Vatan Partisi Merkez Disiplin Kurulu’na sunduğum savunmamı, görüş ve eleştirilerini almak için verdiğim sınırlı sayıdaki arkadaşlarımın istisnasız hepsinin tepkisi, “Arkadaş sende peygamber sabrı varmış. Bunca yıl bu kadar haksızlığa, saldırıya nasıl tahammül edebildin?” oldu.
Türkiye Solu’nun özellikle 1970’lerde iyice kronik hale gelen bir hastalığı vardı. Herhangi bir örgüt içinde en ufak bir görüş ayrılığı, hemen örgütten kopmak ve ayrı bir örgütlenmeye gitmekle sonuçlanıyordu. 1980 yılına gelindiğinde irili ufaklı toplam 64 örgüt ortaya çıkmıştı. 1960 ve 70’lerdeki büyük devrimci potansiyelin heba olmasında bu yanlış anlayışın büyük payı vardı.
Gene aynı şekilde örneğin benim de içinde olduğum İşçi Partisi – Vatan Partisi geleneğinde, bir çok arkadaşım kanımca ayrılmayı gerektirmeyecek bazı fikir ayrılıkları veya kendilerine karşı sergilenen bazı yanlış tavırlara tepkilerini, hemen Partiden ayrılarak bir kenara çekilmek şeklinde gösterdiler. Bu da yanlıştı.
Devrimci bir parti kolay kolay ortaya çıkmıyor. Binlerce, on binlerce devrimcinin, on yılları bulan emeği, fedakârlığı ve hatta hayatı üzerinde şekillenen bir yapıdır devrimci parti. Onun için bir devrimcinin görevi “sonuna kadar” o yapının zarar görmemesi için kendisinden fedakârlık yaparak gereken çabayı göstermesidir.
Özel olarak Vatan Partisi ile ilgili olarak konuşursak, arkada kalan yarım yüzyıl içinde esas olarak doğru bir çizgide mücadele ederek geldi. 1970’lerde maceracılığa karşı mücadele, örgütlenmede ve mücadelede kitle çizgisi, 1980’lerde örgütlülüğünü muhafaza ederek çıkması ve sivil toplumcu sağ teslimiyetçi akıma karşı verdiğimiz mücadele, 1989 bahar eylemlerinde ve Güneydoğudaki büyük kitle mücadelelerinde oynadığımız olumlu rol, 1990’larda emekçi hareketi içindeki ağırlığımız ve 28 Şubat sürecinde emperyalizme ve Ortaçağ gericiliğine karşı etkili olan mücadelemiz, 1998 -2002 yılları arasındaki kitlesel; “Türkiye’de Türk Bayrağı, Türk Lirası”, “Hortumcunun Malına El Konsun” ve “Türkiye’nin Savunması Kıbrıs’tan Başlar” kampanyalarımız, 2005 – 2006 yıllarında çeşitli Avrupa başkentlerinde gerçekleştirdiğimiz “Ermeni soykırımı yalanları”na karşı eylemlerimiz ve elde ettiğimiz tarihsel başarı, ABD emperyalizminin BOP eşbaşkanlığına, FETÖ’ye ve Türkiye Cumhuriyeti’ni dağıtmayı hedefleyen Ergenekon tertibine karşı yürüttüğümüz mücadele, FETÖ’ye karşı başlayan mücadelenin ardından 24 Temmuz 2015 yılında “Kürt açılımı politikası”nın sona erdirilip ABD ile silahlı olarak karşı karşıya gelmek anlamında olan “Vatan Savaşı”nı doğru tahlil etmemiz ve nihayet 15 Temmuz 2016’de Amerikancı gladyo darbesinin bastırılmasında oynadığımız rol…
İşte bütün bu başarılar, o elli yıllık emeğin ürünüdür. Elbette bu başarıları elde eden Parti’nin birliği korumak için sonuna kadar direnmek bir devrimci sorumluluktu. Bunun gereğini yapmak görevimizdi.
Öte yandan, Mart 2014 yılında Silivri duvarlarının yıkılmasıyla birlikte eskiden beri var olan kimi zaaflarımız Genel Başkan’ın şahsında giderek daha belirgin bir şekilde kendini göstermeye başladı. Yıllar içinde giderek adeta kemikleşti ve arkada kalan “yarım yüzyıl içinde iğneyle kuyu kazarcasına inşa ettiğimiz yapının adeta kazma kürekle yıkılmasına” yol açtı. 2014, 31 Mart yerel seçimlerine Türkiye’nin her tarafında girmemiz, Ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde fiiliyatta Ekmelleddin İhsanoğlu’nu desteklemek anlamına gelen seçim politikamız, eskiden beri var olan halk ve parti içindeki çelişmeleri düşmanla aramızda olan çelişmeler gibi ele almamız, güç toplama ilkesini göz ardı etmemiz, iktidar olmayı amaçlayan bir siyasi parti gibi değil, bir düşünce üretim merkezi gibi hareket etmemiz, parti içi demokrasiyi yok eden uygulamalarımız, AKP’nin ABD ile çatışması ve Türkiye’nin Atlantik ittifakından adım adım koparak bölgesel işbirliğine ve Asya’ya yönelmesine olan desteğimizi adeta AKP’ye her alanda destek olmak gibi bir aşırılığa vardırmamız; parti olarak büyük kayıplara uğramamıza yol açmış durumda.
