimal”den ibarettir.
“Açılım yılları”ndaki tavır
Sayın Erdoğan’ın bu tavrı, kendisinin de söylediği gibi yeni değil.
23 Kasım 2011 tarihinde Partisinin il başkanlarıyla yaptığı toplantıda Dersim olaylarıyla ilgili olduğunu söylediği dört belge açıklamış ve şöyle devam etmişti:
“Kılıçdaroğlu nereye kaçıyorsun?… Hem bir Tuncelili, hem bir Dersimli olarak onur duyuyorum diyorsun ya, hadi onurunu kurtar bakalım…. Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa, böyle bir literatür varsa, ben özür diliyorum.”
O yıllar “açılım” yıllarıydı. AK Parti, FETÖ ile birlikte bir yandan “Kürt açılımı”, bir yandan “Alevi açılımı” yapmakla uğraşıyordu.
Bu açılımlar çerçevesinde PKK ile Oslo ve Brüksel’de görüşmeler yapılıyor, Terör örgütü ile savaşan komutanlar Silivri’ye tıkılıyor ve her alanda Cumhuriyet Devrimi Kanunları’na karşı bir saldırı yürütülüyordu.
Amaç, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesine uygun olarak Türkiye’nin etnik ve dinsel farklılıklar temelinde yeniden biçimlendirilmesiydi.
Dolayısıyla elbette bu “açılımlar”ın hedefi, Atatürk’ün Laik Demokratik Cumhuriyeti, ve “milli devlet”iydi.
Değişen durumlar
Sonra köprülerin altından çok sular aktı. AKP – FETÖ ortaklığı bozuldu. Ardından PKK ile olan gizli ortaklık da…
Çünkü ABD, FETÖ aracılığıyla ulaştığı güce ve devlet içinde elde etmiş olduğu mevzilere güvenerek AKP pürüzünden de kurtularak, adamlarından, iktidarı yalnız başına ele almaları için harekete geçmelerini istedi.
Ayrıca IŞİD ve Müslüman Kardeşler’in faaliyetleri sonucu, Irak ve Suriye’de durumun elverişli hale geldiğini düşündü. Türkiye’de de FETÖ iktidar olursa, o zaman 30 yıldır hayalini kurduğu, planlarını yaptığı Akdeniz’e açılan “2. İsrail” için harekete geçebilecekti.
AKP tehlikeyi gördü. 17-24 Aralık 2014’te, yargı kullanılarak gerçekleştirilen saldırıların ardından sonra önce FETÖ’ye, sonra PKK’ya karşı harekete geçti.
ABD’den gelen tehditle baş etmenin bir tek yolu vardı. Komşularla ilişkileri düzeltmek, Rusya ile stratejik işbirliğine yönelmek ve Asya’da konumlanmak…
AKP’nin ihtiyaçları ile Türkiye’nin nesnel ihtiyaçları ve aslında 28 Şubat süreci ile birlikte içine girmiş olduğu yönelim birbirine uygundu. Ve bunun sonucu bildiğimiz gelişmeler yaşandı.
Bu yönelim aynı zamanda, AKP’nin iktidarını korumasını da sağladı. Muhalefetin kör AK Parti düşmanlığı, bu Partileri ABD ve onun PKK, FETÖ gibi uzantılarının yanına itmesi de AK Parti’nin konumunu güçlendirdi.
Dersim, Suriye, Mısır
Bütün bu olumlu gelişmelerden sonra sayın Erdoğan’ın, tıpkı 2011 yılında söylediği gibi hâlâ Dersim üzerinden Kılıçdaroğlu’na saldırmasını nasıl değerlendirmeli?
Aslında burada hedef alınan Kılıçdaroğlu değildir. Çünkü Kılıçdaroğlu “Dersim”, “Dersim olayları” konusunda Erdoğan’dan farklı düşünmemektedir. Ve bunu çeşitli vesilelerle defalarca ifade etmiştir.
Hedef Atatürk’tür. Cumhuriyet Devrimi’dir. Ortaçağ’ın tasfiye edilmesinden duyulan rahatsızlıktır.
Cumhurbaşkanı burada ideolojik önyargıları ile hareket etmektedir. Tıpkı Suriye ve Mısır’la ilişkiler konusunda hareket ettiği gibi.
Şam ile el sıkışmak PKK’nın bitirilmesi demektir. Türkiye, böylece 40 yıldır boğuştuğu terör belasından temelli olarak kurtulacaktır.
Mısır ile el sıkışmak Doğu Akdeniz’de ekonomik çıkarlarımızı korumak konusunda Libya ile kıyaslanmayacak önemde bir müttefik kazanmamız anlamına gelir.
Ama AK Parti’nin Müslüman Kardeşlerle olan ideolojik akrabalığı hem Suriye’de devam eden sıkıntının sürmesine yol açmakta, bizim yanımızda olması gereken Mısır’ı ise ABD, İsrail ve Yunanistan’ın yanına itmektedir.
İktidar, İskilipli Atıf Hocalar ve Müslüman Kardeşlerle olan ideolojik bağlarını köklü bir şekilde masaya yatırmadan; bölücü terör sorunuyla mücadele, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hayati çıkarlarını koruma ve Dersim olayları karşısında doğru bir tavır alarak; Türk-Kürt, Alevi-Sünni bütün milletimizin birliği konusunda tutarlı bir tavır geliştirme konularında sorunlar yaşamaya devam edecektir.