Sistem dışı bir çözümün kendisini Türkiye’ye dayattığının en büyük kanıtlarından biri, Ana Muhalefet Partisi’nin içinde bulunduğu durumdur.
Kemal Kılıçdaroğlu, 26 Ağustos 2021 çarşamba günü Çorum’da STK yöneticileri, muhtarlar ve kanaat önderleri ile bir araya geldi. Bilinen ve gerçekte bugünkü CHP’nin ne olduğunu olanca yalınlığı ile ortaya koyan görüşlerini Çorum’da da tekrarladı:
“Son on yılda en büyük değişimi yaşayan Parti CHP’dir. Demokrasi’den, insan haklarından yana ne kadar geçmişteki hatalarımız varsa, hatalarımızı telafi etmeye çalışıyoruz. Ve edeceğiz de. Hatalarımızla, yanlışlarımızla yüzleşeceğiz.”
Sayın Kılıçdaroğlu’nun burada sözünü ettiği geçmiş, Atatürk dönemidir ve kısmen de 1950 yılına kadar olan İnönü dönemini kapsamaktadır. Ama esas olarak Atatürk dönemidir çünkü bugün emperyalizm başta olmak üzere bütün neo liberal, dinci, gerici ve etnik ayrılıkçı kesimlerin hepsi Atatürk dönemine saldırmaktadır.
Çünkü Türkiye bu dönemde söz konusu kesimlere karşı büyük bir mücadele yürütmüş, “Tam bağımsız ve Laik-Demokratik bir Cumhuriyet” olma yolunda dünya çapında bir devrim gerçekleştirmiştir.
Atatürk dönemi
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin “demokrasi ve insan hakları” konusundaki yanlışlarımız derken başka bir dönemi kastetmesi mümkün değildir. Çünkü CHP 1920 – 1950 dönemi hariç hiçbir zaman tek başına iktidar olmadı.
CHP’nin kuruluş felsefesindeki amaçlarına uygun olarak iktidar pratiğini hayata geçirdiği dönem, 1920 – 1938 yılları arasındaki Atatürk dönemidir.
Bu dönem özet olarak, emperyalizmi alt ederek sömürge olmaktan kurtulma ve Ortaçağ kurum ve ilişkilerini siyasal ve toplumsal hayatımızdan temizleyerek demokratik bir ülke olma yolunda büyük adımlar attığımız dönemdir.
“Demokrasi” ve “İnsan hakları” konusunda bu adımlardan daha büyük daha önemli ne yapılabilirdi?
Emperyalizmi kovuyorsunuz ve başkasının kölesi olmaktan kurtuluyorsunuz, kaderinizi elinize alıyorsunuz. Ortaçağ kurum ve ilişkilerini her alandan temizleme gibi sadece Türkiye için değil İslam dünyası başta olmak üzere bütün dünyaya örnek olan bir Devrimi başarıyorsunuz. Padişahın, ağanın, beyin “kul”u olmaktan çıkıyorsunuz, “vatandaş” oluyorsunuz, “özgür birey” oluyorsunuz.
Demokrasi nedir? Bundan daha büyük bir “insan hakkı” olabilir mi?
İşte şimdi saldırılan, küçümsenen ve tam 70 yıldır yok edilmeye çalışılan bu Devrim’in kazanımlarıdır.
Geldiğimiz yer
İkinci Dünya savaşının hemen ardından Atatürk’ün vasiyetine rağmen Atlantik kampında yer almak için harekete geçen ne yazık ki CHP oldu. Ve bu yöneliş aynı zamanda bugün yaşadığımız bütün sorunların da başlangıcıdır.
Gene de 1980 yılına kadar bütün aşınmalarına rağmen 1920-30’larda temelleri atılan sistem (kamu ağırlıklı bağımsız ulus devlet sistemi) devam etti. ABD’nin “bizim oğlanlar” dediği 12 Eylül darbecilerinin kurduğu sistem ise her bakımdan Türkiye’nin geçmişinden köklü bir kopuşunun başlangıcıdır.
