Doğu Perinçek’e son mektup

(Mart 2020)

Sayın Genel Başkan,

Umarım bu ileti, bu konuda size yazmak zorunda kaldığım son mektup olur. 25 Ekim 2019 günü Ankara’da bulunan MKK üyeleri ile yapılan toplantıda, ardından 17 Kasım günü sizin çağrınızla gerçekleşen “Kıdemliler Toplantısı”nda hakkımda söyledikleriniz ve son olarak 19 Aralık günü yapılan genişletilmiş MKK toplantısında bana karşı sergilediğiniz tavırla ilgili olarak uzun uzun düşündüm. Siz, bana yönelik tavrınızı ondan sonra başka toplantılarda da ısrarla sürdürdünüz. Aydın il kurultayında 19 Aralık günü bana yönelttiğiniz karalamadan ibaret iddialarınızı tekrarladınız. O kurultayda, CKD kongresine katılan eşim Zülfiye Gültekin’in, Tülin Oygür hocamızın listesinin karşısındaki “mor listeyi desteklediği” gibi gerçekle alakası olmayan bir iddiada bile bulunabildiniz. Ve tarihimizde hiç görmediğimiz bir uygulamayı hayata geçirdiniz. İl yönetiminin ve Genel Kurultay delegelerinin kim olacağına, kimlerin seçilmemesi gerektiğine kadar isim vererek ağırlığınızı koydunuz ve sonucu belirlediniz. 

Bütün bu yaşananlardan sonra Tunceli’ye gitmeye ve bir müddet orada kalmaya karar verdim. Kararımı Genel Sekreterimize ve Kardeşlik Bürosu Başkanımıza bildirdim. Kardeşlik Bürosu Başkanımıza, “Burada olduğum müddetçe yapabileceğim bir iş olursa bildirirsiniz, yapmaya çalışırım” dedim. Sizinle konuşmuşlar. Ve sonra Örgütlenme Bürosu başkanımız Savaş Oruç bana, sizin “Mehmet Bedri Gültekin özeleştiri yapmadıkça ona hiçbir görev verilmeyecektir” şeklindeki kararınızı tebliğ etti. İşte bütün bu gelişmeler üzerine size son olarak bu mektubu göndermeye karar verdim. 

Sizinle ilk olarak 1972 yılında Mamak Cezaevi’nde karşılaştık. O günden bu yana 48 yıl geçmiş. 1977 yılından bu yana ise Partimizin en üst organında birlikte görev yapıyoruz. Bugüne kadar beş sefer hapis yattınız. 1990 yılında Diyarbakır’da olan hapisliğiniz hariç bütün tutuklamalarda da beraberdik. Diyarbakır tutuklanmasında ise ben orada görev yapıyordum. Her hafta görüşüyorduk. Yani orada da beraberdik. Kısacası beni çok iyi tanıyorsunuz.

Hayatımda hiç kimseye yalan söylemedim. Bu gerçek, sadece Partili mücadeleye başladığım 1971 yılı sonrası için değil, ondan önceki 18 yıllık hayatım için de geçerlidir. Çocuklarını, yalan söylemenin bir insanın yapabileceği en kötü davranış olduğu bilinciyle yetiştiren bir ailede büyüdüm. Dedem, babaannem, babam ve annem, kendi çevrelerinde saygın insanlardı. Dedem ve babaannemin ölümlerinin üzerinden 56, babamın ölümünün üzerinden 31 yıl geçti. Annemi geçen yıl kaybettim. Hala onları tanıyan herkes tarafından saygıyla anılıyorlar. Bana çok şey kattılar. Sanıyorum gençliğe adım atarken, devrimci ve Aydınlıkçı olmamda, böyle bir ailede yetiştirilmiş olmamın büyük payı olmuştur.

Onun içindir ki 21 Eylül 2018 günü Partinin Genel Merkez binasında yaptığımız tartışma sırasında, Hayati Özcan arkadaşımızın yazdığı mektupta benim, İzmir Bölge toplantısında yaptığım konuşmada kullandığımı iddia ettiği ifadelerin doğru olmadığını söylemem üzerine siz; “sen yalan söylüyorsun” dediğinizde büyük infial duydum ve buna tepkimi istifamı yazarak verdim.

Birincisi böyle bir ithamı kabul edemezdim. Hayatım boyunca böyle bir ithamla hiç karşılaşmadım. İkincisi Vatan Partisi’nin en üst düzey yöneticileri arasında ilişkiler bu şekilde olamazdı. İstifam, sizin, davranışınız üzerine düşünmenizi amaçlayan olabilecek en sert tepkiydi. Ama faydasının olması bir yana şimdi var olan olumsuzluğu daha da büyüttüğünü üzülerek görüyorum.

7 Ağustos 2018 günü İzmir’de yapılan bölge toplantısında yaptığım konuşmanın tanıkları ortadadır. O toplantıda Tugay Şen arkadaşımızı isim vererek eleştirmek isteyen Balıkesir il başkanımız Osman Aydın Şahin, Manisa il başkanımız Ramazan Çalışkan, Muğla il sekreterimiz Beyhan Korkman ve Karşıyaka ilçe başkanımız Nilay Özçetin’e müdahale ederek “Burada olmayan arkadaşımızın aleyhinde konuşamazsınız. Ayrıca e-ödentilerin gönderilmemesi de bireysel bir hata değil, Genel Merkez olarak hepimizin sorumlu olduğu bir yanlıştır. Ama şimdi bu yanlışımızı düzeltiyoruz. Bundan sonra her ayın üçünde veya dördünde e-ödenti paylarınız hesaplarınızda olacak. Genel Sayman olarak ben de size bunun sözünü veriyorum” dedim.

