Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni asgari ücrette, üzerine basa basa duyurulduğu üzere eskisine göre yüzde 50’lik bir artış söz konusu. Peki gerçekten bir artış var mı ve bir işe yarayacak mı?
Asgari ücret üzerine son görüşmenin yapıldığı 16 Aralık günü sabah saat 08.00’de Dolar 14.60’dan, Euro 16.40’tan, altının gramı ise 838 liradan işlem görüyordu. Aynı gün saat 12.00’de dolar 15.07, Euro 17.07, altının gramı ise 868 tl oldu. Yani yarım gün içinde yüzde 3’e varan bir artış gerçekleşti.
Akşam saat 17’de ise yukarıdaki değerler sırasıyla 15.50, 17.62 ve 892 Tl oldu. Yani gün içinde yaklaşık yüzde 5.5’lik bir artış gerçekleşmiş.
Gene aynı gün, benzin fiyatında da yaklaşık yüzde 5 artış oldu. 17 Aralık günü de aynı durum devam etti. Döviz kuru ve altın yükseldi, benzin ve motorine yeni zamlar geldi.
Her şeyi bir yana bırakalım. İktisat uzmanı olmaya gerek yok. Sadece bu rakamlardan hareket edersek bile, asgari ücretteki artışın çok kısa içinde hiçbir anlamının kalmayacağını ve hatta alım gücü açısından insanlarımızın ezici çoğunluğunun bugünü arayacak duruma düşeceklerini öngörebiliriz.
Neden böyledir?
Çünkü Türkiye’de ekonomiyi yönetme konumunda olanlar, gerçekte yönetme olanaklarını kaybetmişlerdir. Rüzgârın önüne düşmüş kuru yaprak gibi oradan oraya savrulmaktadırlar.
Büyük bir tantanayla ilan edilen ve “Cumhuriyet tarihinde bir ilk olduğu” duyurulan yüzde 50’lik artış, sadece bir göz boyamadır. 2825 liralık asgari ücret 2021 yılı başında 371 dolara denk geliyordu. 4250 liralık yeni asgari ücret ise 271 dolar ancak ediyor. Yani gerçekte yüzde 50’lik bir artış değil yüzde 50’ye yaklaşan bir azalış söz konusu…
Ayrıca Cumhuriyet tarihinde ilk defa yüzde 50 oranında bir artış olduğu da büyük bir yalandır. DİSK-AR’ın yaptığı açıklamaya göre, 1996, 1997 ve 1999 yıllarında asgari ücrette, her defasında yüzde 100’ün üzerinde artış yapıldı.
Ekonomiyi yönetebilme
İktisat fakültelerinde maliye politikası dersinde; ‘Hükümetler, ülke ekonomisini yönetmek için üç politika aracından yararlanırlar’ diye öğretilir.
- İktisat politikaları
- Para politikaları ve
- Maliye politikaları.
Bu üç politika aracı açısından Türkiye’deki durumu ele aldığımız zaman gerçekte
Türkiye’yi yönetenlerin ellerinde, ekonomi yönetimi açısından doğru dürüst bir aracın olmadığı görülecektir.
İktisat politikaları ile kastedilen, Devletin; elinde bulunan kurum ve işletmelerle ekonominin içinde bulunması ve gerektiğinde bu kurumları kullanarak ekonomideki gidişe müdahale edebilme olanağını elde tutmasıdır.
En önemli politika aracı budur. Türkiye, özelleştirmelerle, bir zamanlar ekonomide yüzde 70’lerin üzerinde olan kamu varlığını bugün sözü bile edilmeyecek bir düzeye düşürmüştür. Dolaysıyla ekonomik dalgalanmalara, yerli ve yabancı tekellerin operasyonlarına karşı koyabilme olanağını kaybetmiştir.
Serbest kambiyo rejiminin geçerli olduğu, iç piyasaların yabancı paralar tarafından istila edildiği, her türlü para spekülasyonuna karşı hiçbir tedbirin bulunmadığı Türkiye’de; kamu harcamaları, vergiler, faiz ve kredi tedbirleri gibi etkili olabilecek mali ve para politikası aracından söz etmek beyhudedir.
Kısacası Türkiye ekonomisi, ulusal çıkarlar doğrultusunda yönetilebilme olanaklarından yoksundur.
AKP ne yapıyor?
AKP iktidarının izlediği politika gerçekte kendilerinin değil, uluslararası mali çevrelerin dayatmalarının uygulanmasından ibarettir.
Türk lirasının değerini düşürerek ülke içinde üretim maliyetlerini azaltmak ve böylece ihracatı artırarak döviz bulmak! Bugün uygulanmakta olan politikanın özeti budur. Bulunacak olan döviz, üretimin ve halkın refahının artırılması için değil, bugün artık döndürülemez hale gelen borç yükünün çevrilmesi, faizlerin ödenmesi ve böylece yeni borç bulma olanaklarının yaratılması içindir.
Bu politika milli değildir. Böyle bir politika ile çözülebilecek bir sorun da yoktur. Bugün önümüze gelmiş olan sorunun, gün geçtikçe daha da ağırlaştığını göreceğiz.
Biricik çözüm
AKP günü kurtarma peşindedir. Aldığı ve alacağı bütün tedbirler 2023 yılında yapılacak olan seçimlerdeki muhtemel bozgunu önlemeye yöneliktir.
Bu yıl ve önümüzdeki yıl, tam bir seçim ekonomisi uygulanacağını, dışardan sıcak para bulmak için ülkenin elde kalan neyi varsa satılığa çıkarılacağını, kısacası ülkenin geleceğinin bir bütün olarak ipotek altına konulacağını söyleyebiliriz.
2023 Haziran sonrasına AKP, gerçek anlamıyla bir enkaz devredecek. Sistem içinde hiçbir iktidar, bu enkazın altından kalkamayacak!
Devrimci çözüm dışında Türkiye’nin önünde bir gelecek yoktur.