2002 yılında, ABD’nin BOP eşbaşkanlığını üstlenme misyonuyla iktidara gelen AKP, Türkiye’nin 12 Eylül’le birlikte içine girdiği yolun doğal sonucuydu.
Elbette bütün bu dönem boyunca emekçiler başta olmak üzere milletimizin bütün kesimlerinin Cumhuriyet Devrimi yoluna geri dönmek olarak özetleyebileceğimiz mücadelesi de sürdü. Buna “Türkiye’nin dinamikleri” diyoruz.
Son yıllarda ABD emperyalizminin FETÖ ve PKK’yı kullanarak yaptığı hamlelere karşı verilen mücadeleyi, Türkiye’nin söz konusu dinamiklerinin ulus devleti koruma ve Cumhuriyet devrimi rotasına dönme yolunda verilen mücadelenin bir parçası, sonucu olarak değerlendirmek gerekir.
YCHP
CHP’ye 2010 yılında yapılan operasyon, 2002 yılında AKP’yi iş başına getiren ve daha sonra Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye’nin bütününü, ABD’nin istekleri doğrultusunda düzenleme olarak ifade edebileceğimiz daha büyük operasyonun bir parçasıdır.
Bu operasyon başarıya ulaştı ve aradan geçen 11 yılın sonrasında bile ABD’nin başka diğer konularda başarısızlığa uğramasına rağmen başarısını devam ettirdiği tek alan olduğu da rahatlıkla söylenebilir. CHP, YCHP oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Partisinin, arkada kalan 11 yılda bütün yurtsever demokratik güçlerin bir araya gelme çabalarını bilinçli olarak baltalaması, kendi Partisi içindeki Atatürkçü kadroları tasfiye etmesi, Parti yönetiminin adım adım Atatürk’e ve Cumhuriyet devrimiyle sorunlu 10 Aralık Hareketi’ne teslim edilmesi, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığının Ekmeleddin İhsanoğlu marifetiyle Tayyip Erdoğan’a hediye edilmesi, bir projenin gereği olarak icra edildi.
CHP kitlesinin ezici çoğunluğu yurtseverdir ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkelerine samimiyetle bağlıdır.
Ama son Çorum konuşmasının da ortaya koyduğu üzere CHP yönetiminin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleriyle sorunu vardır. Onun için CHP yönetimi bugün iktidar olma hesapları yaparken, beraber hareket edeceği güçler arasında en başta Atlantik güçlerini ve onların Türkiye’deki malum işbirlikçilerini görmektedir.
Nitekim Kılıçdaroğu’nun Çorum’daki konuşmasını eleştiren CHP’nin eski Genel Başkan yardımcılarından sayın Yılmaz Ateş; “Sayın Kılıçdaroğlu, üniter yapıyı , laik sistemi ortadan kaldırmak için 15 Temmuz darbe girişimine kalkışan terör örgütleri mensuplarını yeniden devlete alarak insan hakları ihlaline son vereceğini söylüyor. Terörü, terör örgütlerini insan hakları ve demokrasi için bir tehlike olarak görmeyen sayın Kılıçdaroğlu, demokratik ve laik Türkiye’nin kurucusu Partiyi, demokrasi ve insan hakları ihlalcisi ilan ediyor. Parti içi demokrasiyi ortadan kaldırmayı, kurultay kararını uygulamamayı demokrasi ihlali olarak görmüyor. Ege’de, Kıbrıs’ta, Akdeniz’de, Suriye’de, Kafkasya’da Parti programına aykırı politika izlemeyi ikiyüzlü siyaset olarak görmüyor.” demektedir.
Başlı başına bu durum, Türkiye için sistem dışı bir çözümü zorunlu kılan etkenlerin en önemlileri arasındadır.
Not: Kılıçdaroğlu; 1 Eylül günü “Uluslararası Kafkas Derneği” heyetini kabulde yaptığı konuşmada; İskilipli Atıf Hoca ve Çerkez Ethem’in “bizim değerlerimiz” olduğunu söyledi. Atatürk’e ve Devrimci Cumhuriyet’e karşı olan kim varsa, onlar Kılıçdaroğlu’nun değerleri oluyor. Başka söze gerek yok.