5 Mart günü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüştüğü saatlerde, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “İdlip’te Türkiye’ye her türlü desteği vermeye hazır olduklarını” söylüyordu. Pompeo bu açıklamasıyla, tam iki aydır Türkiye’yi Suriye ile savaştırmak isteyenin kim olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD, krizin en başından beri Türkiye’nin içindeki bütün “adamlarını” seferber ederek, Türkiye ile Suriye’yi, Rusya’yı ve İran’ı karşı karşıya getirmeye çalıştı. Ama başaramadı.
Ama bu vesileyle Atlantik sistemine 70 yıllık bağımlılığın, Türkiye içinde ne büyük zaafiyetler yarattığını, ABD’nin toplumumuz ve devletimiz içinde ne kadar önemli köprü başlarını tutmuş olduğunu bir kez daha gördük.
Ocak sonundan itibaren ısrarla Türkiye’ye kurulan “tuzağa” dikkat çekiyoruz. “Devlet aklı”na hitap ediyoruz. Türkiye’nin “mecburiyetleri”ni hatırlatıyoruz.
Acı olaylar yaşandı ama sonunda kazanan Türkiye’nin “devlet aklı” oldu.
Baş kaybeden
En baştan belirtelim: İdlip’te kazanan başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Rusya, İran ve bütün Batı Asya’dır.
Kaybedenler ise ABD, İsrail, Yunanistan, PKK ve FETÖ olmuştur.
Hatırlanacaktır. Kriz başlar başlamaz ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, koştura koştura Ankara’ya gelmiş, havaalanında büyük bir ikiyüzlülükle ve Türkçe olarak “şehitlerimiz var” demiş ve ondan sonra da bir ayağı hep Ankara’da olarak yoğun bir faaliyet yürütmüştü.
Jeffrey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’ya hareketinden iki gün önce gene Ankara’daydı. Onunla da yetinmedi Hatay’a gitti. Cilvegözü sınır kapısında Suriye’de sahnelenen emperyalist komplonun görevlilerinden olan “Beyaz baretliler” ile fotoğraf verdi. Jeffrey, büyük bir gayretle sahneye koydukları provokasyonun hedefine ulaşacağını umuyordu. “Başarı”sının sonuçlarını yerinde izlemeye gelmişti!
Hevesleri kursaklarında kaldı.
Mezhep savaşı
3 Mart günü sosyal medyada Beyrut’ta Türk bayrakları ile sevinç gösterisi yapan, şehir turu atan bir grubun görüntüleri yayınlandı.
Oysa aynı gün Beyrut’un Şii mahallelerinde yas ve cenaze törenleri vardı. İdlip’teki çatışmalarda ölen 15 kadar Hizbullah mensubunun cenazeleri defnediliyordu.
Aynı ülkede bir kısım yurttaşının ölümüne bayram eden diğer yurttaşlar…Mezhepçiliğin bir milleti getirdiği yer, işte bu manzaradır.
ABD ve İsrail yıllardır bütün İslam dünyasına bu manzaranın hakim olması için çalıştılar. IŞİD, El Kaide, Nusra türünden mezhepçi terör örgütleri bunun için kullanıldılar. Türkiye’nin de bu tuzağın içine çekilmesi yolunda sarf edilen gayretleri biliyoruz.
İdlip tuzağı işte Türkiye’yi Batı Asya çapında böyle bir tuzağa düşürmek için sahneye konmuştu.
Bir tarafta İran, Suriye, Irak’ın Şiileri ve Batı Asya’nın diğer Şii, Alevi, Nusayri vb. toplulukları olacak, karşı tarafta ise aralarında Türkiye’nin de olduğu Sünni dünyası. Ve Müslüman dünya, Sünni – Şii kavgası içinde birbirini tüketecekti.
İşte Moskova’da bu oyun boşa çıkarıldı. Türkiye’yi mezhep savaşının tarafı yapmak isteyenler başaramadılar.
Kazananlar
Suriye devletinin, Rusya’nın ve İran’ın en başından beri büyük bir soğukkanlılıkla hareket ettiğini söyleyebiliriz.
Özellikle Rusya ve İran, büyük devlet olmanın, yüzyılların ve hatta binyılların devlet mirasının verdiği akılla hareket ettiler.
Türkiye gibi bir ülkeyi Atlantik ittifakının yanına yeniden gitmesinin ne anlama geleceğini çok iyi biliyorlardı. Onun için Türkiye tarafından yükselen olumsuz sesleri çok fazla dikkate almadılar. Deyim yerindeyse onlar da Türkiye’nin “devlet aklı”na ve Türk Milleti’nin büyük sağduyusuna güvendiler ve yanılmadıkları ortaya çıktı.
Suriye ise bir yandan terör örgütlerinden ülkesini temizleme mücadelesini verirken diğer yandan Türkiye ile karşı karşıya gelmemeye büyük özen gösterdi. Bunun en büyük ve tartışmasız kanıtı, Suriye Ordusunun kontrolü ele geçirdiği alanlarda kalan TSK’ya ait sekiz gözlem noktasında kalan askerlerimize yönelik en küçük bir saldırının bile olmamasıdır.
Sonuç olarak Türkiye kazandı, Suriye kazandı, Rusya-İran kazandı. Kısaca insanlık kazandı; emperyalizm ve işbirlikçileri kaybetti.