AB liderleri, bugün ve yarın (10 – 11 Aralık) Türkiye’ye uygulanacak yaptırımları görüşmek üzere toplanıyorlar.
Bilindiği üzere Avrupa Parlamentosu, 26 Kasım tarihinde yaptığı toplantıda AB liderlerine, Türkiye’ye yaptırım uygulanması kararını almaları tavsiyesinde bulunmuştu.
Avrupa Parlamentosu yaptırım kararına gerekçe olarak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Karabağ, Libya, Kıbrıs’ta izlediği politikaları, kapalı durumda olan Maraş’ın açılması vb konuları göstermişti.
Türkiye’den istenen, Doğu Akdeniz’deki faaliyetin durdurulması, Maraş’ın yerleşime açılması kararından dönülmesi, Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının sona erdirilmesi, Karabağ ve Libya’daki gelişmelere müdahil olmamasıdır. Vb.
Gene bilindiği gibi Türkiye, bütün bu konulardaki talepleri sert bir dille geri çevirdi. İşte AB liderleri zirvesi bu koşullarda toplanıyor.
Ne olacak?
Bu tablodan hareketle, AB liderler zirvesinden ‘kesinlikle Türkiye’ye yaptırım kararı çıkacak’ demek o kadar kolay değil.
Çünkü birinci olarak AB’nin eli o kadar kuvvetli değil, ikinci olarak ise Türkiye’nin eli o kadar zayıf değil.
Dünya dengeleri değişiyor ve Türkiye değişen bu dünya dengeleri içinde son derece kritik bir konumda bulunuyor.
Batı dünyasının, – başta da ABD olmak üzere – ekonomik, askeri, bilimsel gelişme, ideolojik hakimiyet, moral üstünlük vb. akla gelebilecek her alanda Doğu’nun gerisinde kalmaya başladığı, artık herkesin görebildiği bir olgu. İşte bu koşullarda Avrupa Birliği de; jeostratejik konumu, ekonomik ve askeri gücü itibariyle önemli bir durumda olan Türkiye’nin, tercihini, kesin olarak Doğu’dan yapması durumunda, bunun önemli sonuçlarının olacağının farkındadır.
Yaptırım kararı ile birlikte Türkiye’nin önüne gelecek olan seçenekler, NATO üyesi olarak kalıp kalmama, AB aday üyeliğinin devam edip etmemesi olacaktır. Veya en azından bu konularda verilecek nihai karara, bir adım daha yaklaşılacaktır.
NATO’dan çıkma veya AB üyelik başvurusunu geri çekme, çok değil bundan 10 sene kadar önce toplumumuzun çok küçük bir kesimi tarafından savunuluyordu. Şimdi ise Milletin önemli bir çoğunluğunun bu seçeneklere sıcak baktığı biliniyor.
Dolaysıyla gerek AB liderleri ve gerekse hala AB üzerinde belli bir ağırlığı olan ABD, yaptırım kararı almadan önce bütün bu olasılıkları hesaba katacaklardır.
Zor durumda olan kim?
Öte yandan yaptırım kararlarına karşı Türkiye’nin eli sanıldığından daha güçlüdür. Son olarak Kovid 19 salgınına karşı Türkiye’nin aşı tercihini Çin’den yana yapması ve altı ay sonra ise kendi üreteceği aşının devreye girecek olması; bir yanıyla Türkiye’nin önündeki seçeneğin somut bir ifadesi olmuş, diğer yanıyla potansiyelinin ne olduğunu göstermiştir.
Türkiye içinde bulunduğu ekonomik krize çözüm arıyor. Kafkaslardan Güneydoğu sınırlarımızın ötesine ve Doğu Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada milli güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelen tehditlerle mücadele ediyor. Bu iki önemli sorunda; bir yanda sorunların nedeni ve tarafı olan Batı, diğer yanda sorunların çözümünde kader birliği yaptığı Doğu var.
Ve elbette bu durum Türkiye’nin yönelimini belirlemede elle tutulur sonuçlarını da veriyor. 4 Aralık günü İstanbul Kazlıçeşme’den Çin’e doğru yola çıkan İhracat Treni, bu yönelimin adeta somut bir kanıtı oldu.
Astana sürecinin ardından Karabağ sorunun çözümünde, Türkiye ile Rusya’nın fiili işbirliği bir başka çarpıcı örnek olmuştur.
Türkiye; Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve Karabağ’da yaşanan askeri hesaplaşmalarda sanılanın çok üzerinde bir bağımsız hareket gücüne, teknolojik birikime ve daha da önemlisi karar vermesi durumunda her alanda çok daha iyisini başaracak bir sanayi alt yapısına sahip olduğunu dünyaya gösterdi.
Rusya, İran ve Çin ile geliştirilen stratejik ilişkiler, Türkiye’nin elini daha da güçlendirmiştir.
Türkiye’nin yumuşak karnı
Bu olumlu tablo içinde Türkiye’nin elini zayıflatan unsur, Türkiye’yi yönetenlerin dünyanın ve Türkiye’nin içine girmiş olduğu bu yeni duruma uygun düşmeyen ikircikli tavırları ve bütün tarafları idare edebileceğini sanmalarıdır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Kasım günü yaptığı konuşmada dile getirdiği “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” şeklindeki yaklaşım, aslında Avrupa’nın tehditleri karşısında Türkiye’nin elini zayıflatmaktadır.
Özellikle kriz dönemlerinde en büyük ihtiyaç, izlenecek politikada netleşmek ve kararlılıkla bu politikayı uygulamaktır.
İşte bu noktada Türkiye’nin dış politkasını, halihazırda fiilen içinde yer almaya başladığı Asya ve özellikle Batı Asya gerçekliğine göre radikal bir şekilde gözden geçirmesi ve tutarlı hale getirmesi gerekiyor. Özellikle bugüne kadar Suriye, Mısır’a yönelik olarak izlenen hatalı yaklaşımı değiştirmesi anahtar önemdedir. İşte o zaman Avrupa’nın, Türkiye’ye yönelik olarak “yaptırım” dilini bir kenara bıraktığını ve Asya ile Avrupa arasında yer alan bu önemli ve büyük ülke ile ilişkileri sağlıklı bir zeminde daha ileriye, nasıl götüreceğini konuşmaya başladığını göreceğiz. Gerçekte eli zayıf olan, daha zor durumda olan Türkiye değil Avrupa’dır.
10 Aralık 2020