İnsanlığın, tarih içindeki yürüyüşünü belirleyen yasalar vardır. Buna insan toplumunun zorunlulukları da diyebiliriz. Avcı ve toplayıcılıktan, üretim ekonomisini geçiş, sınıflı topluma ulaşma, feodal ve kapitalist aşamalar ve nihayet her türlü sınıflaşmanın, baskının ve sömürünün olmadığı bir dünyaya doğru ilerleme.
Dünyanın hiçbir bölgesi, hiçbir insan topluluğu bu sürecin dışında olmadı. Onun için söz konusu gelişmeyi belirleyen esaslar, insan toplumunun yasaları veya zorunluluklarıdır. Bu zorunluluklara karşı duramazsınız. Aksini düşünenlerin akıbeti tarihin çöplüğüdür.
Aynı şekilde buradan hareket ederek herhangi bir dönemde bir ülkede gelişmenin yönünü belirleyen kimi zorunluluklar da belirlenebilir. Örneğin Türkiye’nin son otuz yılda nereden nereye geldiği ve bundan sonra yaşanacak gelişmeler de bu bakış açısıyla açıklanabilir.
Siyasal aktörlerin hiçbir rolü yok mudur? Elbette vardır. Söz konusu zorunlulukları gören ve buna uygun hareket eden siyasal aktör, gelişmeleri olumlu yönde hızlandırabilir, Tersi durumda ise gelişme engellenmez ama sekteye uğratılabilir, geciktirilebilir ve bunun faturası söz konusu topluma çıkar. Ama önünde sonunda toplum, varacağı yere gene varır.
Türkiye’nin zorunlulukları
Örneğin, içinde bulunduğumuz tarihi dönemde genel olarak gelişmekte olan dünyanın, özel olarak Asya’nın yükselmesi, insan iradesinden bağımsız bir nesnelliktir. Atlantik uygarlığı çürümüştür ve çökmektedir. Türkiye’nin yükselmekte olan Asya’ya yönelmesi de işbaşındaki iktidarların öznel niyetlerinden bağımsızdır. Yani son otuz yıldır Türkiye’nin yönünü Asya’ya dönmesi ve her alanda ilişkilerini geliştirmesi, bir anlamda işbaşındaki iktidarların izledikleri politikanın ötesindedir.
Bu açıdan bakıldığında AKP’nin, NATO zirvesinin sonuç bildirisine imza atması Türkiye’nin nesnel yönelimine terstir. Bir yanda Türkiye’nin Rusya ve Çin başta olmak üzere Asya ile gelişen ilişkileri, diğer yandan söz konusu ülkeleri hedefe koyan NATO bildirisi altındaki AKP imzası vardır.
AKP gerçekte, o bildirinin altına imza koyarak kendini Türkiye’nin karşısında konumlandırdı.
Aynı durum, ABD ile anlaşarak Afganistan’da asker bulundurma konusu için de söylenebilir. Bir yanda İktidar’ın, masrafların ABD tarafından karşılanması şartıyla Afganistan’da Türk askeri bulundurma kararı var. Öte yanda Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan’ın işbirliği yaparak Afganistan’da yaşanan sorunun çözümüne katkı sunmak istemesi. Birincisi iktidarın öznel politikası, ikincisi bölgedeki gelişmenin belirlediği “zorunluluktur”.
Ekonomide, bir yanda 40 yıllık neoliberal politikaların uygulanmasının sonucunda milli ekonominin çökmesi, üretim ekonomisinin baltalanması ve ekonominin mafyalaşması doğrultusunda iktidarın izlediği politikalar, öte yanda yaşamak isteyen her varlığın gösterdiği tepkiye uygun olarak Türkiye’nin üretim ekonomisine yönelmek istemesi vardır.
Bir yanda kontrolsüz şehirleşmenin, kapitalizmin azami kâr elde etme yasasının sonucu olan kirliliğin sonucu olarak bugün ölmekte olan Marmara Denizi gerçeği var. Türkiye ya kaynaklarını Kanal İstanbul’un yaratacağı rantlar uğruna harcayacak ya da bu çarpıklığı düzeltmek için gerekli yatırımları yaparak Marmara’yı kurtaracak; böylece İstanbul’un, ve Trakya başta olmak üzere bütün bir Bölge’nin yaşanamaz hale gelmesini önleyecek.
Bu politikalardan birincisi iktidarın şimdi hayata geçirmek istediği politika, ikincisi Türkiye’nin er ya da geç hayata geçireceği zorunluluğudur.
Başkanlık sistemi, Kemalist Devrim
Aynı bakış açısıyla Başkanlık sistemini, iktidarı ve muhalefeti ile sistem partilerinin mücadele stratejilerini ve yüzyılın sonrasında Milletin; Atatürk’e ve Kemalist Devrim’in kazanımlarına yeniden neden sarılmak istediği gerçeğini de ele alabiliriz.
Cumhurbaşkanlığı sistemi, artık dört dörtlük bir mafyokrasi idaresine dönüşmüş olan mevcut rejimin ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Ama Türkiye’nin nesnelliği, işçi sınıfımız başta olmak üzere milletin bütün kesimlerinin aktif katılımının gerçekleştirecek güçlendirilmiş bir meclis sistemini gerekli kılıyor. Birincisi AKP’nin öznel politikası, ikincisi Türkiye’nin zorunluluğudur.
Milletin yarısını diğer yarısının karşısına koyarak iktidar olmak, Cumhur ve Millet İttifaklarının ortak stratejisi durumunda…
Türkiye’nin çıkarı ise emperyalizme ve emperyalizmin beslediği mafya- tarikat rejimine karşı milletin en geniş kesimlerini birleştirmededir.
Atatürk’e karşı tavır da iktidarın ve Türkiye’nin ihtiyaçlarının karşı karşıya geldiği çarpıcı bir başka konudur. Bir yanda her vesile ile Atatürk’ü ve Türk Devrimi’nin kazanımlarını hedeflediği gelecek önünde bir engel olarak gören İktidar, öte yandan Milletin bütün kesimlerinin; 28 Şubat sürecinden, Cumhuriyet Mitinglerinden Haziran ayaklanmasına kadar büyük mücadelelerle ortaya koyduğu gibi, Atatürk’e ve Türk Devrimi’nin kazanımlarına daha fazla sarılması gerçeği bulunuyor.
Birincisi iktidarın kendi hedefleri doğrultusundaki özlem ve pratiğidir; ikincisi Türkiye’nin ihtiyaçlarının ortaya çıkardığı bir gelişme. Yani öznel politikalar ile “zorunluluğun” çatışması.
Tarih hükmünü yürütür, gün gelir, zorunlulukların sonucu olan gelişme, kendilerinin egemen olduğu bir başka dünyayı özleyenlerin hayallerini başına yıkar. Elbette bu gelişme kendi kendine olmaz.
“Zorunluluklar”, aynı zamanda kendini hayata geçirecek siyasal örgütlenmeyi ve o mücadelenin öncülerini de ortaya çıkarır. Gelişme, öncülerin tüm toplumu birleştirmesi ve seferber etmesi ile gerçekleşir.