Hükümetin elinde ekonomiyi yönetmek için herhangi bir “para politikası aracı” yoktur. Çünkü iç piyasamızda Türk lirasının değil, Dolar ve Euro’nun egemenliği vardır.
Bu da Türkiye’nin“para politikası araçları”nın Ankara’nın değil, Vaşington’un, Londra’nın ve Berlin’in elinde olduğu anlamına gelir.
Aynı şekilde Ankara’nın elinde ekonomiyi yönetmek içim herhangi bir “iktisadi politika aracı” da yoktur.
Hükümetin elinde iktisadi politika aracının olması demek, devletin bir ekonomik aktör olarak piyasanın içinde olması demektir.
Devlet, elinde bulunan bütün iktisadi kuruluşları özelleştirmeler yoluyla elden çıkarmışsa, artık ekonomideki gelişmelere müdahale etme şansını da kaybetmiş demektir.
Türkiye’nin bugünkü durumu tam da budur.
Bir devlet ne yaparsa!…
Türkiye 1980’e kadar, temeli 1920 ve 30’larda atılan Atatürk’ün devletçi ve planlı ekonomi modelini uyguladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Atlantik kampına dahil olmasına ve söz konusu politikadan bazı tavizler vermesine rağmen gene de 12 Eylül askeri darbesine kadar esas olarak bu politikaya bağlı kaldı.
Türkiye’nin son kırk yılının tarihi ise, öncesinde inşa edilen 50 yıllık kamu ekonomisinin tasfiye edilmesinin tarihidir.
AKP’nin 20 yıllık iktidar dönemi ise önceki 20 yılla kıyaslanamayacak ölçüde ekonomideki kamu varlığına saldırı dönemidir.
Bir devlet, kendisinin ürettiği ve 23 kuruşa sattığı elektriğin, özel dağıtım şirketi tarafından vatandaşa, 137 kuruştan satılmasına nasıl razı olabilir?
Bir devlet, toplam olarak trafiğe kayıtlı 25 milyon aracın olduğu bir ülkede küçümsenmeyecek bir para karşılığında yapılması zorunlu trafik muayenesinin, hem de yabancı bir özel şirket tarafından yapılmasına nasıl razı olabilir?
Bir devlet, oturduğu yerden para kazanmak anlamına gelen şans oyunlarını, nasıl olur da bazı yandaşların vurgun alanı yapabilir?
Bir devlet, 83 milyon vatandaşının tamamını ilgilendiren haberleşme teşkilatını yabancılara nasıl peşkeş çekebilir?
Bir devlet, ekonominin can damarı olan petro kimya tesislerini, özel kesime tahsis ettikten sonra ekonomiyi yönetebilme olanağından bahsedebilir mi??
Bir devlet, bir zamanlar çiftçisinin en önemli gelir kalemlerinden olan tütün üretimini nasıl yasaklayabilir ve piyasayı yabancı sigara tekellerine nasıl sunabilir?
Bir devlet, tarımın en önemli girdileri olan ve bir zamanlar kendi olanaklarıyla temin ettiği gübreyi ve tohumculuğu yabancılara neden bırakır?
Bir devlet, ekonomisinin en kilit sektörlerini, ülke güvenliği açısından hayati önemdeki savunma sanayii kuruluşlarını yabancı sermayeye ve onun yerli işbirlikçilerine nasıl hediye edebilir?
Bu listeyi daha da uzatabiliriz.
AKP ne yaptı?
Yukarıda bazı kalemlerini saydığımız alanlarda devletin, bir ekonomik aktör olarak var olması demek, iktidarın ekonomiyi yönetebilmesi ve ekonomideki gelişmelere müdahale edebilmesi açısından çok önemli araçlara sahip olması demektir.
İşte 1980 yılından bu yana izlenen özelleştirme politikası ile Türkiye bu önemli araçtan da mahrum edilmiştir.
İktidar sözcülerinin dillerinden düşürmedikleri, “milli ekonomi”, “üretim ekonomisi”, “Türk lirasının egemenliği” vb gibi sözler, bu durumda, sadece büyük bir kandırmacadan ibarettir.
Milli ekonomiden yana olan bir iktidar, son olarak çıkardığı torba yasada, 13 limanın ve 5 demiryolu hattının özelleştirilmesine karar veremez.
Limanların ve demiryollarının özelleştirilmesi demek, bir ülkenin kendi bedenini satması demektir.
Osmanlı Devleti, son yüzyılında bunu yaptı ve bedeli; Balkanlardan Kafkaslara, Galiçya’dan Arabistan çöllerine kadar dört bir yanda iki milyon insanımızın feda edilmesi ve milletin bir ölüm kalım savaşı vermek zorunda kalması oldu.
Yapılması gereken
AKP iktidarı yaşanan bunca yıkımın ardında hala ‘serbest piyasa ekonomisi’ diyor, hala ‘dünya ekonomisiyle bütünleşme’ diyor, hala ‘özelleştirmeye devam’ diyor;
Oysa, ele aldığımız konu açısından Türkiye’nin acil olarak alması gereken tedbirler şunlardır:
- Ekonomide stratejik öneme sahip telekom, elektrik üretim ve dağıtımı, Petrokimya, milli savunma sanayii vb. gibi kuruluşlar derhal kamulaştırılmalıdır.
- Devlet, tarımsal üretime girdi sağlayan kuruluşları devletleştirmeli veya en azından elindeki olanakları kullanarak bu alanlarda üretici olarak yer almalı, çiftçimize ihtiyaç duyduğu girdiyi olabilecek en ucuz şekilde temin etmelidir.
- Bankacılık ve sigorta alanındaki bütün kuruluşlar devletleştirilmelidir. Devlet, paradan para kazanma operasyonlarını seyredemez.
- Eğitim ve sağlık gibi halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanması özel kâr konusu olamaz. Eğitim ve sağlık hizmetleri devlet eliyle parasız olarak gerçekleştirilmelidir.
- Ülkenin yer altı zenginlikleri bütün milletindir. Yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş olan bütün maden kaynakları derhal kamulaştırılmalıdır.
Bütün bu adımları atan bir devlet, ekonomisini yönetmede ihtiyaç duyduğu iktisadi araçlara sahip olmuş demektir.
Derin bir ekonomik kriz içinde olan Türkiye’de bugün; “Çözüm kamulaştırmadır” demeyen bir iktidar veya bir muhalefet partisi, gerçekte krize teslim olmuştur ve çözüm konusunda hiçbir şey söylememektedir.