Yeni yıla girerken, Türkiye siyasetinde yaşanması muhtemel gelişmeleri anlayabilmek açısından göz önünde bulundurulması gereken belli başlı olgular olarak şunlar sayılabilir:
-Bütün kamuoyu yoklamalarının gösterdiği üzere en önemli sorun, ekonomik krizdir. İzlenen ekonomi politikalarının sonucunda 2017 sonrasında adım adım gündeme oturan kriz, Korona salgını ile birlikte iyice ağırlaşmıştır. Bütün toplum kesimleri krizden etkilendi ama özellikle işini kaybeden emekçiler ile toplumumuzun önemli bir kesimini oluşturan esnaf, krizin en büyük mağdurlarıdır. Krize çözüm yolunda ikna edici tedbirlerin alınmaması, iktidara yönelik toplumdaki tepkiyi büyütüyor ve Ak Parti seçmeninden de hatırı sayılır bir kesimi kararsızların safına itiyor.
-Ekonomik bakımdan sıkışmışlık, iktidarı, Batı’dan gelecek sıcak paraya mahkum eden adımlar atmasına neden oluyor. Merkez Bankası’nın faizleri önce 4.75, ardından iki puan daha artırması 12 milyar dolar kadar sıcak paranın yurda girmesine yol açtı. Böylece yükselen döviz fiyatları geriledi ve şimdilik bir istikrar sağlanmış görünüyor. Ama malum merkezlerden yeni talepler de Hükümet’in önüne konmuş durumda. Sıcak paraya mahkûmiyet, altından kalkılamayacak siyasi faturalar ve güvenlik sorunları çıkarır. Faizlerin yükselmesi sonucu paradan para kazanmak amacıyla gelen döviz, Türkiye’nin tepesinde sallanan “Demokles”in kılıcıdır.
-Ekonomik krizle birlikte “Suriyeli mülteci sorunu” toplum içinde giderek daha büyük tepkilere neden oluyor. Ak Parti’nin büyük şehir belediyelerini kaybetmesinde, Suriyeli mülteciler konusundaki politikasının belirleyici olduğu konusunda yaygın bir kanaat var. Mülteci sorununu bugün tamamıyla çözme olanağı varken, Ak Parti’nin birinci olarak Şam Hükümeti ile doğrudan ilişki kurmamakta inat etmesi, ikinci olarak da mültecilere vatandaşlık vererek önümüzdeki seçimlerde potansiyel bir destekçi seçmen kitlesi kazanmak hesabı yapması, sorunu kangrenleştiriyor. Oysa Ak Parti; “Dimyat’a pirince gitme hesabı yaparken evdeki bulgurdan da olmaktadır.”
-“Millet İttifakı” Ak Parti iktidarının en büyük “şansıdır”. Ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan Batı’ya ve özellikle ABD’ye teslim olma dışında bir “çözümü” olmayan “Millet İttifakı”nın, özellikle son 20 yıldır ülke ve millet olarak yaşadıklarımızdan sonra halkımızdan destek görmesi mümkün değildir. ABD, Türkiye’yi “Hasım” olarak ilan ediyor ve yaptırım kararı alıyor. Biden’ın iktidar olurken Türkiye konusunda söylediği, mevcut iktidarı yıkmada Trump’tan daha kararlı davranacağıdır. Bu koşullarda adeta Biden’ın arkasında saf tutarak Türkiye’de muhalefet yaptıklarını zannedenler en büyük hesap hatasını yapıyorlar.
Bugünün ABD’si deyim yerindeyse “kendisi himmete muhtaç bir dede”dir; bu koşullarda “millet ittifakı’na derde deva bir “himmet”de bulunması olanağı yoktur. Ama bu yöndeki çabanın Ak Parti iktidarını daha da güçlendireceği bir başka gerçektir.
Onun için “Millet İttifakı” Ak Parti’nin en büyük şansıdır.
-CHP ve İyi Parti başta olmak üzere hemen hemen bütün sistem Partilerinin içinde bulunduğu kriz gerçekte sistemin krizidir. Bu Partiler durmadan bölünüyorlar. Ortaya çıkan bir dizi “yeni parti”nin de, farklı bir siyaset üretmedikleri için halktan destek bulmaları söz konusu değil.
Önümüzdeki dönem, tam bağımsızlık politikasının yanısıra halkçı-devletçi bir çözümü savunacak, en başta emekçiler, üreticiler ve esnaf olmak üzere toplumun bütün kesimlerinin çıkarını kararlılıkla savunacak olan Parti’nin yıldızının parlaması açısından koşullar, hiçbir zaman olmadığı kadar elverişli hale gelmiştir.
-2021 yılında erken seçim hayali görenler, gördükleri hayal ile kalacaklar. AKP ve MHP’nin “evet” demedikleri bir seçim olmaz. Bu Partilerin mevcut ekonomik kriz koşullarında seçim istemeleri mümkün değildir. Batılı merkezlerde planlanan “yaratıcı yıkıcılık” eylemleriyle İktidarı erken seçime zorlama hesapları ise tutmayacaktır. Türk Milleti özellikle son yirmi yıl içinde Balkanlarda, Kafkaslarda ve Arap dünyasında yaşanan bunca dersin ardından emperyalizmin bu tuzağına düşmeyecek kadar sağduyu sahibidir.
-2020’nin en önemli olaylarından biri, Diyarbakır annelerinin HDP binası önünde gerçekleştirdikleri oturma eylemidir. Anneler bu eylemleriyle, PKK’nın yıllardan beri bölge halkı içinde oluşturduğu psikolojik üstünlüğü yerle bir ettiler. PKK ve uzantıları artık eskiden olduğu gibi halk içinde ellerini kollarını sallaya sallaya, oralarda tek söz sahibiymiş gibi davranma avantajını (lüksünü) kaybettiler. Psikolojik üstünlük terör karşıtlarına ve ülkenin birliğini savunanlara geçmiştir.
HDP ile ilgili olarak Vatan Partisi tarafından gündeme getirilen kapatma talebinin kamuoyunda giderek yaygınlaşmasını ve başka partiler tarafından da dillendirilmesini; bir yanıyla PKK’nın ömrünün sonuna gelmiş olduğu gerçeğinin bir sonucu, diğer yanıyla Diyarbakır annelerinin eylemlerinin başarısı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
-Etnik ve dinsel farklılıklar temelinde siyaset yapma zemini de kaybolmaktadır. Arkada kalan 40 yıl, gelişmekte olan dünyada etnik ve dinsel farklılıklar temelinde parçalanma dönemi oldu. Huntington ve Fukuyama benzeri neo liberal teorisyenlerin savunuculuğunu yaptıkları “kimlik siyaseti” kendisine bu zeminde hayat alanı buldu. Ama bu dönem kapanıyor. HDP benzeri etnik yapılanmaların, laiklik karşıtı dinsel akımların veya Aleviler üzerinden yeni bir dinsel azınlık yaratma çabasında olanların, siyasi arenada kendilerine yer bulmaları gün geçtikçe daha da zorlaşacak ve giderek sahneden çekileceklerdir. (Devam edecek)