O toplantıda yaşananların bu şekilde olduğunu, daha sonra size çeşitli vesilelerle yazdım ve söyledim. – Son olarak 19 Aralık genişletilmiş MKK toplantısında, neler yaşandığını kısaca bir kez daha anlattım. Osman Aydın Şahin hariç adını verdiğim diğer arkadaşların hepsi salondaydılar – Ama siz bir araştırma yapmak yerine bana yönelik “yalan söylüyor” ithamınızı başka vesilelerle tekrarlamaya devam ettiniz. Örneğin 30 Ekim 2018 günü yayın organlarına yolladığınız “Mehmet Bedri Gültekin’in yazıları yayınlanmayacak” talimatınızda yazdığınız gerekçelerden biri, “Partimizin son seçim bildirgesinden ‘HDP kapatılsın’ kararının çıkartılması için, ‘Parti örgütlerinin bu bildiriyi dağıtmak istemediğini’ telefon mesajıyla Propaganda Bürosu Başkanlığına bildirerek Partiye yalan bilgi verdiği son MKK toplantısında Doğu ve Güneydoğu il başkanlarımızın beyanlarıyla saptanan” şeklindeydi. Oysa birinci olarak o toplantıda (27 Ekim 2018) söz konusu Doğu ve Güneydoğu illerimizden bir tane bile il başkanı yoktu. Toplantıya katılmamış olan başkanlar, nasıl “beyanda” bulunabilirler? İkincisi, seçimden hemen sonra yapılan genişletilmiş MKK toplantısında bildiride değişiklik yapılmasının benim fikrim olduğunu, sadece Arif Doğan arkadaşımın görüşünü aldığımı, Arif Doğan, ben, Propaganda Büromuzun Başkanı ve Genel Başkan dışında hiç kimsenin yapılan değişiklikten haberinin bile olmadığını söylemiştim. Üçüncüsü Serdar Üsküplü ile 27 Mayıs günü, yani seçime “birkaç gün kala” değil, tam 27 gün önce yaptığım görüşmede, il başkanlarının bildiriyi dağıtmak istemediği gibisinden bir şey söylemem söz konusu değil. Yazışmalarımız, Serdar Üsküplü’nün telefonunda duruyor. Gerçek böyleyken o talimata, “Mehmet Bedri Gültekin’in yalan söylediği kanıtlandı” ibaresinin konulmasının bir tek amacı olabilir. O da, “Bedri Gültekin her zaman yalan söylüyor zaten. Dolaysıyla istifası benim ‘yalan söylüyorsun’  dememle ilgili değildir” kanaatini partiye vermekle ilgilidir. Nitekim son MKK toplantısında da, bu konu ile ilgili olarak fütursuzca ve büyük bir rahatlıkla; “Bedri Gültekin hep yalan söylüyor zaten, yalan söylemesiyle meşhurdur” diyebildiniz. 40 yıldır Mehmet Bedri Gültekin’i tanıyan bütün kadroların aklıyla alay ettiniz! (Ek not: Bana büyük bir rahatlıkla ikide bir “yalan söylüyor” diye ithamda bulunan Genel Başkan’ın, bir cümle içine üç adet gerçekle ilgisi olmayan bilgiyi yerleştirmesinin nasıl tanımlanması gerektiğini Merkez Disiplin Kurulu üyelerinin takdirine bırakıyorum. Ayrıca İzmir toplantısında olup bitenlerin tanığı olan adını verdiğim arkadaşlar ile Serdar Üsküplü tanık olarak dinlenebilir.) 

Aynı gayret, 30 Ekim 2019 tarihli Mali Büronun beş imzalı “Bilgilendirme Tutanağı”nda da görülmektedir. Tutanakta, 4 Ağustos 2018 günü yapıldığı iddia edilen Mali Kurul toplantısında “Bedri Gültekin’in, daha önceki Genel Sayman Tugay Şen ve Genel Sayman Yardımcısı Bayram Yurtçiçek hakkındaki suçlamaları dinlendi. İddialar tek tek ele alındı ve hesap tabloları karşılaştırıldı. Bedri Gültekin’in iddialarının doğru olmadığı ve bazılarının yalan ve iftira olduğu orada yüzüne karşı belirtildi.”

Doğru olmayan bir belgenin altına beş imza konulduğu zaman o belge “doğru” olmuyor! 

2 Temmuz günü gerçekleşen devir teslimde Tugay Şen’in bana verdiği borç tablosu ile Temmuz ayı ortasında (4 Ağustos günü değil) İstanbul’da yapılan Mali Kurul toplantısına benim götürdüğüm Temmuz ayına ait Genel Merkez tahmini bütçesi tablosunu karşılaştırarak konuşmuştuk. İki tablo da elimizdedir. (EK: 15-16-17) Bu belgeleri, Kasım ayında yapılan “Kıdemliler toplantısı”nda size bir kez daha verdim. Temmuz ayı tahmini bütçesinin altında sizin el yazınızla düştüğünüz “Üvercinka – Tuborg” notu bulunuyor. Okuma yazması olan, basit toplama çıkarma hesaplarını yapabilen herhangi bir kişi, iki hesap tablosunu karşılaştırdığı zaman, birinci devir teslimde olmayan altı kalem yeni borcun tespit edildiğini ve dört kalemde ise daha önce verilen rakamların doğru olmadığının belirlendiğini görebilir. O toplantıda neler konuşulduğunu size daha önce yazmıştım: Siz, iki tabloyu karşılaştırarak okumaya başladınız. Farklılıkların olduğu kalemlerde “evet burada bir farklılık varmış” diyerek ve sanki önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi geçtiniz ve Temmuz ayına ait olan yeni harcama kalemlerine gelince de, hiddetle, “Bunların Tugay Şen’le ne alakası var?” diye sordunuz. Ben de “alakası yok” diye cevap verdim. Çünkü Temmuz ayı tahmini bütçesi doğal olarak Temmuz ayında yapılacak olan yeni harcama kalemlerini de içeriyordu. 

Tahmini bütçeyi, saymanlığı devraldığımız hafta içinde yapmıştık. Yani duruma daha tam olarak hakim değildik. Bunu da söyledim. Bizim tespit ettiğimiz borçlar ile bize devredilen borçlar arasında bir milyon 94 bin lira fark vardı. Ama hesaplar tam incelendiğinde gerçek borç ortaya çıkacaktı. O toplantıda söylediğim söz buydu. Ayrıca bu incelemelerin Durmuş Ali Erkan arkadaş tarafından yapıldığını, arkadaşımızın duruma benden daha fazla hakim olduğunu da söyledim. Ben Genel Sayman olarak kaynak yaratmak, bağış toplamak ve Parti örgütlerini durum ile ilgili olarak bilgilendirmek ve yönlendirmekle uğraşıyordum. Bu da son derece normaldir. Durmuş Ali Erkan arkadaşımız ise Genel Saymanlığın muhasebesi ile ilgileniyordu. Durmuş Ali arkadaşımızın hesaplar konusunda son derece titiz, Partinin kuruşunu korumada devrimci sorumlulukla hareket eden bir arkadaşımız olduğunu herkes bilir, siz de bunu daha önceki yıllarda her vesileyle söylerdiniz.

“Yalan ve iftira” suçlamasının ısrarla tekrarlanmasının ve bu tutanağa sokulmasının da amacı bellidir. Mehmet Bedri Gültekin hakkında Parti kamuoyunda bir algı yaratmak amaçlanıyor. Nitekim söz konusu tutanak, başta Öncü Gençlik üyeleri olmak üzere, en yeni Parti üyelerine kadar herkese ulaştırıldı. İnternet ortamında dolaşıma sokuldu ve Parti üyesi olmayan kişilerin eline bile geçti.

