29 Ağustos günü basına yansıyan bazı fotoğraf kareleri ve haberler, Türkiye’de hakim olan rejimin niteliğini bir kez daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi.
Birinci olarak İsmail Ağa Cemaati yöneticilerinin, İçişleri ve Adalet Bakanlarına bakanlık makamlarında, kendi dini kıyafetleri içinde yapmış oldukları ziyaret ve birlikte çektirdikleri fotoğraflar vardı çeşitli gazetelerde. Basına yaptıkları açıklamaya bakılırsa, cemaatlerinin “yaptıkları hayır işleri konusunda sayın Bakanlara bilgi vermişler!”
İkinci olarak mafya lideri Sedat Peker’in uzunca süredir yaptıkları açıklamaları ve son olarak eski Sermaye Piyasası Kurulu eski Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu hakkındaki iddiaları gündemdeydi.
Benzer çok sayıda haber ve gelişmeden bahsedilebilir. Bütün bunların ortaya koyduğu gerçek şudur: Türkiye’deki rejim, 12 Eylül Amerikancı darbesi ile birlikte adım adım değişime uğramıştır. Bu değişim AKP iktidarı döneminde hızlanmış ve 40 yılın sonunda artık Türkiye’de dört başı mamur bir mafya-tarikat düzeni gerçekleşmiştir.
TARİKATLARIN EGEMENLİĞİ
Bugünkü iktidarın bir tarikatlar koalisyonu olduğu, ispata muhtaç bir konu değil, 2014-2016 yıllarına kadar bu koalisyon içinde FETÖ tartışmasız bir ağırlığa sahipti. İsmail Ağa, Menzil, Süleymancılar vb diğer cemaatler ondan sonra geliyordu.
15 Temmuz darbesi ile birlikte iktidar FETÖ ile yollarını kesin olarak ayırdı. Devletin çeşitli kurumlarında FETÖ’den boşalan yerleri diğer tarikat ve cemaatler doldurmaya başladı. Devletin bütün icraatlarını din açısından denetleme yetkisini ve her konuda fetva verme hakkını kendisinde gören bir Diyanet İşleri Başkanının varlığı, 4-6 yaş çocuklarına yönelik Kuran Kursu kampanyalarıyla ülkenin eğitim sisteminin berhava edildiği, Yalova Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan bir kişinin “namaz kılamayanlar öldürülebilir” diyebildiği, Başkentin en büyük camilerinden birinde imamlık yapan bir kişinin sokaklarda tesettürlü olamayan kadınları “Kasap dükkanındaki et”e benzettiği, Urfa’da Mevlana Halid Camii imamının sokakta tesettürlü olmayan çocukları, çocuk istismarının sorumlusu olarak ilan edebildiği, DİB’e bağlı camilerde Selefici şeyhlerin vaaz verebildiği vb. vb. bir ülke, tarikatların tartışmasız egemen olduğu bir ülkedir.
Ülke ne yazık ki, 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün olamaz dediği “şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar” ülkesi haline dönüşmede epey yol almış durumdadır.
MAFYA EGEMENLİĞİ
Türkiye 12 Eylül Amerikancı darbesi ile birlikte sadece tarikat ve cemaat ülkesi haline dönüşmede yol almadı. Onunla paralel bir şekilde aynı zamanda mafyanın da giderek etkinlik kazandığı ve hatta iktidar makamlarına kadar uzandığı bir ülke haline geldi.
Sedat Peker’in kim olduğu belli… Bugün sığınmış olduğu ülkede, kimin koruması veya en azından göz yumması veya yol vermesi ile konuştuğu ayrı bir konu. Ama ne olursa olsun söylediklerinin hemen hemen tamamının gerçek olduğu konusunda hiçbir şüphe yok.
Burada önemli olan nokta, bir mafya liderinin devletin en tepe noktalarına kadar uzanan yasadışı ilişkileri bu kadar ayrıntısına varana kadar nasıl oluyor da bildiği gerçeğidir. Kısacası bir zamanlar sadece Beyoğlu’nun arka sokaklarında, bar ve pavyonlar aleminde kendilerine hayat alanı bulmaya çalışan yeraltı dünyasının aktörleri, bugün devletin en tepe noktalarına kadar uzanan bir ilişkiler ağının sahipleri olmuşlardır. Milyarlarca doları bulan yeraltı ekonomisinin rantını bölüşme kavgasında, mafya çeteleri ile iktidar sahipleri kol koladırlar.
Hem kolkoladırlar, hem de rant pastasını bölüşmede kavga etmektedirler. Ve bu kavga elbette Türkiye’ye yönelik emelleri olan emperyalist çevreler açısından bulunmaz bir malzemedir. Peker’in açıklamalarına böyle bakmak gerekir.
“KULLANIŞLI ARAÇLAR” VE DOĞAL MÜTTEFİKLER
Tarikatlar ve mafyanın bu ölçüde güçlenmesi, ülke üzerindeki emperyalist boyunduruğun ağırlaşmasına paralel olarak gelişmiştir. Emperyalizm, ulus devleti bütün kurumları ile yozlaştırıp tasfiye ederken doğan boşluğu tarikatlar ve mafya ile doldurmuştur. Başka bir deyişle mafya ve tarikatlar bizim gibi ülkelerde emperyalizmin doğal müttefikleridir. Daha doğrusu, “müttefiklik” payesi gerçeği tam olarak ifade etmez, emperyalizmin “en kullanışlı araçlarıdır” demek daha doğru olur.
Ama mafya ve tarikatlar bu süreç içinde birbirlerinin doğal müttefikleri olageldiler aynı zamanda. Birinci olarak ikisinin de arkasındaki güç emperyalizm olduğu için. Bizim gibi ülkelerde belli bir güce oluşan mafyatik bir örgütlenme, istihbarat örgütlerinin bilgisi ve onayı olamadan o gücünü koruyamaz ve istihbarat servislerinin denetimine giren her mafyatik güç, sistemin merkezinde olan emperyalist istihbarat örgütlerinin de bilgisi ve denetimine girer.
İkinci olarak laik demokratik cumhuriyet, tarikatların da, mafyanın da baş düşmanıdır. Çünkü devlet kurumlarının doğru dürüst çalıştığı ve hukuk devletinin gereklerinin uygulandığı bir ülkede tarikatlar, cemaatler ve mafya yaşam alanı bulamaz. Dolaysıyla bu iki yasa dışı güç açısından Laik-Demokratik Cumhuriyet karşısında işbirliği içinde olmak doğaldır ve kaçınılmazdır.
En büyük yanlış, mafya ve tarikatlarla içiçe geçmiş yeminli Cumhuriyet ve laiklik düşmanlarından anti emperyalist mücadelede “müttefikler” çıkabileceğini zannetmektir. Böyle düşünenler büyük bir yanılgıya düşmüş olmanın ötesinde, bir müddet sonra kaçınılmaz olarak kendileri “kullanışlı araçlara” dönüşürler.