Mecburi istikamet!

15 Eylül Perşembe akşamı CNN Türk televizyonunda “Gece Görüşü” programındaki üç konuşmacı, Semerkant’ta toplanan ŞİÖ zirvesini ve AKP iktidarının ŞİÖ politikasını değerlendirdiler. Konuşmacılar özetle, Türkiye’nin 300 yıldan bu yana uluslararası politikada “oyun kurucu” olma özelliğini kaybettiğini, bundan dolayı zorunlu olarak uluslararası ilişkilerde “denge” politikası izlediğini, Atatürk döneminde de bu yaklaşımın değişmediğini, aynı politikanın bugün de zorunlu olarak devam ettirilmekte olduğunu söylediler.

Sayın “uzman”ların değerlendirmeleri yanlıştır ve tarihi gerçekleri ifade etmemektedir.

Birinci olarak Türkiye, Atatürk döneminde dış ilişkilerinde “denge” siyaseti izlemedi. Çok net bir şekilde Batı emperyalizminin karşısında, Sosyalist Sovyetler Birliği ile her alanda dayanışma politikasını hayata geçirdi.

Dünyanın yeni bir savaşa doğru gittiği 1930’larda izlenen Bölge Merkezli Dış Politika’nın ise “denge” politikası ile bir ilgisi yoktur tam tersine emperyalist emeller peşindeki güçlere karşı kaderleri aynı olan bölge ülkelerinin dayanışmasını gerçekleştirmek amaçlıdır.

İkinci olarak “uzmanlarımızın” 1700’lerden beri uygulandığını iddia ettikleri “denge” politikası gerçekte, Abdülhamit döneminde uygulandığı düşünülen “büyük güçleri birbirine karşı kullandıklarını” sanma aymazlığıdır. Aynı politika bugün de, ABD’nin patronu olduğu yeni dünyada alt bölgesel roller üstlenme ve bu anlayışın gereği olarak üstlenilen BOP eşbaşkanlığının ardından zorunlu olarak girilen yolda, yeniden büyük güçleri birbirine karşı kullanabildiğini sanma gafleti olarak kendini gösteriyor.

Abdülhamit’in sözümona büyük güçleri birbirine karşı kullanma politikası, imparatorluğun dağılması ile sonuçlandı. Bugün büyük güçleri birbirine karşı kullanabileceklerini sananlar ise sadece ve sadece dostlarının güvenini kaybediyorlar ve ülkenin önündeki büyük fırsatların değerlendirilmesine engel oluyorlar.

ZİRVEDE NE OLDU?

Bu genel değerlendirmelerin ardından ŞİÖ zirvesi ile ilgili olarak neler söylenebileceğine gelelim:

Birinci olarak, İran’ın katılması ile birlikte üyelerinin sayısı dokuza çıkan ŞİÖ, daha bugünden toprak büyüklüğü, dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındırması ve dünyanın en dinamik ve gelişen ekonomilerine sahip olması itibariyle ve ayrıca gözlemci ülkeleri ve diyalog ortakları ile birlikte Batı emperyalizmine karşı büyük bir güç gösterisi yapmıştır. Zirvede de vurgulandığı gibi artık yeni bir dünyadayız!

İkinci olarak 24 Şubat’tan bu yana Ukrayna’da, ABD liderliğindeki Batı Bloku ile savaşmakta olan Rusya, Semerkant zirvesi ile Asya’nın büyük çoğunluğunun arkasında olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Uluslararası ilişkiler açısından da düşünüldüğünde zor durumda olanın Rusya değil, kendi içinde birliği sağlayamayan ve derinleşen ekonomik kriz ve iç karışıklıklarla uğraşmak durumunda kalan ABD liderliğindeki Batı bloku olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı.

Üçüncü olarak ŞİÖ üyesi ülkelerin bundan sonra kendi aralarındaki ticarette ulusal paraların daha fazla kullanılması yolunda aldığı karar ise Dolar egemenliği döneminin sonuna yaklaşmakta olduğumuzun son kanıtıdır. Türkiye’nin, Rusya’dan aldığı doğalgazın yüzde 25’ini ruble olarak ödemesi şeklinde yapılan anlaşma da, Zirvede varılan “milli paralarla ticaret” kararının bir uygulamasıdır.