Mehmet Bedri Gültekin’i tanımayan genç üye; altında Genel Başkan, Genel Sekreter ve Genel Sayman’ın imzalarının olduğu belgeye inanacaktır elbette diye düşünülmüştür. Amaçlanan budur. Ama gerçekte zarar görenin Parti olduğu unutulmaktadır. Üyelerin zihinlerindeki devrimci Parti fikrini tahrip ediyoruz. Yalan söylemek ve iftira atmakla suçlanan kişi, 40 yılı aşkın bir süredir bu Parti’nin en üst organında görev yapmış, Genel Başkan Vekilliği, Genel Sekreterlik, Genel Saymanlık ve Örgütlenme Bürosu Başkanlığı vb gibi görevler yapmış bir partilidir. Ve bu düzey görevlerde bu kadar uzun süre görev yapan iki Parti yöneticisinden biridir (diğeri Hasan Yalçın). Uluorta suçlamalarda bulunulurken, bu suçlamaları okuyan ve dinleyenlerin “Bu ne biçim Parti?” diye düşünecekleri hiç akla gelmiyor mu?

Bütün Parti örgütlerinde, arkada kalan 48 yıl içinde Mehmet Bedri Gültekin hakkında kendi tecrübeleriyle edindikleri bir kanaat vardır. MKK toplantısında aklınıza gelebilen ve Türkçe’de “hakaret” olarak nitelenebilecek her sözcüğü kullandınız. “Ahlaksız”, Kirlenmiş”, “terbiyesiz”, “yalancı”, “iki yüzlü”, “kıskanç”,, “sinsi”, “korkak”, “iftiracı”, “karaktersiz”, “bozguncu”, “kışkırtıcı”, “fitneci”, “fesat”, “Amerikan gemisinde”, “PKK ile dans ediyor”, “TİKKO’cu”… Bütün bu ifadelerin, Mehmet Bedri Gültekin’i tanıyan, devrimci sorumluluk ve vicdan sahibi Partililer içinde ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yarattığını ve bundan dolayı Partililere hakim olan suskunluğun anlamı üzerine düşünmüyorsunuz. Kendinizi ortaya koyarak yaptığınız oylamaların sonucuna siz bile inanmıyorsunuz aslında.

Öte yandan bütün Parti örgütlerinde ve partililerde; Mehmet Bedri Gültekin ile ilgili olarak, sizin kullandığınız hakaret sözcüklerinin tam tersi bir kanaatin var olduğu da bir gerçektir. İstediğiniz kadar ithamlarda bulunun, bu kanaati değiştiremezsiniz! Gerçeği değiştiremezsiniz!

Sayın Başkan,

Parti tarihimizde örneği olmayan bir durumu yaşıyoruz. 19 Aralık toplantısı toplam olarak 12 saat sürdü.  İlk beş saatinde vardım. Sonrasını da diğer katılan arkadaşlardan dinledim. Tam 12 Saat boyunca neredeyse tamamı eleştiri adı altında belden aşağı vuruşlarla geçen bir toplantı olabilir mi? Var olduğu söylenen “ideolojik ayrılıklar” üzerinde neden durulmadı? Neden bütün Parti 12 saat boyunca oğlum, ailem, eşimin emekli ikramiyesiyle aldığı ev, köyde baba dededen kalma dört duvardan ibaret ev ve kişiliğimle ilgili hakaretten başka anlamı olmayan suçlamaları dinlemek durumunda bırakıldı.

“PKK ile dans ediyor”, “TİKKO’cu”, “Amerikan gemisinde”, “Mezhepçi”, “CHP kuyrukçusu”, “HDP koruyucusu” vb suçlamaların hiçbirisinin dayandığı en ufak bir kanıt yok! Kitaplarım, makalelerim, bütün Parti etkinliklerindeki konuşmalarım ve diğer faaliyetlerim gözler önünde. Bütün buralardan bu ithamlara dayanak olacak kanıtlar bulmak gerekmiyor mu? Normal zamanda üzerinde bir an bile durulmayacak kimi taktik önerilerimin, şimdi büyük bir ideolojik ayrılığın kanıtları olarak sunulması Partililer açısından inandırıcı olmaktan uzaktır.

Bugün bırakalım Türkiye siyasetini, özel olarak “sol” siyaset içinde bile TİKKO diye bir varlık kalmadı. PKK ise ABD ile birlikte artık kaybediyor ve siyasal ömrünün sonuna geldi. Onun için 40 yılı aşkın süredir Vatan Partisi’nin önderlik kadrosu içinde yer alan, bu örgütlerin temsil ettiği anlayışlara, politikalara karşı mücadele eden bir Devrimciyi, üstelik bugünkü koşullarda “TİKKO’cu”luk yapmakla veya “PKK ile dans etmekle” suçlamak kadar abes bir şey olamaz.

“CHP kuyrukçuluğu” suçlamasına gelince: Hatırlarsınız 2010 ve 2011 yıllarında, yani CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu bir komplo sonucu geçtikten sonra sizinle olan tartışmalarımızın ana konusu CHP ile ilişkilerimiz konusuydu. Siz o iki yıl boyunca beni hep, “CHP ile olan ilişkilerimizi bozmakla” suçluyordunuz. Ben Genel Başkan Vekiliydim. CHP, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı ile birlikte bir “hava” yakalamıştı. Siz Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını son derece ‘olumlu bir gelişme’ olarak değerlendiriyordunuz. Benim ise tereddütlerim vardı. Parti’nin bağımsız çizgisini savunmaya çalışıyordum.

Öte yandan CHP’nin ABD planları içinde yer aldığının artık açığa çıktığı, PKK ve FETÖ ile olan ilişkilerinin göz önünde olduğu bugünlerde ise beni “CHP kuyrukçuluğu” yapmakla suçluyorsunuz.

2011 yılında nerede isem bugün de aynı yerdeyim. O zaman da Vatan Partisi’nin bağımsız çizgisini savunuyordum, bugün de!

Sayın Başkan,

Ankara’da bulunan MKK üyeleri ile yapılan toplantıya 15 kadar da Öncü Gençlik yöneticisi arkadaşı da çağırdınız. Toplantıdaki tavrınızı görüp söylediklerinizi de dinledikten sonra genç arkadaşların o toplantıya bilinerek, bir amaçla çağrıldığını anladım. O toplantıda benim Partiden kaçtığımı, zaten daha önce de üç sefer kaçtığımı söylediniz. Benimle ilgili böyle bir ithamı duyduğu zaman, bu Partinin eski kadroları güler geçer ama genç arkadaşlar öyle değil. Sonuç olarak konuşan Genel Başkan. Üç iddianıza da o toplantıda cevap verdim. 

