Bütün tv kanalları ve gazeteler 3 Kasım günü yapılan ABD Başkanlık Seçimleri öncesinde başta Vaşington olmak üzere çeşitli şehirlerde alınan güvenlik önlemlerinin heberlerini, görüntülerle verdiler.
Alışveriş merkezleri, büyük mağazalar ve bankalar, camlarını tahta perdelerle kapatarak “önlemlerini” alıyorlar.
Güvenlik güçleri tedirgin… Halk içinde gerginliğin arttığı gözleniyor ve çatışmaların olması bekleniyor.
Bütün bunlar “süper devlet” ABD’nin içinde bulunduğu durumu yansıtıyor.
Yükselme ve çöküş dönemleri
Siyasi hareketler için de, devletler için de geçerli bir kural vardır.
Yükselme dönemlerinde içte barış ve birlik havası hakim olur. Böyle dönemlerde iç çatışmalar ertelenir. Çünkü yükselme eğilimi içinde olmak demek hem siyasi parti içinde, hem söz konusu devlet içinde bulunan herkesin, büyüyen pastadan pay alabilme umudunu taşıması demektir.
Geleceğe ilişkin umutlar ve olumlu beklentiler iç barışı sağlar.
Tersine gerileme ve çöküş dönemlerinde ise paylaşılan pasta küçüldüğü için içerde barış olmaz. Artık herkes birbirinin payına gözünü dikmek durumundadır. Çatışmalar ön plana çıkar.
ABD’nin şu anda yaşadığı tam da budur.
Zaten kriz içinde olan ABD ekonomisi 2020 yılının ikinci çeyreğinde tarihinin en büyük daralmasını yaşadı: Yüzde 33.
Üçüncü çeyrekte gelen rakamlar ise aynı oranda bir “büyüme”nin gerçekleştiğini gösteriyor. Ama ne pahasına!
Korona salgınında günlük vaka sayısı 100 bine, ölüm sayısı ise yeniden binin üzerine çıktı. Kısacası ABD fiilen Korona ile mücadelede “sürü bağışıklığı” yöntemine geçmiş durumda.
ABD, ekonomide üçüncü çeyrekte sağladığı “büyümeyi”, “sürü bağışıklığı” yöntemi pahasına elde etmiş bulunuyor. Yani yoksul ve emekçi Amerikalının canı pahasına!
Elbette bütün bunlar halkta, yönetime olan güveni sıfırlıyor, gerilimi büyütüyor ve bütün ABD’yi patlamaya hazır barut fıçısına döndürüyor.
ABD’nin “mecburiyetleri”
Salı günü yapılan Başkanlık seçiminde kesin sonucun alınması zaman alacak. Ama kim seçilirse seçilsin ABD’nin içine girmiş olduğu gerileme ve içe kapanma eğilimi durmayacak, devam edecektir.
Biden’ın içe kapanma eğilimine karşı çıkması ve eski hegemonyacı politikaları devam ettirme yönündeki söylemlerinin çok büyük kıymeti harbiyesi yoktur.
ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi olarak zorunlulukları vardır. Seçim platformlarında söyledikleri ne olursa olsun, sonuçta ABD devlet başkanlarına yön veren bu zorunluluklardır. Bu gerçekliği, Trump’ın arkada kalan dört yıllık pratiğinde de gördük.
1.ABD artık dünyanın en büyük ekonomisi değildir. 2014 yılından bu yana satın alma gücü paritesi üzerinden yapılan hesaplamalarda Çin’in gerisinde. Yakın bir gelecekte (10 yıl içinde) Hindistan’ın da gerisinde kalacaktır.
2.ABD, çok uzak olmayan bir gelecekte en büyük ekonomik avantajını, doların uluslararası değişim parası olması silahını kaybedecektir. Böyle bir gelişme, ABD ekonomisinin en büyük darbeyi yemesi anlamına gelecektir.
3.Askeri bakımdan ABD son yıllarda el attığı her yerde yenildi. Gün geçtikçe daha fazla birleşen Asya karşısında hiçbir şansı kalmadı.
4.Yakın zamana kadar en yakın müttefiki olan Avrupa, artık her konuda ABD ile hareket etmiyor. Latin Amerika’nın arka bahçe olduğu günler geride kaldı. Çin’in yalnız başına Afrika kıtasındaki yatırımları, ABD ve Avrupa ülkelerinin bu kıtadaki toplam yatırımlarından daha fazla.
5.En önemlisi ABD’nin kendi içinde beyazlar, zenciler, Hispanikler ve Asya kökenliler arasındaki çelişmelerin derinleşmesi, Amerikan toplumunun iç çatışmalarla parçalanması eğilimi içine girmesidir.
İşte bütün bu etkenler Amerika’nın geleceğine yön verecek olan “zorunluluklardır.” Onun için seçimi kim kazanırsa kazansın sonuç olarak ABD politikasını bu gerçeklikler belirleyecektir.
Köksüz bir uygarlık
Son bir not: ABD’de hemen hemen bütün toplumsal huzursuzluklar ve çatışmalar beraberinde yağmalama olaylarını da getiriyor. Asya ve Avrupa veya Afrika’nın hiçbir ülkesinde bu manzaralara kolay kolay rastlayamazsınız. Çünkü Asya, Avrupa ve Afrika toplumlarında tek tek bireyler, binlerce ve hatta 10 binlerce yılı bulan bir tarihi geçmişle ve bunun doğurduğu “hukuk”la birbirlerine bağlıdırlar. Bu durum belli bir karşılıklı saygıyı ve sorumluluğu da doğurmuştur.
ABD ise tarihi 250 yılı bulmayan bir ülke. Son 150 yılında elde ettiği zenginliğin çok büyük kısmını emperyalist politikalarla dünyanın geri kalanını sömürerek elde etti. ABD’deki beyazlar, zenciler, hispanikler ve Asyalıları birbirine bağlayan bağlar eski dünya ile karşılaştırılmayacak ölçüde zayıftır. Dünyanın başka ülkelerini sömürerek elde edilen zenginliğin Amerikan halkına dağıtılması bitince, iç çatışma kaçınılmaz hale geliyor ve bu çatışmalar hemen yağmalamalara dönüşebiliyor.
ABD’de şu anda gördüğümüz manzara budur. Ve öyle görünüyor ki seçim sonucu ne olursa olsun bu çatışmalar daha da derinleşecek ve ABD dünyanın en istikrarsız ülkelerinden biri olmaya doğru gidecektir.