Dördüncü olarak üye ülkelerin güvenlik alanında işbirliklerini artıracaklarına yapılan vurgu ise gerçekte emperyalist saldırganlığa karşı ŞİÖ üyelerinin birlikte hareket etme kararlılıklarının ifadesidir ve önemlidir.

ŞİÖ VE TÜRKİYE

Türkiye’ye gelince, Semerkant zirvesine Diyalog Ortağı olarak gitti ve Diyalog Ortağı olarak ayrıldı. Oysa daha öncesinde gerek Rusya gerekse Çin cephesinden Türkiye ile ilişkilerin daha da ileri götürülmesi yolunda niyetler ifade edilmişti ve hatta Putin Türkiye’yi ŞİÖ’ye tam üye olarak görmek istediği şeklinde bir görüşü de dillendirmişti.

Ama AKP’nin dış politikası, -ne yazık ki gerçektir – Abdülhamit’in “büyük güçleri birbirine karşı kullanma” şeklindeki dış politikasıdır. Aslında böyle bir durum yoktur ve mümkün de değildir ama öyle zannedilmektedir.

AKP bir yandan koşulların zorlamasıyla –buna Türkiye’nin mecburiyetleri de diyebiliriz – ŞİÖ üyesi ülkelere yakınlaşmak zorunda kalmıştır. Ama öte yandan emperyalist Atlantik İttifakı ile ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini sürdürmektedir. Türkiye’ye egemen olan hakim çevrelerin menfaatleri de bunu gerektirmektedir.

Türkiye, jeostratejik konumu itibariyle son derece önemli bir ülkedir. Dolaysıyla dünya ölçeğinde bugün kıyasıya bir mücadele içinde olan iki güç – Atlantik İttifakı ve ŞİÖ – Türkiye’yi kendi yanına çekmek için büyük bir mücadele içindedir.

Bu durumun AKP iktidarına bir hareket serbestisi sağladığı da bir gerçektir. Ama bu sonucu, kendi “dış politika ustalıkları”nın eseri olduğunu sanma gafleti, sonuç olarak Türkiye’nin gerçek dostları nezdinde güvenirliliğini zedelemekte ve Türkiye’ye zaman kaybettirmektedir.

Geçen yüzyıldan farklı olarak bugün dünya ölçeğinde birbiriyle rekabet eden kuvvetlerin hepsi emperyalist değildir. Bir tarafta emperyalist Batı Bloku, karşısında ise emperyalist olmayan tam tersine büyük çoğunluğu yakın geçmişte emperyalist devletlerin sömürgesi veya yarı sömürgesi durumunda olan gelişmekte olan ülkeler dünyası bulunmaktadır.

Rusya, Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başında dağılmasının ardından nesnel olarak gelişmekte olan dünya ülkeleriyle aynı konuma düştü ve kaderini Çin başta olmak üzere Asya’nın diğer ülkeleriyle birleştirdi.

Kısacası emperyalist Batı’nın karşısında yer alan ŞİÖ üyesi ülkeler Türkiye ile aynı konumda olan, kaderleri Türkiye ile ortak olan ülkelerdir. Ama artık geçmişin dünyası geride kaldı. Söz konusu ülkeler bugün bir bütün olarak ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda güç olarak Batı’dan daha geride değiller.

Dolaysıya Türkiye yönetme durumunda olanların emperyalist Batı ile onun karşısında bulunan ve Türkiye ile aynı durumdaki ŞİÖ arasında “denge” politikası izlemesinin Türkiye’nin ulusal çıkarları ile hiçbir ilgisi yoktur.

Bu politika sürdürülebilir de değildir. Türkiye’nin komşularından başlayarak giderek ŞİÖ üyeleri ile her alanda tam bir dayanışma içine girmesi ve vakit geçirmeden bu örgüte tam üye olması, Atatürk’ün Bölge Merkezli dış politikasının günümüze uyarlanmasının biricik yoludur.

Tayyip Erdoğan’ın dönüş yolunda gazetecilere; önümüzdeki yıl Hindistan’ın dönem başkanlığı döneminde tam üyelik yolunda adım atmayı düşündükleri şeklindeki açıklaması ise Türkiye’nin önündeki “mecburi istikameti” gösteriyor.