2019 yılının son günü haber ajansları ve dünya televizyonları, Bağdat’taki ABD büyükelçiliğinin Haşdi Şabi milisleri ve öfkeli bir halk kalabalığı tarafından kuşatıldığını haber verdi. Elçilik duvarlarının ateşe verilişi ve daha sonra da elçilik binasının işgal edilişi, adeta canlı yayınla bütün dünyaya duyuruldu.
İşin ilginç tarafı ABD’nin, Irak’ta bazı Haşdi Şabi hedeflerini bombalamasının ardından elçiliğe yönelik böyle saldırıyı beklemesi ve tedbir olarak elçiliği önceden boşaltmış olmasıdır.
Yani yakın zamana kadar burnundan kıl aldırmayan dünyanın en büyük askeri gücü, üstelik işgal ettiği ve hala askeri birlik bulundurduğu bir ülkede, büyükelçiliğini korumaktan aciz guruma düşmüştür. 16 yıl önce yakıp yıktığı ve baştan aşağı yeniden, güya kendi çıkarlarına uygun olarak yapılandırdığı Irak’ta, elçilik personelini ve binasını korumada kendisine yardım edecek bir Allah’ın kulunu bulamamıştır.
Bu tablo, ABD emperyalizminin bugün bir kez daha, bir yanıyla içinde bulunduğu çürümeyi, çöküşü ve çaresizliği, diğer yanıyla da bölge halkının nefretini olanca çıplaklığı ile gözler önüne sermiştir.
40 yıl öncesi
Tam 40 yıl önce de, ABD’nin Tahran Büyükelçiliği gençler tarafından işgal edilmiş ve bütün elçilik çalışanları rehin alınmıştı. ABD o zaman da çaresiz kalmış ve tam bir yılı aşkın süre boyunca, elçilik personelinin rehin kalmasını sadece izlemek durumunda kalmıştı. Giriştiği “kurtarma operasyonu”nu da yüzüne gözüne bulaştırmıştı.
Ama o zaman koşullar farklıydı. ABD ile Sovyetler arasında hegemonya yarışında bir denge durumu oluşmuştu. İki süper güç arasında rekabetteki durum, özellikle gelişmekte olan dünya ülkelerinde bağımsız hareketlerin ortaya çıkışı açısından ortamı elverişli kılmıştı.
İran’da 1978 yılında gerçekleşen İslami Devrim, bu denge durumunun yarattığı koşullarda gerçekleşmişti. Gelişmeler İki Süper Devleti rahatsız etmişti ama hegemonyacı güçler aynı zamanda birbirlerini frenliyorlardı.
Değişen durumlar
Bugün durum farklıdır. Dünya dengeleri değişmiştir. Artık dünyaya damgasını vuran en önemli olay, hegemonyacı güçler arasındaki rekabet değil, gelişmekte olan dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri konularda ABD emperyalizmine ve onun işbirlikçilerine karşı mücadelede, inisiyatifi ele geçirmiş olmalarıdır.
ABD’nin hegemonyacı emperyalist imparatorluğu her açıdan sarsılmakta, darbe üzerine darbe almakta ve çaresizce çırpınmaktadır.
Bu emperyalist gücün sonbaharında gerçekleştirdiği saldırılardan en büyük acıyı, Batı Asya’nın ve Kuzey Afrika’nın Müslüman halkları çektiler.
Bununla birlikte Batı Asya ve Kuzey Afrika’nın Müslüman halklarının ve devletlerinin son 20 yıl içinde verdiği mücadelelerin, ABD’nin şu anda içinde bulunduğu çöküş sürecinde çok önemli payının olduğu da bir gerçektir.
Suriye halkı ve devleti başta olmak üzere, İran, Türkiye, Afganistan, Irak devletlerinin ve halklarının, devlet bağımsızlıkları ve özgürlükleri için verdiği mücadele, ABD emperyalizmine hatırı sayılır darbeler vurdu.
Bütün bölge milletleri içinde bu saldırgan devlete yönelik nefret ve tepki yüzde 90’ların üzerindedir.
Haşdi Şabi hedeflerine yönelik olarak gerçekleştirilen hava saldırılarının hemen ardından, onbinlerin elçilik binası etrafında toplanmalarını sağlayan bu nefrettir.
Ve şimdi halkların nefretinin ve öfkesinin, ABD’yi nasıl çaresiz bıraktığını izliyoruz.
“Oyun”da doğru hamle
Türkiye işte bu koşullarda bugün (2 Ocak 2020), TBMM’de Libya’ya asker gönderme tezkeresini oylayacak. Gene bugün İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında Doğu Akdeniz’den çıkarılacak olan doğal gazın Avrupa’ya sevk edilmesi konusunda bir anlaşma imzalanıyor. Elbette ABD’nin, bu ittifakın arkasında bütün varlığıyla durduğu biliniyor.
Yani 2 Ocak, Ankara ve diğer bölge başkentlerinde atılacak olan adımlarla; yılın sonrasında yaşanacak gelişmelere damgasını vuracak bir gün olacak gibi görünüyor.
Türkiye, Doğu Akdeniz’de ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi ile cephe cepheye gelmiştir. 2020’lerin dünyasına damgasını vuracak olan mücadelenin merkezinin Doğu Akdeniz olacağı belli olmuştur.
Türkiye, Libya ile deniz yetki alanlarının belirlenmesi anlaşmasını imzalayarak çok önemli bir hamle yaptı. Libya’ya asker gönderilmesi tezkeresi bu hamlenin kaçınılmaz bir parçasıdır. Türkiye, Libya ile anlaşarak avantaj sağlamıştır.
Bağdat Büyükelçiliği baskını, karşımızdaki gücün aslında ne kadar kof olduğunu ve Türkiye’nin elinin gerçekte ne kadar güçlü olduğunu göstermiş bulunuyor.
Ama çok önemli bir handikap, Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki mücadelede gerçekte doğal müttefiki olan Mısır, Suriye ve Lübnan ile birlikte olamamasıdır. Hatta bunlardan Mısır, AKP iktidarının “İhvansever” politikasından dolayı bugüne kadar Türkiye’nin karşısında yer aldı.
Doğu Akdeniz’deki hayati mücadeleden başarıyla çıkmanın en önemli şartı Türkiye’nin Mısır politikasını köklü bir şekilde değiştirmesi ve Şam ile el sıkışmasıdır. Koşullar elverişlidir. Ama bu “elverişlilik”, bölge ülkeleriyle işbirliği yolunda gerekli ve zorunlu olan politikaların görülmesini engellememelidir.
Bu yönde atılacak adımlar, Türkiye’nin elini kuvvetlendirecek ve Libya’da muhtemel olumsuz bir durumun ortaya çıkmasını da önleyecektir. Ve bu adımlar, Rusya ve İran gibi Bölgedeki gelişmeler üzerinde doğrudan etkili olan devletlerin de Libya’da ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ile beraber hareket etmesini sağlayacaktır.
Libya, Tunus, Mısır, Suriye ve Lübnan’la birlikte hareket eden; Rusya ile İran’ın desteğini de arkasına alan bir Türkiye, işte o zaman Doğu Akdeniz’de ABD emperyalizmine karşı yürüttüğü mücadeleden başarıyla çıkacaktır.
Libya’ya asker gönderme hamlesi ancak bu durumda, sahnelenen “strateji oyunu”nda doğru bir hamle, “sonuç alıcı bir hamle” olabilecektir.