30 Ocak günü ÖSO, Suriye Ordusu’na savaş ilan ettiğini açıklamış, El Bab’ta Suriye ve Rusya hedeflerine vur kaç saldırısı gerçekleştirmiş, buna karşılık Rus uçakları El Bab’ı vurmuş, İdlip’te Suriye Ordusu’nun ilerleyişi sürmüş ve bu gelişmeler üzerine de Türkiye, Suriye Ordusu’nun hedefinde olan Serakib ilçesinde iki yeni kontrol noktası oluşturmuştu.
Bütün bunları göz önüne alarak yaşanacak gelişmeleri öngörmüş ve “İktidarın İdlip Sınavı” başlıklı yazımızı yazmıştık. Daha yazının mürekkebi kurumadan, 2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan gece Türkiye’nin Serakib’e yolladığı askeri konvoy, Suriye Ordusu tarafından vuruldu. Beşi asker olmak üzere toplam sekiz şehit verildi.
İktidar sözcüleri ve basın yayın organlarında hemen Suriye’ye yönelik bir saldırı kampanyası başlatıldı. “Rejimin saldırganlığı” laflarından geçilmiyor, “Astana süreci bitti” deniliyor artık.
Gerçekte ise olan şudur: Türkiye Astana ve Soçi süreçlerinde üstlendiği görevi yerine getirmemiş, askeri gözlem noktaları oluşturarak terör örgütlerini ağır silahlardan arındırma ve görüşmeler yoluyla soruna çözüm bulunması için ortamı hazırlamada olumlu hiçbir adım atmamış, tam tersine geçen süre içinde Türkiye’nin de terör örgütü olduğunu kabul ettiği Nusra (HTŞ), İdlip’te hakimiyetini sağlamlaştırmıştır.
Bu durumda Suriye Ordusu’nun kendi ülke topraklarını terör örgütlerinden temizlemek yolunda attığı adımlar, nasıl olur da “saldırganlık” olarak niteleniyor?
Türkiye, hangi amaçla El Nusra’nın (Heyet Tahrir üş-Şam), yani bir terör örgütünün kontrolünde olan Serakib’te yeni gözlem noktaları oluşturuyor ve buraya askeri konvoylarla takviyelerde bulunuyor?
Bu durumda Astana sürecini baltalayan gerçekte kimdir?
Ukrayna’da yaşananlar
İdlip’te bu gelişmelerin yaşandığı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ukrayna’ya gitti. Ukrayna Cumhurbaşkanı ile birlikte yaptığı basın toplantısında Türkiye’nin, “Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesini tanımadığını” bir kez daha söyledi.
Türkiye’nin Ukrayna’ya, Ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 200 milyon dolarlık finansal yardım yapacağını, Büyükelçi Andrey Sibiga açıkladı. Bilindiği üzere Ukrayna, ülkenin doğu illerinde ve Kırım’da, Rusya ile savaşa varmış bir anlaşmazlık içindedir.
Bu koşullarda Ukrayna’ya askeri yardımın ne anlama geldiği üzerinde düşünülmüyor mu?
İdlip’te yaşanan gelişmeler ile Ukrayna’da sergilenen tavır arasında bir tutarlılık vardır. Bu tavrın Türkiye’nin milli çıkarlarıyla bir ilgisi yoktur. Tam tersine bu adımları atanlar, baltayı kendi ayaklarına vurmaktadırlar.
Bölgedeki saflaşma
Önce Bölgede yaşanan saflaşmaya ve Türkiye’nin nerede durduğuna bakalım:
1.ABD ve İsrail’in; Türkiye, Suriye, İran ve Irak topraklarını kapsayan 2. İsrail kurma girişimi;
2.Türkiye ve diğer bölge devletleri aleyhine Doğu Akdeniz’deki deniz yetki sahalarının gaspedilerek, İsrail ve Yunanistan lehine doğal gaz yataklarının yağmalanmak istenmesi,
3.Rus doğal gazının Ukrayna bypas edilerek, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması,
4.Filistin’in ölüm fermanı anlamına gelen “Yüzyılın anlaşması”nın ilan edilmesi ve
5.İran’a yönelik ambargonun askeri güç kullanılarak sürdürülmesi…
Bu temel sorunların belirlediği saflaşma şu şekildedir: Türkiye, KKTC, Rusya, İran, Irak, Suriye, Filistin, Libya ve Katar bir tarafta; ABD, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Kuveyt ve Ukrayna diğer taraftadırlar.
Görüldüğü üzere Türkiye yaşanan sorunların merkezindedir ve karşısındaki güçler bellidir. Sorunun “ciddi” olduğu, bugüne kadar ülke ve millet olarak ödediğimiz bedellerle gözler önündedir.
Türkiye’nin çıkarı ve devlet aklı
Hal böyleyken, Suriye’nin meşru Hükümetini düşman olarak gören tavırlarda ısrar ne anlama gelmektedir? Veya başka bir deyişle bu ısrar sürdürülebilir mi?
Ukrayna, Türkiye’nin düşmanı ABD ve İsrail ile beraberken, son beş yıl içinde karşılaştığımız bütün temel sorunlarda Türkiye’nin yanında duran Rusya’yı, Kırım sorununda karşıya almak hangi hesabın, hangi aklın sonucudur?
Türkiye tutarlı olmak zorundadır. Bölgemiz tutarsız politikaları, mezhepçi hesapları, komşu ülkelerin topraklarında denetimimiz altında olacak “nüfuz bölgeleri yaratmak” türünden küçük hesapları kaldırmaz. Bu hesapları yapanlar Türkiye’yi yönetemez!
Türkiye’nin izlemek zorunda olduğu dış politikanın ana hatları şöyle olmak zorundadır.
1.Şam Hükümeti, Suriye’nin meşru Hükümetidir. Ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamak onun öncelikli görevidir. Türkiye’nin yapması gereken, derhal Şam ile doğrudan ve derhal ilişki kurmak, ülkenin bütününde egemenliğini yeniden tesis etmede ona yardımcı olmaktır.
2.Kırım halkı yaptığı referandumla, Rusya’ya bağlanmayı tercih etmiştir. Kırım’da yaşayan Türklerin de iradesi bu yöndedir. Rusya Federasyonu içinde büyük sayıda Türk nüfusun varlığı ve ayrıca Tataristan, Dağıstan vb gibi birçok Türk özerk bölgenin mevcudiyeti, Kırım Türklerinin Rusya’yı tercih etmesinin nedenidir. Türkiye’nin Kırım sorununda Rusya’nın yanında olması bir zorunluluktur.
3.Kırım sorununda Rusya ile birlikte olmak, hem Ermenistan işgali altındaki Azeri topraklarının kurtarılmasında, hem de Kıbrıs sorununda, bu ülkenin Türkiye ile birlikte hareket etmesini getirecektir.
4.Türkiye’nin Rusya, Suriye, Lübnan ve Mısır’ı yanına alması; Doğu Akdeniz’de bizi bekleyen muhtemel daha sert hesaplaşmalar düşünüldüğünde bir zorunluluktur.
Bütün bunları göz önüne alarak dış politika oluşturabilmeye, “devlet aklı” denir. Türkiye’nin bu “akla”, şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.