Vatan Partisi 2005 -2015 döneminde Türkiye’de halk hareketinin lideri konumundaydı. Özellikle 2012 – 2015 yıllarında çağrılarımıza yüz binler ve milyonlar yanıt vermeye başladı. Adeta ana muhalefet partisi konumuna yükselmiştik. Ama biraz evvel belirttiğimiz hataların ardından 2017 – 2020 yılları arasında başsavcılık kayıtlarına göre üye kaybımız yaklaşık 10 bin kişidir ve bu erime devam etmektedir.
2018 yılı Haziran ayına kadar Örgütlenme Bürosu başkanlığını yapıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam Şubat 2018 yılında Gümüşhane’de 78. il örgütümüzün kuruluş toplantısını yapmıştık. Şimdi ise verilen bilgilere göre 66 il örgütümüz var. Kaldı ki bu örgütlerin de azımsanmayacak bir kısmı artık kâğıt üzerinde.
İşte bu olumsuz gidişe karşı verdiğimiz mücadele, 2018 yılı Eylül ayında benim, son olarak üstlendiğim Genel Saymanlık görevinden, Genel Başkanla yaşadığımız ve benim kabul edemeyeceğim bir ithama tepki göstererek istifa etmemle sonuçlandı. Sonraki 28 aylık süreç içinde yaşananları Merkez Disiplin Kurulu’na verdiğim savunmamda ayrıntılı olarak anlattım. Burada, yaşananları birinci tekil şahıs kullanarak yazıyorum. Çünkü 17 Ocak 2021 tarihinde katıldığım MKK toplantısına kadar parti disiplinine sonuna kadar bağlı kaldım. Parti içinde ayrı bir grup – hizip oluşturmak gibi bir faaliyet içinde olmak benim parti anlayışıma ters olurdu.
Merkez Disiplin Kurulu 12 Ocak tarihinde benimle ilgili olarak ihraç talebini reddedince bundan büyük mutluluk duydum. Artık Genel Kurultay’a yönelik bir çalışmaya başlayabilecektim ve Genel Kurultay’da bütün Partinin önüne çıkarak son yıllarda yaşadığımız ve Genel Kurultay Rapor Taslağı’na yansıyan yanlış anlayışın reddedilmesi için çalışacaktım.
Ama bilindiği üzere buna izin verilmedi. Genel Başkan alelacele MYK ve MKK’yı toplantıya çağırdı. Dünya siyasi partiler tarihinde örneği olmayan bir kararı aldı ve uyguladı. Özetle “Disiplin Kurulu kararını tanımıyoruz. Derhal bu kararı değiştirin aksi taktirde görevlerinizi askıya alır ve sizi disipline veririz” denildi. Önce MYK sonra MKK; Başkan’ın bu tavrını benimsedi. Disiplin Kurulu’na bir hafta süre verildi. Disiplin Kurulu Başkanı da alınan karara uyacaklarını beyan etti.
Yani Vatan Partisi’nde, kanun ve tüzük hükümlerinin hiçbir anlamının kalmadığı bir noktaya gelmiştik. Sonuna kadar parti içinde kalarak mücadele etme olanağımız, bizzat genel başkan ve partinin yetkili kurullarının akıl almaz keyfi uygulamaları ile yok edilmişti.
Benim düşüncem, Disiplin Kurulu’nun artık kesin olan ihraç kararını beklemekti. Ama Ankara il Kurultayında, Aykut Diş’in kürsüden bir kadın arkadaşımıza hakaret etmesine tepki gösteren ve salondan çıkmak isteyen parti üyelerinin, Divan Başkanı’nın “Salondan çıkamazsınız” talimatı üzerine kapıları tutan görevlilerle yaşadıkları itişmelerden dolayı kesin ihraç talebiyle Disiplin Kurulu’na sevk edilen 17 arkadaş, bekleme tavrımı doğru bulmadıklarını, bunun “meşruiyetini kaybetmiş bir kurula meşruiyet kazandırmak” olacağını söylediler. Bunun üzerine bu arkadaşların zoom üzerinde bir toplantı organize ederek istifamın zamanlamasını konuşma taleplerini kabul ettim. Ve 19 Ocak akşamı bu toplantıyı gerçekleştirdik. Toplantıya katılan arkadaşların ezici çoğunluğu hemen istifa etmemden yanaydı. Arkadaşların talebine uydum ve ertesi gün istifa ettim. Yani 19 Ocak’ta yaptığımız zoom toplantısı “parti içi değil parti dışı” bir toplantıdır.
