Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa, 21 Mayıs günü Bloomberg televizyonuna konuştu: “Suriye’deki Rusya’ya ait Hımeymim askeri üssünden, en az 8 savaş uçağının Hafter güçlerine gönderildiğini” açıkladı.
Rusya bu açıklamayı bugüne kadar yalanlamadı. Öte yandan Hafter güçleri yanında savaşan Rus paralı asker grubu Wagner’in varlığını da göz önüne alırsak, Rusya ile Libya’da farklı yerlerde durduğumuzu söyleyebiliriz. Bu durumda “savaş uçağı gönderildi” haberinin de doğru olduğu anlaşılıyor. Yani Libya’da Türkiye ve Rusya karşı karşıya…
Bir örnek daha verelim: 18 Mayıs günü TRT Haber televizyonunda, Kırım Türklerinin İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Orta Asya’ya sürülmelerinin yıl dönümü vesilesiyle geniş bir haber yayınlandı. Haber; baştan sona kadar Rusya düşmanlığı üzerine kurulmuştu. Habere göre; “Kırım bugün Rusya tarafından yasadışı bir şekilde ilhak edilmişti ve Kırım Türkleri, Rusya’nın baskı ve zulüm politikasının hedefiydi.”
Bir de Şubat ayı sonunda İdlip’te 34 askerimizin şehit olmasıyla sonuçlanan gelişmeleri hatırlayalım: Öncesinde, ABD’den Türkiye’ye gelen “destek” açıklamaları biliniyor. İdlip’te, Suriye Hükümeti ve Rusya ile karşı karşıya gelince, ABD’nin aklına Türkiye ile NATO’da “müttefik” olduğu geldi. Ve Suriye Özel temsilcisi James Jeffrey, hemen “birlikte İdlip’te neler yapabileceklerini konuşmak için” Ankara’ya uçtu.
Bütün bunlarla birlikte, Hafter’e uçak yollandığı haberinin, 14 Mayıs’ta Genel Sekreter Stoltenberg’in, Türkiye ile yapılan görüşmelerin ardından, “NATO, Libya’da Trablus Hükümeti’ne yardım etmeye hazır” şeklindeki açıklamasından sonra çıktığını da hatırlayalım.
Bütün bu gelişmelerin ortaya koyduğu politik duruşun, Türkiye’nin çıkarlarıyla bir ilgisi yok. Ama biliyoruz ki Türkiye – Rusya ilişkilerini belirleyen, bu gelişmelerin ortaya koyduğu resim değildir.
Türkiye Astana Surecinde, Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekâtlarında, S-400’lerin alınması stratejik kararında, Türk-akım boru hattında, Barzanistan projesinin akamete uğratılmasında, İran’a yönelik ambargoya karşı çıkmada, Karadeniz’de güvenliğin sağlanmasında ve hatta “Mavi Vatanımızı” savunma yönünde attığımız adımlarda Rusya ile hep aynı yerde oldu.
İki duruş arasında tam bir zıtlık var!
Nesnel zorunluluklar
Öncelikle şunu saptayalım: Nesnel zorunluluklar Türkiye ile Rusya’nın çıkarlarını içinde bulunduğumuz stratejik dönemi kapsayacak biçimde birleştirmiştir.
Bunlardan birincisi, hegemonyacı bir emperyalist olarak ABD’nin her iki devleti de hedef almasıdır. ABD, Rusya’yı 1990’lı yıllarda bir kez parçaladı. Sonraki yıllarda da Kırım, Ukrayna, Çeçenistan, Abhazya vb. sorunları kaşıyarak ve terör örgütlerini kullanarak parçalama faaliyetini sürdürmeye çalıştı. Ama bu sefer başarılı olamadı, ayrı mesele…
Aynı ABD, bilindiği üzere 30 yıl öncesinde ilan ettiği “Üç İsrail” projesi ile Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef aldı. Bu amaçla Irak’ın kuzeyinde bir kukla devlet kurdu. PKK terör örgütüne her bakımdan destek oldu. 2015 sonrasında Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi hedef alan terör koridoru inşasına girişti. Suriye’de gerçekleştirdiğimiz bütün askeri harekatların karşısında durdu ve son olarak Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte Türkiye’yi hedef alan bir askeri tahdit oluşturdu. Ergenekon tertibi ile TSK’yı tasfiye girişimini ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini de ABD’nin Türkiye düşmanı faaliyetleri içinde zikretmek gerekir.
Yani Türkiye ve Rusya, aynı merkezden kaynaklanan askeri tehdidin hedefidirler, güvenlik çıkarları ortaktır.
İkinci olarak, Rusya Türkiye’nin halihazırda en büyük dış ticaret ortağıdır. Ekonomik ilişkilerin daha da gelişmesi iki ülkenin çıkarınadır. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz koşullarında Rusya ilişkilerin daha da gelişmesi iki ülkenin de yararınadır.
Üçüncü olarak dünya Asya Çağı’na girdi. ABD ise “batan gemidir.” Rusya ve Türkiye, Asya’nın batısında yer alan en önemli iki ülkedir. En yetkili ağızlardan Asya Çağı’nda Türkiye’nin yerini alması yönünde bir kararlılık içinde olduğu defalarca dile getirildi.
Bu açıdan bakıldığında da iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da güçlendirilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.
Doğru politika
İşte bu koşullarda dış politikalarda ikircikli politikalara yer olamaz. İdlip’te başka, Barış Pınarı bölgesinde başka politika olmaz. Kırım’da başka, Abhazya’da başka politika olmaz. Libya’da başka, Doğu Akdeniz’de başka politika olmaz.
“Orada Rusya ile burada ABD ile iş tutarım” anlayışının gerçek hayatta karşılığı yoktur. İş hayatında veya ticarette değişik ortaklarınız olabilir ama savaş alanında değişik ortaklarınız olamaz.
Savaşta, “bir cephede A ile işbirliği yapar B ile savaşırım aynı anda bir başka cephede B ile işbirliği yapar A ile savaşırım” diye bir strateji olamaz.
“Kırım’da ABD ile birlikte Rusya’ya karşı çıkarım ama Astana sürecinde de Rusya ile birlikte ABD’ye karşı çıkarım” politikası, gerçeklik dünyasında duvara toslamaya mahkumdur. Böyle bir tavrın sonucu, ülke olarak ödeyeceğimiz fatura olur.
Elbette gerek Rusya, gerekse Türkiye mecburiyetlerinin farkındadırlar ve her iki devlet de büyük imparatorluklar geleneklerinin mirasçıları olarak son beş yılın gelişmelerinin de defalarca gösterdiği üzere sonuçta kritik karar anlarında doğru kararlar vermişlerdir.
Şimdi de Libya, Mısır, Kırım, Suriye (İdlip) gibi sorunlu konularda, hayat hem Rusya’nın, hem Türkiye’nin önüne, iki ülkenin de çıkarına olan doğru politikayı bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Mecburiyetler hükmünü yürütecektir.
Önemli olan gerek Türkiye’de gerekse Rusya’da karar verici durumunda olanların, bedeller ödemesine meydan verilmeden bu gerçeği görmeleri, ona uygun tutarlı bir dış politikayı her alanda bir an önce hayata geçirmeleridir.