2008 yılında, Ergenekon tutuklamalarının ardından bir toplantı için Almanya’ya gitmiştim. Siz, o zamanki Genel Sekreter aracılığı ile bana Türkiye’ye dönmemem talimatını ilettiniz. Tutuklanma ihtimalim vardı. Kendinizce bir tedbir düşünmüştünüz. Bir buçuk ay kadar sonra tekrar haber yolladınız ve Türkiye’ye döndüm. Bir yıl sonra beni hedef alan “Karargâh evleri” tertibi için harekete geçildi. Tertibi destekleyen basında, şahsımı hedef alan haberler çıkmaya başladı. Bir operasyonun olacağı belliydi. Ben bir yıl önceki tedbiri de düşünerek size, yurt dışına çıkmam önerisinde bulundum. Siz “hayır” dediniz ve bunun üzerine gitmedim. Bu benim birinci kaçma girişimim oluyormuş!

İkincisi, Ergenekon tertibinde dava bitti. Karar verildi. Sizinle aynı koğuşta iki günde bir yaptığımız tartışmalar normal olmaktan çıkmıştı ve sağlığımı önemli ölçüde bozan bir mahiyet almıştı. Koğuş değiştirmek için başvuruda bulunmadım. “Vatan Partisi’nin en üst düzey iki yöneticisi bir koğuşta beraber kalamadılar” dedirtmek istemedim. Dava bittiği ve ailemde Ankara’da olduğu için bu gerekçeyle Ankara Sincan cezaevine gidiş bir çözüm olabilir mi diye düşündüm. Böylece hem sorunu çözmüş, hem de Parti aleyhine başkalarının kullanabileceği bir “malzeme” verilmemiş olacaktı. Açık görüşte fikrini sorduğum eşim Zülfiye Gültekin, durumdan haberi olmadığı için doğal olarak karşı çıktı. Ve bu düşünce de böylece sadece bir düşünce olarak kaldı. Ama eşim dışarda avukat arkadaşlarla yaptığı sohbette aramızda geçen bu konuşmayı aktarmış. Sizin de böylece haberiniz oldu. Bu da ikinci mücadeleyi terk etme girişimim oluyor!

Üçüncüsü, “mücadeleyi terk etme girişimim” 2015 yılındaymış! Olağanüstü Kurultayı yaptık. Hemen arkasından seçim görevlendirmeleri yapıldı. Elazığ’a milletvekili adayı olarak gideceğim. Genel Sekreterin odasında Genel Merkez çalışanları ve illerden de arkadaşların olduğu 12 – 13 kişilik bir grup olarak sohbet ediyoruz. Serhan Bolluk’un Kurultay’da düşük oy almasının, benim yaptığım propaganda yüzünden olduğunu söylediniz. Ben de “bu doğru değil” dedim. Tam tersine bütün il ve ilçelerde Serhan Bolluk’a yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda o güne kadar hep arkadaşı savunduğumu söyledim. Siz de “sana güvenmiyorum” dediniz. Şaşırdım, “teşekkür ederim” dedim ve ayrıldım. Seçim öncesiydi, bir görev almıştım. Bu tavra bir tepki koymak gerektiğini düşündüm ama seçim döneminde bunu yapmam doğru olmayacaktı. Seçim bölgeme gittim. Bir buçuk ay sonra bana “Gaziantep’e git” dediniz, Gaziantep’e gittim. Seçim sonrası Ankara’ya geldim ve ilgili arkadaşlara sizin söylediklerinizi aktardım ve Başkan bu tavrını değiştirene kadar Parti’ye gelmeyeceğim dedim. İki ay geçti, siz telefonla görüşmek için çağırdınız. Sizin tavrınızda bir değişiklik olmamıştı ama ben bu kadar tepkinin yeterli olduğunu düşündüm ve görev alıp çalışmak kararıyla Genel Merkez’e geldim. Toplantıda o gün, “beş saat altı saat döve döve seni zor ikna ettik” dediniz. Aslında bu sözleriniz o akşam gerçekte nasıl bir görüşme yaptığımızın itirafıdır. Eğer o akşam sizin tavrınıza ve sözlerinize bakarak hareket etseydim defalarca kalkıp gitmem gerekirdi. Ama size rağmen kaldım ve görev alıp çalışacağımı söyledim. Bu da üçüncü kaçma girişimim!

Sayın Başkan,

Ekim ve Kasım aylarında sözünü ettiğim iki toplantıda ve Genişletilmiş MKK toplantısındaki tavrınız; yanlış bir görüşü eleştirmek, bir arkadaşa yanlış görüşlerini kavratıp ikna ederek kazanmak isteyen bir insanın tavrı değildi. Tam tersine bizim hiç alışık olmadığımız, doğru görmediğimiz tavırlar gösterdiniz.

Oğlum üzerinden bana vurmaya kalkmak nasıl bir mücadele anlayışıdır? Oğlum 42 yaşında, siyaseten görüşlerini benimsemediğimiz bir bilim adamıdır. Oğlum, kendi aklıyla düşünen, kendi kararlarını veren bir şahsiyettir. Ama onun siyasi görüşlerinden beni sorumlu tutmak nasıl bir anlayıştır? Son toplantıda ise oğlumun “TİKKO lideri” ve “Alman ajanı” olduğunu söylediniz. Bu iddialarınızı hangi kanıtlara dayanarak söylüyorsunuz? Bu nasıl bir devrimci sorumluluk ve vicdandır? Oğlumun yargılandığı davanın iddianamesi ve Esas Hakkındaki Mütaalası’nı okudum. Üyesi olduğu ve daha sonra da istifa ettiği bir yasal derneğin faaliyetleri dışında bir suçlama konusu yok. Aynı derneğin başka şehirlerde bulunan iki şubesinin üyeleri hakkında açılan davalar beraatle sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi geçenlerde, ‘yasal bir derneğin üyeleri hakkında eğer başka kanıtlar yoksa sadece dernek faaliyetlerine katılmaktan dolayı gizli örgüt üyeliğinden ceza verilemez’ diye bir karar verdi. Yani oğlum hakkında hala yargılaması devam eden dava büyük ihtimalle beraatle sonuçlanacak.  

Üniversiteden atıldıktan sonra ise, Türkiye’de kısa vadede tekrar üniversiteye dönme olanağı kalmadığı için doktora sonrası burs için yurtdışında çok sayıda üniversiteye başvurdu. İngiltere, Fransa ve Almanya’dan beş üniversite başvurusunu kabul etti. Akrabalarımızın olduğu Almanya’yı tercih etti. Buradan hareketle ajan suçlaması yapılabilir mi? İddianızı kanıtlamak durumundasınız.

