ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye’ye adımını atar atmaz sarf ettiği “şehidimiz var” sözleri, emperyalist ikiyüzlülüğün unutulmaz bir örneği olarak hafızalara kazındı.
Aynı Jeffrey, Türkiye ile Suriye arasında çatışma ihtimalinin ortaya çıkması üzerine Esat yönetiminin İdlip’te kimyasal silah kullanma tehlikesinden bahsetmişti. Hatırlanacağı üzere aynı yalanla Irak işgal edilmiş ve bir milyondan fazla insan öldürülmüştü.
ABD’nin son otuz yıllık dönemde dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirdiği operasyonlar öncesinde piyasaya sürdüğü yalanların bir dökümü yapılsa ortaya oldukça hacimli bir kitap çıkar. Kasım Süleymani cinayetinin ardından başvurulan yalan ise Süleymani’nin bir ABD üssüne saldırı hazırlığı içinde olduğu idi.
Tarih boyunca bütün zalimler, kendi halklarına ve başka halklara yaptığı saldırıları, hep bir yalan ve ikiyüzlülük perdesinin arkasına gizlemek ihtiyacını duymuşlardır.
2000 yıl öncesi
Tacitus (MS. 56 – 117) Agricola adlı eserinde, bir İngiliz kabile reisini askerlerine seslenirken hayal eder:
“Onlar (Romalılar), dünyanın yağmacılarıdır ve artık her yeri yakıp yıkmış ellerine bırakılacak daha fazla toprak kalmadığı için, onlar da işgal etmek üzere köşe bucak denizleri araştırıyor. Düşman zenginse ona açgözlü diyorlar, yoksulsa güce susamış diye ad takıyorlar. Ne Doğu ne de Batı onları doyurabildi. Bütün insanlığın içinde önce zengin uluslara göz dikiyorlar ve aynı hırsla da yoksul ulusları yağmalıyor, katlediyor, talan ediyorlar ve bunun adına ‘imparatorluk’ diyorlar. Bir diyarı harap edip bunun adına ‘barış’ diyorlar.” (Mısır, Yunan ve Roma, Dost Kitabevi, 3.b. Ankara, Ağustos 2010, s. 289)
Roma’yı çıkarın yerine yüzyıl öncesinin İngiltere’sini veya bugünün ABD’sini koyun, paragrafı bir de bu yeni sözcüklerle okuyun, yapılan tanımlamaların tıpatıp uyduğunu göreceksiniz.
Bengal’in ünlü romancısı Pankaj Mishra Chatterji şöyle yazıyor: “Dünya, Hindistan’da ilk Britanya imparatorluğunu kuranlar kadar zorba… insanlar görmemiştir… O günlerde Hindistan’a gelen İngilizler salgın bir hastalığa, başka insanların zenginliğini çalma hastalığına yakalandı. Sözlüklerinden ahlak sözcüğü kalkmıştı.” (Asya’nın Batı’ya İsyanı, Alfa y. 1.b. Ekim 2013, s.36)
2000 yıldır yalan, zulüm ve baskı ile başkalarının emeğine el koyarak yaşayanların yaptıklarında çok fazla bir değişiklik yok. Sadece geçen zaman içinde, biriken tecrübe ve gelişen iletişim olanakları sayesinde aynı işi, bugün çok daha gelişmiş ve çok daha ince yöntemlerle yapıyorlar.
19. yüzyılda başta İngiltere olmak üzere bütün sömürgeci devletler, dünyanın her tarafına “uygarlık” götürüyorlardı. Avrupalı “beyaz ırk” dışında kalan diğer halklar geriydi. Kendi başlarına uygar olma yeteneğine sahip değillerdi. Avrupalıların onlara “yardım etmesi” lazımdı!
Yeni Dünyadaki büyük çiftliklerinde çalıştırılmak üzere ihtiyaç duydukları köleciliği meşrulaştırmak için din adamları gereken fetvaları vermekte duraksamadılar. “Siyah adamın ruhu yoktu. Onun için onlara insan muamelesi yapılamazdı.”
