Vatan Partisi, HDP’nin kapatılması amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na dördüncü kez başvurdu ve bu amaçla bir imza kampanyası başlattı.
Kanımca Vatan Partisi’nin girişimine en anlamlı tepkiyi HDP’nin eski eşbaşkanlarından ve Van milletvekili Sezai Temelli verdi. Temelli yaptığı açıklamada; “Bizi kaygılandıran bu tartışmalar değil, bizi kaygılandıran Türkiye’deki muhalefet partilerinin derin sessizliğidir” dedi.
Bu açıklama aslında HDP’nin bugün içinde bulunduğu durumu olanca çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
“Bir elde silah, bir elde sandık” demokrasisi (!)
HDP, bizzat en yetkili ağızlarından defalarca, PKK ile arasında olan organik bağı itiraf etmiş olan bir partidir.
PKK ise sırtını ABD emperyalizmine dayamış, her yıl bu emperyalist ülkeden yüzmilyonlarca dolar para, binlerce TIR silah alan, başta Türkiye olmak üzere Suriye, İran ve Irak’a karşı; ABD’nin bölge planlarıyla uyumlu olarak silahlı mücadele yürüten bir örgüttür.
Bu durumdaki bir örgütün, yasal olanaklardan yararlanarak mecliste olması ya da yerel yönetimlerde bulunması, “demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması” olarak açıklanamaz.
Hiç kimse, “ben bir elimde silah, diğer elimde sandık ile mücadele ederim, bu benim demokratik hakkımdır” diyemez.
Böyle bir demokratik uygulama dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Var olan tek örnek, bir zamanlar İspanya’daydı. Ama bu ülkenin de Yüksek Mahkemesi, 50 yıllık ömrü boyunca toplam olarak 800 kişinin ölümüne yol açmış ve hiçbir yabancı güç ile ilişkisi olmayan ETA ile ilişkili olduğu gerekçesiyle Harri Batasuna Partisi’ni kapatmıştı.
Bu örnekte de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yapılan başvuruyu reddettiğini ve İspanya devletini haklı bulduğunu biliyoruz.
Kaldı ki yaklaşık 100 bin insanın ölümünden sorumlu ve yabancı güçlerle başından beri ilişkili olan, bugün ise Türkiye’nin varlığını ve toprak bütünlüğünü hedef alan tehdidin sahibi olan ülkeyle ilişkili PKK’nın durumu; hiçbir şekilde ETA örneği ile kıyaslanmayacak bir vahamet arzeder.
Sessizliğin nedeni
Bu yazıda esas üzerinde durmak istediğimiz konu, Sezai Temelli’nin sözlerinin ortaya koyduğu gerçektir.
HDP, bugün en yakın dostlarının bile ortaya çıkıp açıkça savunamadıkları konumdadır. Aslında kendini bile savunmaktan aciz bir konuma düşmüştür. Bir yıldır, Diyarbakır’daki il binalarının önünde eylem yapan annelerin karşısında çareyi, fiiliyatta Parti binasını kapatmakta bulan bir Parti’dir HDP. Yani çocuklarını PKK terörüne kaptıran ailelerin haklı tepkileri karşısında sinmiş vaziyettedir.
İkinci olarak, HDP (ya da PKK) kaybeden taraftadır. İşbirliği yaptığı gücün büyük çatırtılar arasında çöküşünü izlemektedir bütün dünya. Koronavirüs salgını karşısında ki ABD’nin durumu, “kendisi himmete muhtaç dede” sözünde özlü ifadesini buluyor.
Üçüncü olarak 2015 yılında açılım politikalarının sona erdirilerek PKK’nın üzerine gidilmesinden sonra bugün geldiğimiz yer; PKK’nın silahlı güçlerinin tarihinin en ağır kayıplarını yaşaması ve ülke içinde eylem yapabilme yeteneğini önemli ölçüde kaybetmesidir.
Dolaysıyla HDP’nin şimdi sessizliğinden yakındığı partilerin bir kısmı Dünyada ve bölgede olan gelişmelerden dolayı, zeminin ayaklarının altından kaydığını görmekte ve büyük bir panik içindedirler. Yani “ses çıkarabilecek” mecalleri kalmamıştır.
Açılım yıllarında AKP içinde PKK ile işbirliğinin en hararetli savunucularının, şimdi bağımsız siyasi partiler olarak çıktıkları yolda, halktan hiçbir destek bulamamaları ve sergiledikleri zavallılık öğreticidir.
CHP ise hâlâ, Atlantik projeleri içinde yer almaya çalışarak iktidar olabileceği hayalleri içindedir ama öte yandan bunun beyhudeliğinin verdiği çaresizlik içinde çırpınmaktadır.
Ak Parti’nin tavrı
Konuyu İktidar Partisi’nin tavrıyla bağlayalım: Aslında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurması gereken birinci Parti, Ak Parti olmalıydı. Ama bu Parti, bugüne kadar yapılan bütün çağrılara sessiz kaldı.
Bu sessizliğin arkasında, İdlip ve Libya’da NATO’yu göreve çağıran anlayışlar vardır. Kırım’da da ABD ile birlikte saf tutarak Türkiye’nin çıkarını savunabileceğini zanneden vahim yanlışlar vardır.
Dış politikada bugün Türkiye’nin işbirliği yapması gereken ülkelerin başında Suriye ve Mısır geliyor. Çünkü ülkemize yönelik terör tehdidinin merkez üssü artık Suriye’nin kuzeyindeki PKK varlığıdır.
Bu yanlışlar, bugün Suriye’de Fırat’ın doğusunda 2011 sonrasında adım adım PKK’ya ABD himayesinde bir devletçik kurmasını sağladı.
Doğu Akdeniz’de “Mavi Vatan”ımıza yönelik savaş tehdidini de Türkiye, ancak bölge ülkeleri ile işbirliği yaparak göğüsleyebilir. Mısır ve Suriye ile işbirliği, bundan dolayı da önemlidir.
İktidarın “Müslüman Kardeşler” muhabbeti, Suriye ve Mısır’da Türkiye’nin çıkarına olan politikayı engelliyor. HDP konusundaki ürkek tavır da bunun sonucudur.
Bütün bunlarla birlikte son söz: Ölüme çare yoktur. Emperyalizmin neoliberal küreselleşme saldırısının bir yana ürünü olarak tarih sahnesine çıkan etnik bölücülük, ömrünü tamamlıyor. HDP’nin kapatılması, bu yolda atılan önemli bir adım olacaktır.