Ayrıca oğlum, Tunceli Munzur Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştığı yıllarda PKK’nın öğrencileri zorla boykota katma çalışmalarının önüne dikilen, boykota katılmak istemeyen öğrencileri koruyan ve bundan dolayı PKK’lıların saldırısına uğrayan tek öğretim üyesiydi. (Ek not: Genel Başkan son toplantıda da oğluma yönelik hiçbir kanıta dayanmayan iftiralarına devam etti.

Oğlum, daha sonra başvurduğu bir burstan olumlu cevap alması üzerine Almanya’ya gitti ve Leipzig üniversitesinde çalışmaya başladı. Almış olduğu burstan yararlanan başka arkadaşlarımız da var. Örneğin eski Avrupa temsilcimiz Beyhan Yıldırım arkadaşımız da şimdi aynı burstan yararlanarak doktorasını yapıyor.)

19 yıl önce Partinin gençlik örgütünün üyesi iken ayrılan oğlumun bu durumunu bana karşı kullanıyorsunuz. Herkes kendisinden sorumludur. İnsanlık Ortaçağı geride bırakırken “sorumluluğun şahsiliği” prensibini de kabul etti. Ama siz yüzyıllar öncesinin hukuk anlayışı ile beni yargılıyorsunuz. 

Genişletilmiş MKK toplantısında ise “Bütün ailemin de Partiden gittiğini” söylediniz. Hangi bilgiye dayanarak bu gerçek dışı iddiada bulunabiliyorsunuz? Annemi geçen yıl 101 yaşında kaybettim. Partimizin üyesi idi. Beş kardeşim daha Parti’de. Yeğenlerim ve uzak yakın diğer akrabalarımı da düşünürsek ailesi içinde sanıyorum en fazla Parti üyesi olan Parti üyelerinden biriyim.

Köyde baba dededen kalma, 58 yıl önce inşa edilmiş, 25 yıldır terk edilmiş, kapısı penceresi olmayan dört duvardan ibaret bir evi miras olarak üzerime aldım. Öyle duruyor. O köyde yaşayan kimse de yok artık. Benim param da yok. Bütün aileyi harekete geçirip gerekli parayı toplayarak bu evi oturulmaya uygun hale getirmek gibi bir hedefim var. Ailem yaklaşık 300 yıldır o köyde yaşadı ve mezarlarımız orada. Bütün sülale, senede en az bir kere mezar ziyaretleri için oraya gider. Gittiklerinde hepsinin önemli anılarının olduğu bir evde, biraz soluklanıp, geçmişi anmalarını sağlamak gibi bir hayalim var. Parayı toplayabilirsem yapacağım. Buradan hareketle “Köyde kendine ev yapıyor” diye “suçlama” yapmak bir nasıl anlayıştır?

Peki, bundan tam 32 yıl önce bir arkadaş için düşündüğümüz görevlendirme öncesinde yaptığımız değerlendirmede, o arkadaş hakkında söylediklerimi, benim “koltuğa düşkünlüğümün”  kanıtı olarak söylemek nasıl bir bakışın yansıması olmaktadır? Aynı suçlamayı, yaklaşık 20 yıl kadar önce bir başka arkadaşımızın, bir mali konudaki tavrı ile ilgili olarak aramızdaki görüşmede söylediklerimi söz konusu ederek de tekrarladınız. İki arkadaşımız da bu Partinin değerli kadroları ve önderleridir. Partinin Genel Başkanı ile kadrolar hakkında yapılan sohbetler, değerlendirmeler ne zamandan beri “koltuk düşkünlüğünün” kanıtı oluyor?

Partiye nasıl bir mesaj verdiğimizin farkında mıyız? Artık bütün Parti kadroları Genel Başkanla veya yöneticilerle yaptıkları sohbetlerde, söylediklerinin 30 yıl da geçse bir gün önlerine konabileceği bir ihtimali düşünerek mi konuşacaklardır? Parti’ye bundan daha büyük kötülük yapılabilir mi? 

Hayatımda, sadece bir sefer Partiden görev talebinde bulundum. O da 2015 yılındaki Olağanüstü Kurultay öncesinde “Genel Saymanlık görevi yapabilirim” demiştim – ki o zaman hapisten yeni çıkmıştık. Partide resmi bir görevim yoktu ve Ulusal Gönüllü çalışması sorumlusu ve Genel Sayman Yardımcısı olarak görev yapıyordum – Onun dışında 48 yıllık Partili yaşamımda üstlendiğim bütün görevler, hep Parti tarafından uygun görüldü. Ben de 2015 yılında yaptığımız bir tartışmada Genişletilmiş MKK toplantısında belirttiğim gibi “Benim, Parti görevleri söz konusu olunca işim, eşim, evim gibi gerekçelerim yoktur. Parti görev verir, ben de yaparım. Bugüne kadar böyle geldim, bundan sonra da böyle hareket edeceğimden hiç kimsenin şüphesi olmasın.” Evet, bütün bu yaşananlardan sonra hala aynı yerde, aynı anlayıştayım.

Sayın Başkan,

Kıdemliler toplantısında son olarak bana “özeleştiri yapacak mısınız?” diye sordunuz. Ben de “özeleştiri yapmam gereken bir durum yok ama siz özeleştiri yapmalısınız” dedim. Şimdi de Tunceli’de bulunmamla ilgili olarak ilgili makamları bilgilendirmem ve bir Parti üyesinin en doğal görevini yapmaya hazır olduğumu belirtmem üzerine de “özeleştiri yapmadıkça hiçbir görev verilmeyecektir” şeklindeki talimatınızla aynı anlayışınızı bir kez daha ifade etmiş oldunuz. 

“Kıdemliler toplantısı”nda da söylediğim gibi sizin özeleştiri yapmanız gerekiyor: Açıklayayım:

Aslında bu 15 aylık süre içinde benim özeleştiri yapmam gereken biricik davranışım, istifamı verip Partiden ayrıldıktan sonraki saatlerde açtığınız telefonlara cevap vermememdir. Ama hemen bir gün sonra oturup size bir ileti yazdım ve özür diledim. (EK- 1) İkincisi istifamın ertesi günü ve bir ay sonrasında yapılan MKK toplantılarına, sadece siz, hatalı davranışınız üzerine daha ciddi düşünürsünüz gibi ve bugün artık sadece “naif” olarak niteleyebileceğim bir gerekçeyle katılmadım. Bunun da artık ciddi bir yanılgı olduğunu görüyorum ve bunu daha önce de size söyledim.

Ama siz tam 15 aydır deyim yerindeyse Partiden gitmem için Parti hukukunu da ayaklar altına alarak bir dizi yanlış yaptınız. Genişletilmiş MKK toplantısındaki tavrınızı anlatacak sözcükler bulmakta zorlanıyorum. Hukuk dışı eylemlerinizi başlıklar halinde sıralıyorum:

– Tam üç kez banim yalan söylediğimi, iftiralar attığımı söylediniz, yazdınız. Başta değindim. Üçünde de söyledikleriniz doğru değil.

