Konuya girmeden önce AKP ile ABD’nin ilişkilerinin ne durumda olduğunu anlamak için son günlerin basına yansıyan ve hemen akla gelen kimi gelişmelerini hatırlayalım:
-TRT 1 başta olmak üzere AKP yanlısı bütün basın, Ukrayna sorunu konusunda başından beri Rusya karşıtı, Ukrayna yanlısı bir yayın çizgisi izledi. Son günlerde bu konudaki yayınlar yoğunlaştı. AKP medyasına göre Rusya, Ukrayna’da işgalci ve barış ancak Rusya Kırım dahil işgal ettiği bütün yerlerden çekilmesi ile gerçekleşebilir.
-Ukrayna’da dört bölgede yapılan referanduma ve ardından dört bölgenin Rusya’ya katılma kararına Türkiye, resmi açıklama ile karşı çıktı.
-ABD’nin bastırması üzerine önce özel bankalar, daha sonra da devlet bankaları Rusya ödeme sistemi MIR’dan çıktılar.
-Hulusi Akar, Mersin’de bir polis evine gerçekleştirilen saldırının Suriye’de planlandığını söyledi. Akar’ın açıklamasının, son dönemde Türkiye ile Suriye arasında açılan diyalog kapısını kapatmaya yönelik olduğu açıktır.
-Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler balayı dönemini yaşıyor. İsrail’e büyükelçi gönderilmesi, resmi heyetlerin karşılıklı ziyaretleri… AKP, Suriye’den esirgediği dostluk ve işbirliği elini İsrail’e cömertçe uzatıyor. İsrail’e uzatılan el, ABD’ye uzatılan eldir.
-Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisine, Yahudi cemaatinin üç önde gelen temsilcisi de Türkiye heyetinin içinde olmak üzere götürüldü.
-Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, son yapılan ABD gezisinde 23 Eylül günü CFR’de (Dış İlişkiler Konseyi – Amerikan derin devletinin beyin organlarından biri ) “ABD ile ilişkilerimiz … sağlam bir temel üzerinde inşa edilmiş durumda” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “… Bu zorlu dönemlerde Türkiye-ABD ilişkileri stratejik düşünme ve dirayetle ele alınmalı, dar çıkarların gölgesinde bırakılmamalı. Biz üzerimize düşeni yapmaya hazırız.”
-Tayyip Erdoğan, yılan hikayesine dönen F-16 konusunun çözümü için söz aldıklarını söyledi ve sorunun çözümü için AKP’li Efkan Ala başkanlığında bir Türkiye heyeti ABD’ye gönderildi.
-Bütün bunlarla birlikte ABD’nin Türkiye’yi hedef alan bütün hamlelerine –Yunanistan’ın silahlandırılması ve Türkiye’ye karşı kışkırtılması, Suriye’de bölücü terör örgütüne verilen aleni destek vb. – karşılık olarak AKP iktidarının bütün yaptığı “bu yapılanlar dostluk ve müttefikliğe sığmaz” demekten ibaret oldu.
Bu liste uzatılabilir. Bütün bunlar 2023 seçimlerine doğru giderken AKP’nin ABD politikasının özetle; Türkiye düşmanı bütün faaliyetlerini adeta görmezden gelmek ve “Büyük Müttefik”in Türkiye’de kendisine alternatif bir iktidar arayışı içine girmesini önlemek olduğunu söyleyebiliriz.
ABDÜLHAMİT POLİTİKASI
AKP dış politikada özet olarak Abdülhamit’in meşhur “büyük güçler arasında denge” politikasını izliyor. Bu politikanın savunucuları tavırlarını; “Büyük güçleri birbirine karşı kullanmak” olarak ifade ediyorlar.
Onun için AKP’yi, Rusya ile ilişkilerinde de gülücükler dağıtırken görebiliyoruz. Aynı şekilde Batı ile ilişkilerinde sürekli olarak, “Türkiye tercihini Batı uygarlığı ile birleşmekten yana yaptı. Onun için ABD, AB ve NATO ile ilgili olarak taahhütlerimize bağlıyız” da diyebiliyorlar.
Atlantik İttifakı ve Rusya, daha doğrusu Asya güçleri ile ilişkilerde denge politikasının hayatta karşılığı yoktur. Jeopolitik konumu itibariyle Türkiye’nin dünya dengeleri içinde taşıdığı önem dolaysıyla hiçbir taraf Türkiye’yi karşı tarafa kaptırmak istemiyor. Bundan dolayı gerek Batı İttifakı ve gerekse de Batı İttifakı karşısında yer alan başta Rusya olmak üzere Asya güçleri Türkiye’yi kaybetmemeye özen gösteriyorlar. Kırılan potlar, tutulmayan sözler bir yere kadar görmezden gelinebiliyor.
Ama bu sonuçların, AKP tarafından, kendilerinde olmayan bir güce sahiplermiş gibi bir zehaba kapılmalarına yol açtığı bir gerçektir.
ESKİ DÜNYADA YAŞAMAK
Bütün bunların yanısıra ABD emperyalizmi bizim gibi ülkelerde hiçbir zaman tek ata oynamaz. İktidarı ve muhalefeti ile bütün sistem içi iktidar seçenekleriyle ilişkisini sürdürür. Hangisi kazanırsa kazansın önemli olan ABD’nin kaybetmemesidir.
Bu arada ABD, iktidar ile olan ilişkilerini sistem içi muhalefeti kendisine daha sıkı bağlamak için kullanır. Tersi de doğrudur. Muhalefet ile olan ilişkilerini ise “iktidarı terbiye etmek” için kullanır.
Önemli olan nokta şudur: Bugün, ABD’nin bu ilişkileri sürdürebilmesini mümkün kılan, iktidarı ve muhalefeti ile sistemin bütün partilerinin, iktidar vizesinin hala Atlantik ötesinden alındığını sanmalarıdır.
Semerkant’ta “Gelecek yıl Hindistan’ın dönem başkanlığı döneminde ŞİÖ’ye tam üyelik başvurusunda bulunabiliriz” diyen Tayyip Erdoğan; ne kendisine bu sözleri söyleten gelişmeler ve Türkiye’nin mecburiyetleri üzerinde, ne de beş yıllık Astana sürecinin Türkiye’ye kazandırdıkları ve ne de 200 yıldır bölgedeki her gelişmenin içinde parmağı olan Batı’nın bölgenin en önemli sorununun çözümü için bir araya gelen ülkelerin içinde olmaması gerçeği üzerinde hiç düşünmemiştir.
Tayyip Erdoğan 2001 yılında ABD’ye ne için gitmişse veya 3 Kasım seçimlerin sonra Paul Wolfovitz’e hangi düşüncelerle mektup yazmışsa hala aynı koşullarda yaşadığını düşünmektedir ve ona göre hareket etmektedir.
Aynı durum, Kılıçdaroğlu için de geçerlidir.
Ama artık başka bir dünyadayız. İçinde bulunduğumuz dünyada, kaderlerini Atlantik ötesine bağlayanlar kaybedecektir.