Türkiye ekonomisinde, 24 Eylül 2021 gününden 20 Aralık 2021’e kadar geçen süre içinde yaşananlar, gerçekte, mevcut sistemle bu ülkenin artık gidecek bir yolunun kalmadığını gösteren ibret verici gelişmelerden ibarettir.
Mevcut sistem içinde Merkez Bankası’nın faiz düşürmesinin Türk lirasının değerinde düşmeye ve döviz kurunun yükselmesine yol açacağını bile bile, “Nas’ın emri böyle” diyerek Recep Tayyip Erdoğan tam üç kez faiz indirimine gitti.
Bu faiz operasyonları sonucunda Eylül başında 8.30 tl olan dolar kuru, 20 Aralık tarihinde 18 tl’yi geçti.
Ardından 21 Aralık günü bir yandan piyasaya Merkez Bankası üzerinden 6 -7 milyar dolar sürüldü. Bu operasyonun devlet eliyle yapılan ve bilinen kısmı. Öte yandan iktidarın atacağı adımı bilen ve ellerindeki büyük döviz stokunu 18 tl’lik fiyat üzerinden piyasaya sürenlerin ne kadar döviz sattığını ise bilmiyoruz. Ama burada da milyar dolarların olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Ekonomiyi bütünüyle dolarize etmek
21 Aralık tarihinden sonra dolar kurunda yaşanan büyük düşmenin esas nedeni piyasaya sürülen bu para değil. Çünkü önceki haftalar içinde de Merkez Bankası defalarca elinde bulunan rezervlerden piyasa milyar dolarlar sürdü ve ama en ufak bir etkisi olmadı.
Dolar kurundaki düşüşün nedeni, Hükümetin Türk lirası üzerinden olan mevduata kur güvencesi vermesidir. Kısacası, Türkiye ekonomisinin tamamen dolarize edilmesi denilen olay gerçekleşmiş durumda.
Gelinen nokta, 1980 Amerikancı askeri darbe ile birlikte içine girilen “Dünya ekonomisi ile bütünleşme” programının son aşamasıdır. Üretmeyen, her bakımdan dışa bağımlı ekonomide paranın değerini korumak söz konusu olamayacağına göre, bankalarda tl cinsinden olan mevduatta her zaman, kur farkından kaynaklanan değer kaybı olacak ve bu fark Hazine tarafından karşılanacak.
Hazine kamu malıdır. Hazinedeki varlıkların esasını halktan toplanan dolaysız vergiler oluşturur. Yani dar gelirlinin sırtından, büyük mevduat sahiplerinin bankalarda kur farkından dolayı kaynaklanan zararları karşılanacak.
Böyle bir sistemin, halkın sırtındaki vergi yükünün ağırlaşmasına, enflasyonun kontrolden çıkmasına yol açacağını öngörmek için büyük ekonomist olmak gerekmiyor.
Türkiye geçmiş yıllarda iki sefer Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) denemesi yaptı. Her seferinde yükselen enflasyon ve derinleşen ekonomik krizle karşılaştı ve DÇM uygulamasından vazgeçti.
Aynı yoldan giderek farklı sonuç alınacağını zannetmek akıl işi değildir.
Ceza hukuku konusu
Tespit edilmesi gereken ve ceza hukuku konusu olan büyük bir suç vardır ortada.
“Nas’ın emrine” göre hareket edileceği davul zurna ile duyurulan ve üç ay boyunca sürdürülen politika faizini düşürme operasyonu üzerine, düşük fiyattan kimler milyonlar hatta milyarlarla ifade edilen doları aldı?
Ve gene 20-21 Aralık gecesi, tl cinsinden mevduata kur garantisi verileceğinin duyurulması üzerine kimler o düşük fiyattan aldıkları Dolarları ve Euroları sattı?
İşte bu operasyonun sorumluları ve bu kur oyunundan nemalananların eylemleri ceza hukukunun konusudur.
Ayın sonunu zor getiren, Cumhurbaşkanının deyimiyle “Allah’ın açlıkla sınadığı” yoksulların ağzındaki lokmaya göz dikenler ağır cezalık suç işlemişlerdir.
Türkiye’nin geleceği
Üç aylık kur operasyonunun ardından tespit edilmesi gereken ikinci gerçeklik ise şudur:
Türkiye’nin mevcut sistem ile gidebileceği bir yol kalmamıştır. Türkiye; Yunus Emre’nin;
Bir bağ ki viran ola / İçi dikenle dola,
Ayıklamak neylesin / Od ile yakmayınca!
dizeleriyle anlattığı durumdadır.
“Od ile yakma”; köklü sistem değişikliğidir. Türkiye, neoliberal piyasa sistemi ile gideceği yolun sonuna gelmiştir.
Ve toplumsal süreçlerin bilinen kuralı hükmünü yürütüyor. Ömrünü doldurmuş olan ve çöküşe giden sistemlerde, alınan her “tedbir”, çöküşü hızlandırmaktan başka bir sonuç vermez.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Halkçı Devletçi Sistemi”, gelinen aşamada Türkiye için biricik çıkış yoludur.
Türkiye, tarihi bir yol ayrımındadır ve bu yol ayrımında engelleri aşmasını sağlayacak devrimci dinamiklere sahiptir. Geleceği parlaktır.
Unutulmaması gereken en büyük gerçek ise budur.