– Haklı olmayan gerekçelerle Parti organlarında yazılarımın yayınlanmasını yasakladınız. Benim, bu talimatınızın MYK’da görüşülmesi için yaptığım başvuruyu, aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen MYK’nın gündemine dahi almadınız. (EK: 6-7-8)

– Belediye seçimleri döneminde bana ‘önce Kars’a, sonra Kars olmaz Gaziantep’e, Sonra Gaziantep olmaz yeniden Kars’a, sonra da Elazığ’a gidin’ dediniz. Bu tavrın, muhatabını, deyim yerindeyse bezdirip en sonunda her şeyden vazgeçmeye zorlamak dışında bir amacı olabilir mi? Ama bütün bunlara rağmen bana verilen her yeni görev yerine gittim ve çalıştım.

– Yenilenen İstanbul seçimi öncesi yurtdışındaki oğlumuzu ziyaret etmek için aylar öncesinden bilet almıştık. Gitmeden önce Genel Sekreterimizi aradım. “Genel Merkez uygun görürse İstanbul seçimi için yurtdışında mali çalışma yapabilirim” dedim. Genel Sekreterimiz hareket ettiğimiz 20 Mayıs günü eşimin telefonuna şu mesajı geçti:

“Abla merhaba, Ben Utku Reyhan. Genel Başkan’la konuştuk. Bedri Abi’ye, Avrupa Örgütü’nün yönetimi altında İstanbul seçimleri için mali çalışma yapma görevi verildi. Görevin planlaması için Avrupa temsilcisi Ali Mercan ve Sayman Ali Derya Doğan onunla irtibat kuracak.”

Ali Mercan ve Ali Derya Doğan arkadaşlarımız da beni aradılar ve Genel Merkez’in yaptığı görevlendirmeyi bildirdiler.

On gün sonra Avrupa temsilcimiz Ali Mercan’a benim de katılacağım Yurtdışı yönetim toplantısının hemen öncesinde “Mehmet Bedri Gültekin’i yapılacak Yönetim Kurulu toplantısına alırsanız sizi feshederim” dediniz ve şu talimatı yolladınız:

“Vatan Partisi Avrupa Temsilciliği Yönetim Kurulu’na, Yarın akşam yapacağınız yönetim kurulu toplantınıza başarılar dilerim. Toplantıya Genel Merkez tarafından yetki verilmemiş olan Bedri Gültekin kesinlikle alınmayacaktır. Bu bir emirdir. Selamlar.”

Önce görevlendirmek, on gün sonra da “böyle bir görevlendirme yoktur” demek, Parti ahlakı ve Parti hukuku içinde nereye oturmaktadır?

– 30 Haziran’da yapılan MKK toplantısında Divan’a yazılı olarak başvurdum. “Benimle ilgili sorun konuşulacaksa şimdi söz istiyorum. Yok burada değil MYK’da konuşulacaksa takdiri size bırakıyorum” dedim. Arada Genel Sekreter yanıma geldi, sizinle de konuştuğunu ve sorunun MYK’da ele alınmasının daha uygun olacağını söyledi. Peki dedim. Aradan dört ay geçti. Hiçbir toplantıya çağrılmadım. Ama bu arada siz, yaptığınız hemen her toplantıda beni açıkça hedef alarak ithamlarınızı sürdürmeye devam ettiniz.

– Son MKK toplantısında “Dört ay boyunca toplantıya çağrılmayı bekledim” demem üzerine, seni çağırmak istedik ama sen Almanya’daydın” dediniz. Doğru değil, hep Ankara’daydım. Sadece 15 Eylül 22 Eylül tarihleri arasında oğlumun düğünü dolaysıyla Almanya’ya gittim. Gitmeden önce Genel Merkeze uğradım. Genel Sekreterimiz yoktu. Almanya’ya gidişimle ilgili bilgiyi Genel Sekreter Vekili Ercan Enç arkadaşa verdim ve görüşmek için beklediğimi söyledim.

– Ben sorunların konuşulması için toplantıya çağrılmayı beklerken, Başkanlık Kurulu’nun oybirliği ile kabul ettiği ve beni açıkça hedef alan rapor taslağı örgüte dağıtıldı. Bunun üzerine hemen kendi görüşlerimi iki sayfa olarak yazdım ve size gönderdim. (EK: 11) “Madem Rapor taslağında ben yanlış görüşün temsilcisi olarak kabul ediliyorum. O halde benim görüşlerimi de bütün örgüte yollayın, sağlıklı bir tartışma ancak bu şekilde olabilir” dedim. Kabul etmediniz.

Raporun Teori’de yayınlanacağını öğrendim. “Bu haliyle Teori’de yayınlanmasın, düşmana malzeme veririz” dedim. (EK: 13) Ret ettiniz. Parti içi bir sorunun Parti düşmanlarının elinde malzeme olmasını sağladınız.

Genel Sayman Serhan Bolluk’un Ulusal Kanal ekranından adımı vererek saldırmasına onay verdiniz. Parti içi bir çelişmeyi düşmanla olan çelişme gibi ele aldınız.

– Önce Genel Sayman Serhan Bolluk Ulusal Kanal ekranından bütün Türkiye’ye duyurdu: “Arkadaş değil, Bedri Gültekin!” Sonra siz “Kıdemliler toplantısı”nda aynı sözleri tekrarladınız. “Bedri Gültekin artık arkadaş değil!” Parti içi bir çelişmeyi düşmanla aramızdaki bir çelişme gibi ele aldınız. (Not: Genel Başkan 13 Eylül 2020 tarihinde yapılan MKK toplantısında ise benimle ilgili olarak; “Mehmet Bedri Gültekin Parti düşmanıdır, Türkiye düşmanıdır, düşman cephesindedir’ ifadesini kullandı. Bu da aslında Genel Başkan’ın Parti içi bir sorunu nasıl ele aldığının çarpıcı bir örneği oldu.)

– “Siyasal İslam’ın Yükselişi ve Çöküşü” başlıklı kitap çalışmamı Kaynak Yayınlarına yolladım. Yayınevi çalışmayı olumlu buldu ve yayınlama kararı verdi. Engel oldunuz. Bunun üzerine kitabı Kırmızı Kedi Yayınevine vermemin, bana yönelik bir linç kampanyasının malzemesi yapılmasını sağladınız.

– Genel Sekreter MKK toplantısında, kitabımda Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını yazdığımı iddia etti. Siz de bu iddiayı toplantıda tekrarladınız. ‘Kitapta böyle bir ifade yok’ dedim. Dinlemediniz bile. Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan bir eleştiriyi, kitabı okumadan, benimle yapılan bir röportajı anlamayarak, “DİB’nin kaldırılmasını savunuyor” diye yorumlayarak saldırı konusu yapmak, “Mehmet Bedri Gültekin’e vuralım da nasıl olursa olsun” anlayışının sonucudur.