Parti içindeki hizip çalışmasının kanıtı olarak propaganda edilen şey, partiden atılma kararı 580 kişinin gözü önünde Disiplin Kurulu’na dikte edilmiş kişinin “istifa mı edeyim yoksa birkaç gün sonra olacak ihraç kararını mı bekleyeyim” düşüncesiyle yaptığı bir sohbetten ibaret. Demek ki artık parti dışına atılmış olan kişilerin çalışmaları da “hizip” çalışması olabiliyormuş! İşler, işte böyle yalan ve iftiralarla yürütülüyor.
Bütün bunlarla anlatmaya çalıştığımız şudur: Parti içinde örgütlenme ve çalışma tarzından, çeşitli konularda izlenen politikalara kadar, temelden bir farklılık olmadığı sürece doğru tavır, parti içinde kalarak mücadeleyi sonuna kadar sürdürmektir. Yılların emeğine sahip çıkmaktır. Ama her türlü kanunsuzluğa başvurarak sizi partiden attıkları zaman da bir devrimci olarak ülkenize ve halkınıza olan sorumluluğunuzun gereğini o güne kadar içinde olduğunuz yapılanmanın dışında yerine getirmeye devam etmektir.
22 Ocak 2021 günü, istifa eden 108 devrimci, parti içinde kalarak yanlışlara karşı seslerini çıkarma olanağı kalmadığı için tepkilerini istifa ederek ortaya koydular.
Bundan sonra Vatan Partisi’yle yollarını ayıran devrimcilerin görevi, örgütlü olarak mücadeleye devam etmektir. Elbette bu mücadelenin, Vatan Partisi veya Doğu Perinçek düşmanlığı gibi bir yaklaşımı olmayacaktır. Son yıllarda çeşitli nedenlerle parti dışına düşmüş olan devrimci potansiyeli toplamak öncelikli işimiz olacaktır. 2012 – 2015 yılları arasında etrafımızda toplanan ve bizimle birlikte alanlara çıkan büyük potansiyelle birleşmek hedefimizdir. Aynı şekilde istisnasız bütün partilerin tabanında arayış içinde olan yurtseverlerle, Türkiye’nin ihtiyacı olan devrimci seçeneği hep beraber oluşturmak için çalışacağız.
Arkada kalan yıllar içinde verilen mücadele aynı zamanda farklılıklarımızın da gene yıllar içinde şekillenmesine yol açmıştır. 2014 – 2021 yılları içinde yapılan ve biraz evvel özetle anlattığım yanlışlara karşı verdiğimiz mücadele bundan sonra da ne yapacağımızı belirleyecektir.
Özetle, Türkiye Atlantik kampıyla bir hesaplaşma içindedir. Biz Atlantik kampıyla olan mücadelede Türkiye cephesindeyiz. Bu bakımdan sırtını Atlantik güçlerine dayayarak iktidar olmaya çalışan “Millet İttifakı” yanlış yerdedir. Yanlış yerde durduğu için fiiliyatta ABD’nin karagücü PKK ve onun yasal uzantısı olan HDP ile aynı yerdedir. Biz Türkiye cephesi içindeyiz ve bu cephenin başında olmanın mücadelesini vereceğiz. AKP, mezhepçi yaklaşımları, çeşitli alanlarda Ortaçağ’ı diriltme yönündeki uygulamaları, ülke kaynaklarını israfa, vurguna ve sadaka ekonomisine harcayarak kriz karşısında sergilediği çaresizliği ve özellikle eğitimin içini boşaltarak bütün okulları adeta İmam Hatipleştiren yaklaşımlarıyla ve bütün milletimizi birleştirmek yerine, yarısını diğer yarısının karşısına koyarak iktidarını sürdürme stratejisiyle, Atlantik cephesine karşı mücadelesinde Türkiye’yi yönetebilme yeteneğine sahip değildir. Devrimci seçeneğin hedefi bütün Türkiye’yi birleştirmektir. Vatan Partisi, son yıllardaki pratiğiyle bırakalım bütün Türkiye’yi birleştirmeyi, kendi içinde bile birliği sağlayamadığını göstermiştir. Türkiye’nin ihtiyacı, artık olmayan devrimci seçeneğin yaratılmasıdır ve bizim görevimiz bu seçeneğin inşasına katkıda bulunmaktır.
24 Ocak 2021