Avrupalıların isteklerine karşı çıkanlar, ‘uygarlaşmak istemeyen vahşilerdi, haydutlardı’.
ABD’nin yalanları
Benzer yalanları son yüzyıldır ABD’den duyuyoruz.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, “Hür Dünya”nın savunucusu idi. Komünistlerin diktatörlüğüne karşı “bütün dünyanın özgürlüğünü savunmak” ABD’nin görevi idi. Beş kıtada bulunan 700’ün üzerindeki askeri üssün görevi buydu.
1990 sonrasında düşman değişti. Uluslararası terörizm ya da “Radikal İslam” yeni baş düşmandı. “Teröristler” sadece belli ülkelerde değil dünyanın her tarafında idi. Boyun eğmeyen devletler “haydut devlet” idi. Bunlar her an komşularına saldırabilirlerdi.
ABD ve müttefikleri “önleyici darbelerle, uluslararası terörizmi daha başını doğrultmadan ezme hakkına sahiplerdi”.
“Saddam’da kimyasal silahlar vardı”. “Kaddafi diktatördü”. “Esat, büyük tehlikeydi”. “İran, her an nükleer silah sahibi olabilir ve komşuları başta olmak üzere bütün dünyayı ateşe atabilirdi”.
Bütün bunlar, dünyanın enerji kaynakları başta olmak üzere bütün zenginliklerinin Batılı merkezlere akıtılması için. Bu amacı gerçekleştirmek için her durumda ABD’nin duruma göre söyleyeceği bir yalanı var. Jeffrey de Ankara da bu yalanları bolca sıraladı.
Sonuç olarak irili ufaklı onlarca savaş, onlarca askeri darbe, işkenceler, yurtseverler için hapisler ve işkenceler ve bütün dünyada işleyen büyük bir yalan makinesi.
Bütün bunların hepsi emperyalizmin dünyayı yağmalaması için… Ve yalan makinesi bugünlerde Suriye için devrede…
Tacitus’tan bugüne ne değişti?
2000 yıl önce, bütün Akdeniz havzasının ve Avrupa’nın büyük bölümünün bütün zenginlikleri Roma’ya akıyordu ve bunun için her şey mûbahtı.
Bugün de bir avuç mali sermayedar ve silah sanayicisinin çıkarı için bütün dünya acı çekti ve hala çekiyor. Bütün zenginlikler 400 yıldır Amerika ve Avrupa’ya aktı. Bu amaçla son 40 yıldır milli devletler parçalanmaya, milli kurumlar tasfiye edilmeye çalışıldı. Bu amaçtan hala vazgeçilmiş değil.
Serbest piyasa adına gümrükler kaldırılmaya, ulusal ekonomiler yok edilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Etnik ve dinsel çatışmalar tezgâhlanıyor, darbeler düzenleniyor, teknoloji olağanüstü geliştiği için, bütün bu yalan operasyonları şimdi, önemli ölçüde iletişim araçları üzerinden yapılıyor.
Bu anlamda Tacitus’dan bu yana çok az şey değişti: “Bütün insanlığın içinde önce zengin uluslara göz dikiyorlar ve aynı hırsla da yoksul uluslararası yağmalıyor, katlediyor, talan ediyorlar… Bir diyarı harap edip bunun adına ‘barış’ diyorlar.”
Ama değişen bir şey var. Halklar şimdi Roma döneminde olduğu gibi çaresiz değil. Bütün ihtişamına rağmen yalanları, Roma’yı kurtarmaya yetmedi.
Bugün ise dünya milletleri, haklının örgütlü gücüyle yalan imparatorluğunu yıkma yolunda ilerliyor. İkiyüzlü numaraları, yalanları ve zulümleri; ABD’yi de Roma’nın akıbetine uğramaktan kurtaramayacak!
Dokuz yıldır, ABD’nin örgütlediği yıkım savaşına kahramanca direnen Suriye halkı bunu kanıtlıyor.