Son bir yıldır maruz kaldığım bu muamelenin Parti hukukumuz içinde bir yeri yoktur. Ve çok açıktır ki özeleştiri gerektirmektedir.

Sayın Başkan,

Son bir yıldır ama özellikle 2019 yılı Temmuz ayından bu yana hemen hemen bütün toplantılarda benim “bozgunculuk” yaptığımı, “fitne fesat peşinde” olduğumu söyleyip duruyorsunuz. Gerçekte ise istifa ettiğimden Rapor taslağının örgütlere gönderildiği güne kadar konu ile ilgili olarak sınırlı sayıda arkadaş hariç hiç kimse ile konuşmadım. Konuştuğum arkadaşlar ise MYK ya da MKK üyeleridir. Yani konu ile ilgili bilgi sahibi arkadaşlar. Ayrıca çalışmalarım dolaysıyla görüşmek durumunda kaldığım iki il başkanı ile o da 27 Ekim günü sizin dağıttığınız raporum – yani ellerinde bulunan rapor – çerçevesinde görüştüm. Bunlar dışında görüştüğüm veya beni arayan bütün arkadaşlara, “Devrimci Partilerde zaman zaman bu tür sıkıntılar olabilir, Partimize güvenelim. Bazı sorunların çözümü zamanla olur. Parti görevlerine daha sıkı sarılalım” şeklinde özetleyeceğimiz konuşmalar yaptım. “Bozgunculuk”, “fitne fesat” bu tavrın neresindedir? 

Ama benim tavrıma rağmen Partide her yerde ve sürekli olarak “Mehmet Bedri Gültekin’in istifası sorunu”nun Parti üyeleri ve kadroları tarafından gündeme getirildiğini biliyorum. Bu da normaldir. Mehmet Bedri Gültekin 40 yılı aşkın süredir bu Parti’de en sorumlu görevlerde bulunuyor ve herkes kendisini tanır. İstifamın neden olabileceği konusunda ise, 27 Ekim 2018 tarihli genişletilmiş MKK toplantısında sizin tarafınızdan bütün örgüte dağıtılan raporla birlikte bir fikir oluştu. Bunlar benim dışımda gerçekleşti. Ayrıca Partili arkadaşların bu durumda Mehmet Bedri Gültekin’e sahip çıkması, konuyu sürekli gündeme getirmeleri bir sağlıklılık belirtisidir. Neredeyse yarım yüzyıldır tanıdıkları ve güven duydukları bir Parti önderinin kenarda durmasına sesiz kalmaları, kanımca asıl büyük sorun olurdu.

Sayın Başkan,

Son yarım yüzyıl içinde bu ülkede iğne ile kuyu kazarcasına bir yapı inşa ettik hep beraberce. Şüphesiz bunda en büyük pay Partinin lideri olarak sizin oldu. Ama son 16 ay içinde olup bitenlere bakınca da iğne ile kuyu kazarak inşa ettiğimizi, şimdi kazma kürek ile yıkıyoruz. Ve ne yazık ki bu işte de en büyük pay sizin oluyor.

Bazı örnekler vereyim. Ankara’da Öncü Kadın kurultayındaydık. İsim vermeden beni eleştirdiniz. Konuşmanızın bir yerinde salondan cılız bir alkış geldi. Alkışı beğenmediniz ve söylediniz. Biraz daha kuvvetli bir alkış yükseldi salondan. Gene beğenmediniz ve bir kez daha alkışlattınız kendinizi. Sonra da salonda “alkışlamayanların olduğunu görüyorum” dediniz. Yani alkış talebinizi bir tehditle tamamladınız.

Aynı tabloyu İzmir Karşıyaka’da yapılan Rapor değerlendirme toplantısında ve daha sonraki İzmir il kurultayında da tekrarladınız. Hatta o toplantılarda “alkışlamayanlar el kaldırsın” dediniz ve daha sonra da bu arkadaşlardan birinden neden el kaldırmadığını açıklamasını istediniz. İzmir il Kurultayında sizi alkışlamayanları gördüğünüzü ve onların fotoğraflarını – hafızanıza – çektiğinizi söylediniz. (Ek not: Genel Başkan aynı tavrını 15 Kasım günü Ankara’da gerçekleştirilen il kurultayında da tekrarladı. Bana yaptığı saldırının ardından salondan gelen alkışı beğenmedi ve daha kuvvetli bir alkış istedi. Bu tablo, sadece ve sadece nasıl bir yanlışın içinde çırpınıldığının resmidir.)

Ankara il örgütümüzün hazırladığı “Aydınlıkçıların 50 Yılı” fotoğraf albümünü tanıtan ve öven bir yazı yazdınız. Aslında bu albüm yaşadığımız akıl dışı durumun bir fotoğrafıdır. Vatan Partisinde 40 yılı aşkın süredir en üst organında ve en sorumlu görevlerde bulunan ve halen de MKK üyesi olan Mehmet Bedri Gültekin’i fotoğraflardan makaslamak ne anlama geliyor? Geçmişte Arnavutluk Emek Partisi gibi bazı Partiler, Parti içi mücadelede tasfiye edilen yöneticileri fotoğraflardan makaslayarak yayınladıklarında bu tavrı çok yanlış bulduğumuzu söylüyor ve deyim yerindeyse küçümsüyor ve ayıplıyorduk. Şimdi aynı tavrı biz gösteriyoruz.

Bu tavır her şeyden önce Parti’ye saygısızlıktır. Partinin gençliğine çok yanlış bir tarih bilinci vermektir. Her şeyden önce hala Parti’nin MKK üyesi olan bir arkadaşınızı, aranızda bazı görüş ayrılıkları oldu diye yok sayamazsınız, tarihten silemezsiniz. İkincisi bu anlayış aynı zamanda partiye yanlış bir tarih bilinci vermek anlamına gelir. 

19 Aralık MKK toplantısında bundan 48 yıl önce başlayan TİİKP davası yargılamasında mahkeme heyetinin mesleğiniz nedir sorusuna verdiğim yanıtı, benim “Kürtçülüğümün” kanıtı olarak belirttiniz.

Gene bundan 32 yıl önce ve 20 yıl önce sizinle yaptığımız değerlendirme toplantılarında iki arkadaş hakkında söylediklerimi benim arkadaşlarımı kıskandığımın örnekleri olarak verdiniz. 48 yıllık ortak mücadele tarihimiz içinde bula bula bu iki örneği tespit etmişsiniz ve şimdi bana vurmanın “kanıtları” olarak söylüyorsunuz. Ama bu davranışınızla sizi dinleyen Parti kadrolarına verdiğiniz mesaj üzerine hiç düşünmediniz. Demek ki artık bundan sonra konuşan herkes söylediklerinin aradan 30 – 40 yılda geçse bir gün önüne konabileceği kaygısıyla hareket etmek zorunda hissedecek kendisini.

