2 Ağustos tarihli makalemizde Ergenekon tertibinin hedeflerinden birisinin de, Türkiye’nin siyasal yelpazesini, etnik ve mezhep farklılıkları zeminine oturtmak olduğunu yazdık. Yani plana göre, bir Sünni İslam Partisi, bir Alevi Partisi, bir “Türk” partisi ve bir de “Kürt” partisi olacaktı. Çünkü, Emperyalizm açısından etnik ve dini farklılıklar temelinde parçalanmış bir ülke, kontrol edebilme açısından “ideal” bir ülkedir.
Millet, bu farklılıklar temelinde bölündü mü provokasyonlar vb yollarla çatışmalar körüklemek, böylece ülkeyi kontrol etmek ve hatta olabilirse parçalamak kolaylaşır.
Yazım üzerine bir arkadaş, sosyal medyadan “Ne istiyorsunuz bu Alevilerden” diye yazmış. Bir şey istediğimiz yok tam tersine o yazıyla hem ülkeye hem de kaderi o ülkeye bağlı olan etnik gruplara ve azınlık mezheplerden yurttaşlara kurulan tuzağa dikkat çekmek istedik.
Uluslaşma süreci
Dünya kapitalizme ve dolaysıyla uluslaşma sürecine Avrupa’da girdi. Bugün homojen ulusal yapılara sahip gibi görünen bir çok Batılı ülke, bundan 500 yıl geriye gidildiğinde birbirinden oldukça farklı diler konuşan çok sayıda etnik gruptan oluşuyordu. Örneğin bundan 300 yıl önce bugünkü Fransızca, sadece Paris yöresinde toplam nüfusun, ancak yüzde 10’unu oluşturan bir kitle arasında konuşuluyordu. Franklar, Bretönlar, Normanlar, Basklar, Korsikalılar, Alsaslılar vd. geçen 300 yıl içinde Kapitalist gelişmenin sonucu olarak ve Fransız Devrimi’yle bugünkü Fransız Milleti haline geldiler. Paris Fransızcası hepsinin ortak dili oldu.
Bütün kapitalist ülkelerde çeşitli boyutlarda aynı süreç yaşandı. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ise bu zamanı olmadı. Dünyanın bu bölümü uluslaşma sürecine 19. Yüzyılın sonunda ve esas olarak da 20. Yüzyılda girdi. Yani 100 – 150 yıllık bir geçmişten söz ediyoruz. Dolaysıyla Ortaçağ’a özgü etnik ve dinsel parçalanmışlığı aşmak için gerekli zaman yaşanmadı. Bu ülkelerde etnik ve dinsel farklılıklar hala var olmaya devam ediyor.
İşte bu durum emperyalizm için kullanabileceği bir ortam demekti. “Böl ve yönet” siyaseti için bulunmaz bir zemin anlamına geliyordu. Dolaysıyla Emperyalizm; dünyanın bu bölgelerinde halkların kaynaşarak daha büyük milli topluluklar haline gelmelerini engellemek için elinden geleni ardına koymadı. Etnik ve dinsel ayrılıkları sürekli olarak kaşıdı, iç çatışmaları provoke etti. Bütün bu işleri yaparken etnik toplulukların ve dinsel azınlık grupların hamisi pozlarında ortaya çıktı.
İşte bu durum, söz konusu topluluklar açısından bir tuzaktır.
Ermenilerin başına gelen
Bu tuzağa 20. Yüzyılın başında bin yıldır bu topraklarda barış içinde bir arada yaşadığımız Ermeni vatandaşlarımız düştüler. Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ohannes Kaçaznuni, Partisinin (Taşnaksütyun) 1924 yılında Bükreş’te toplanan kongresine sunduğu raporda bu tuzağa, çarpıcı ifadelerle işaret ederek özeleştiri yapar. “İngiltere’nin denizden denize büyük Ermenistan vaadine kandık. Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurduk. Türkleri suçlayamayız, savaş sırasında yapılması gerekeni yaptılar.”
Bu tuzağa düşmenin maliyeti Ermenilere, 3 bin yıldır yaşadıkları topraklardan büyük acılar yaşayarak sürülmek oldu. Ama acıları sadece kendileri yaşamadı. Türklerin payına düşen; asker ve sivil toplam 3 milyonun üzerinde insan kaybı ve Balkanlarda 600 yıldır yaşamakta oldukları topraklardan sürülmek oldu.
100 yıl sonra aynı tuzak
Şimdi benzer tuzak Kürtler ve Aleviler için söz konusudur. ABD’nin bölgemiz üzerindeki hegemonya planlarının bir aleti olarak binlerce yıldır birlikte yaşadıkları kardeş halkların üzerine sürülmek nasıl bir kaderdir? Ermeniler geçen yüzyılın başında bu tuzağa düştükleri zaman İngiliz İmparatorluğunun üzerinde “güneş batmıyordu”. “Düveli Muazzama”nın gücünden, kudretinden kimse şüphe etmezdi.
Ama ezilen milletler ayağa kalktı. Ekim Devrimi ve Türk devrimi ile açılan çağda ne o görkemli imparatorluk ne de düveli muazzama kaldı. Onlara bel bağlayarak kardeşlerine saldıranlar hüsrana uğradı.
Peki ya bugün? Artık her alanda kaybetmekte olan ABD’nin askeri olmaya soyunarak birlikte yaşadığı Türklere, İranlılara ve Araplara saldırmanın sonucunun ne olacağını görmek için uzak görüşlü olmak gerekmiyor.
Aleviler
Alevilere gelince; mezhep temelinde bir siyasal örgütlenmenin zararını en başta Aleviler görür. Ergenekon tertibinde, CHP’yi bir Alevi Partisi haline getirmek için FETÖ kullanılarak yapılan operasyonun anlamı üzerinde düşünmek gerekmiyor mu?
Kuraldır: Toplum etnik ve dini temelde bölündü mü her zaman en fazla zararı görecek olan azınlık durumda olandır. Böyle bir bölünme, azınlık durumda olanlara, sırtını bir büyük güce dayamak dışında bir “çıkış yolu” bırakmaz. İşte en büyük tuzak budur.
Bundan otuz yıl öncesine kadar Alevi toplumu milletimizin; Cumhuriyet değerlerine, Atatürk’e, Türkiye’nin bütünlüğüne en fazla bağlı olan kesimi idi. Çünkü Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk sayesinde Ortaçağ’ın ayrımcı politikalarının hedefi olmaktan kurtulmuşlardı.
Ama özellikle son otuz yıl içinde emperyalizm merkezli faaliyetlerin sonucunda söz konusu kesimin bugün, Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve Türkiye’ye en uzak kesim haline getirildiği de bir gerçektir. 1990’larda başlayan bu operasyon Ergenekon tertibi ile zirveye ulaştı ve sonuçta bugünkü tablo ortaya çıktı.
İşte büyük tuzak budur. Bu tuzağa dikkat çekmek, Alevi yurttaşlarımıza ve bütün Türkiye’ye karşı görevimizdir.