Aynı MKK toplantısında benim Rapor taslağında yer alan mezhepçilik suçlamasına cevap olarak söylediğim, “Bu Parti’de Alevicilik yapılıyor demek, yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Çünkü bu Parti’de bulunan Alevi kökenli kadrolar, son 30 yıl içinde Batılı merkezler tarafından kışkırtılan Aleviciliğe karşı mücadele ederek bu Parti’de bulunuyorlar” dememi, “Bakın Alevilerden bahsetti, Alevicilik yaptı gene” diyerek akıl almaz bir “değerlendirme” yaptınız.

Oğlumu, ailemi söz konusu ederek yaptığınız ithamları ifade edecek söz bulamıyorum. Tarihimizde çok sayıda iki çizgi mücadelesi yaşadık. Ama hiçbir zaman şimdi yaşadığımız gibi bir durum söz konusu olmadı.

Gene Parti tarihimizde bırakalım bir MKK üyesini, herhangi bir Parti üyesinin “düşman” ilan edilmesi gibi akıl almaz bir durumla hiç karşılaşmadık. Ama Partimizin Genel Saymanı, Ulusal Kanal yayınında adımı vererek, “arkadaş” olmadığımı söyleyebildi. Aynı ifadeyi siz de Ankara’da yapılan “Kıdemliler toplantısı”nda tekrarlayabildiniz.

2018 Kasım ayından bu yana yazılı ve sözlü olarak defalarca size ve Genel Sekreterimiz aracılığıyla Partinin yetkili kurullarına sorunun görüşülmesi için başvurdum. Rapor örgütlere gönderilene ve Teori dergisinde yayınlanana kadar yani tam bir yıl boyunca bu taleplerime hiçbir cevap vermediniz. Tam tersine bu süre içinde Parti organlarında yazılarımın yayınlanmasını yasakladınız. Rapor hakkında yazdığım görüşlerimin Teori dergisinde yayınlanmasını engellediniz. Bayram Yurtçiçek’in Aydınlık’ta beni suçlayan yazısına verdiğim cevabın da yayınlanmasına aynı şekilde mani oldunuz. 30 Haziran MKK toplantısında Divan’da bulunan sizlere yazılı olarak başvurdum. Bu arada da ilgili arkadaşları zaman zaman uyarmama rağmen görüşme olmadı ve ben “Parti içindeki hatalı çizginin temsilcisi” olarak suçlandığımı örgütlere gönderilen Rapor taslağından okudum.

Örnekleri çoğaltabilirim.

Durum böyleyken şimdi de her tarafta, “kendisine olanak sunulduğu halde kalkıp konuşmadı” karalaması ile karşılaşıyorum. Bütün bunlar konuyu yakından takip eden bütün arkadaşların gözü önünde oluyor. Ve bu tavırlar arkadaşlardaki güven duygusunu tahrip ediyor.

Sayın Başkan,

Yaşanan süreçte asıl büyük kötülüğü Partinin gençliğine yapıyoruz. Son 16 aylık süreç Partimizin gençleri açısından olumsuz bir eğitim olmuştur. Bu Partinin en sorumlu mevkilerinde olan kadrolar arasındaki ilişkiler, Parti hukukunun uygulanmaması, Parti içi mücadelenin düşmanla aramızdaki mücadele gibi ele alınması vb. vb. konularında çok kötü bir pratik sunmuş olduk. Bu konuda son olarak yaşadığımız bazı örnekleri verecek olursam;

Yenimahalle ilçede rapor değerlendirme toplantısı yapıyoruz. İl Başkanımız Aykut Diş arkadaş, konuşmasının bir yerinde, “Eğer Genel Kurultay 4. maddeyi reddederse, ben o karargahı bombalarım, o kurultayı havaya uçururum” şeklinde konuştu. Zülfiye Gültekin konuşmasında Aykut Diş’in bu konuşmasını eleştirdi. “Bu anlayışlarla hareket edersek, sistem partileri gibi bizim de toplantılarımızda sandalyeler, masalar havada uçuşacak” dedi. İl Sekreterimiz Deniz Tokgöz arkadaşımız o gün Etimesgut ilçe kurultayındaydı. Yenimahalle toplantısı başladıktan üç saat sonra geldi. Geldiğinde Zülfiye Gültekin konuşuyordu. Sonra kendisine söz verildi. O saate kadar toplantıda neler konuşulduğundan habersiz, ezberindeki konuşmayı yaptı.

Daha önemlisi 19 Aralık MKK toplantısında, Zülfiye Gültekin’in yukarda sözünü ettiğim ifadesini, öncesini ve ne üzerine söylendiğini bilmeden aktarmasıdır. Siz de bunun üzerine o toplantıda Zülfiye Gültekin’i “Provokatör” olmakla suçladınız. 

Bir diğer örnek Yenimahalle ilçe kurultayında yaşananlardır. Yenimahalle ilçe üyesi olmayan 22 genç arkadaş, hazirun cetveline eklenerek Kurultaya katılmaları sağlandı. 22’sinin blok oy kullanmaları sağlanarak Ankara il Kurultayına hepsi toptan delege yapıldı. Böylece Yenimahalle ilçe üyeleri beş üyeye bir delege seçerken, ilçe üyesi olmayan gençlerin yüzde yüzünün delege olmaları gibi bir durum gerçekleşti. Gerçekte olan, Yenimahalle üyelerinin delegelik haklarının gasp edilmesidir. Daha önemlisi bu 22 blok oy sayesinde Yenimahalle ilçe yönetim kurulu belirlendi. Yenimahalle üyelerinin oy vermediği 2 kişi, bu 22 blok oy sayesinde yönetim kurulunun asil üyesi yapıldı. Ve gene bu 22 arkadaşın blok olarak Ankara İl kurultayı delege seçimlerinde Mehmet Bedri Gültekin ile Zülfiye Gültekin’e oy vermemeleri sağlandı.

Sistem partilerinde bile çok ender olarak görülen bu uygulama, Vatan Partisinin 50 yıllık tarihi içinde hiçbir zaman tanık olmadığımız bir ahlak anlayışını yansıtıyor. Kendi gençlerimize en büyük kötülüğü yapıyoruz.

Üzerinde asıl düşünmemiz gereken sorun budur.

Umarım bu akıl almaz yanlıştan bir an önce döneriz ve Partinin daha fazla zarar görmesini önleriz.

Saygılarımla…

Mehmet Bedri Gültekin

MKK üyesi