Bozulan toplumsal doku

1960’lı yıllarda Anadolu’nun kasaba ve şehirlerinin cadde ve meydanlarında zaman zaman şöyle manzaralara rastlanırdı. Pek sık rastlanmayan bir olay olmuştur, örneğin bir ailenin bütün fertleri çıkan bir yangında ölmüştür, ya da aile içinden ya da dışında bir saldırı olmuştur ve aile benzer bir sonuçla karşılaşmıştır. Bu olayı 10 – 15 dörtlük halinde bir destan, bir ağıt olarak yazmıştır o işe yetenekli olan birisi. Tek yaprak halinde basılan “ağıt destan”, onbinlerce basılır ve satıcılar köşe başlarında nağmeli biçimde okuyarak satarlardı. Halk büyük ilgi gösterirdi, satıcının etrafında toplanır, ağıtı dinler ve satın alırdı.

Bir çok insan açısından böyle bir uğraş, geçim kapısıydı. Çünkü meydana gelen olaylar sıra dışıydı ve nadiren gerçekleşiyordu. Ve gerçekleştiği zaman da insanları derinden etkiliyordu.

1960’ları başlarında büyük şehirlerden birinde Ayla adında bir kız çocuğu kaybolmuştu. Tunceli’nin bir dağ köyünde köylülerin, aylarca, kaybolan Ayla’nın haberlerini takip ettiklerini, toplandıklarında sohbetlerinin konusu olduğunu hatırlarım.

60 YIL SONRASINDA DURUM

O zaman nadiren gerçekleşen bu tür olaylar bugün neredeyse her gün oluyor. Her tarafta insanlar arasında çeşitli nedenlerden gerçekleşen anlaşmazlıklar hemen kavgaya dönüşüyor ve sık sık ölümle sonuçlanıyor. Hemen her akşam televizyon haberlerinde akıl almaz cinayetler sıralanıyor birbiri peşisıra. 60 yıl önce uzun aralarla ya bir cinnet durumunda ya da benzer başka bir durumda nadiren gerçekleşen ölüm olayları artık sıradanlaşmış durumda.

Kesici aletlerin kullanıldığı kavgalarda doğrudan doğruya kalbin olduğu bölgeye ye da boğaza saldırılıyor. Amaç yaralamak değil öldürmek.

Bir tv haberinde caddede yol verme tartışması yaşanıyor iki şoför arasında. Şoförlerden biri elinde balta ile iniyor arabasından ve diğer şoförün üzerine yürüyor. Hemen her akşam tanık olduğumuz bu görüntüler, toplum olarak karşılıklı saygı ve hoşgörüye dayanan bağların önemli ölçüde tahrip olduğunu ortaya koyuyor.

İKTİDARIN SORUMLULUĞU

Peki bu duruma nasıl geldik? Anlamlı soru budur ve “ne yapmalı?” sorusunun cevabı da buradan çıkacaktır.

Bugün yaşamakta olduğumuz tablo büyük oranda 20 yıllık AKP iktidarının uygulamalarının sonucudur.

AKP iktidara geldiği ilk günden itibaren, iktidarda kalmanın anahtarını, toplumu kutuplaştırmada gördü. Toplumun yarsını diğer yarısına düşman ederek, devletin mali olanaklarını o dayandığı yüzde 50’ye dağıtarak (elbette aslan payını kendi yüzde 50’sinin içindeki küçük bir mutlu azınlığına ayırarak geri kalan büyük çoğunluğu kırıntılarla idare ederek) iktidarını sürdürmeye çalıştı.

Kendi yüzde 50’sine verebileceği bir şeyler olduğu müddetçe bu plan işledi. Ama bu anlayışın sonucu yurttaşlar arasında, yurttaş olmaktan, Anayasa önünde herkesin eşit olduğu inancından ve devlet yöneticileri başta olmak üzere herkesin buna uygun hareket ettiği düşüncesinden kaynaklanan karşılıklı saygı ve güven ilişkisi, zamanla erozyona uğradı ve giderek yok oldu; bugünkü tablo ortaya çıktı.

Artık insanların birbirlerine güveni yok, karşılıklı saygı ortadan kalktı ve birbirlerine tahammülleri kalmadı. Onun için en ufak anlaşmazlık hemen inanılmaz kavgalara ve sonuçlara yol açabiliyor.

DÜŞMANLIK İDEOLOJİSİ

Elbette İktidarın bu yaklaşımının bir ideolojik arka planı bulunuyor. Vahabi – Selefi anlayış, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi inanmayanı “insan” olarak görmez. Karşısındaki insanın yaşama hakkına sahip birey olduğunu, kendisiyle aynı haklara sahip olduğunu kabul etmez.

İnsanlık, bireylerin doğuştan eşit haklara sahip olduğu düşüncesine Batı’da Aydınlanma Çağı’nda ve onu takip eden Burjuva Demokratik Devrimlerle ulaştı. Aslında, Doğu’da 9 -13 yüzyıllar arasında yaşanan İslam aydınlanması çağında, bu anlayışa önemli ölçüde ulaşılmıştı. Batı hümanizminin öncülü, bu dönemde İslam dünyasında “insaniye” olarak yeşermişti. Anadolu’da Yunus Emreler bu düşüncenin doruğunu temsil ederler. Ama İslam dünyası,13. yüzyıl sonrasında adım adım akılcılıktan uzaklaştı ve İslam’ın Selefi yorumu hakim hale geldi.

Selefi yorumun ne anlama geldiği, en çıplak şekilde,  yakın geçmişte Irak ve Suriye’de yaşanan IŞİD vahşeti ile gözler önüne serildi.

Selefi – Vahabi düşüncenin şimdi AKP eliyle iktidar katlarında etkili olmasının topluma yansımasının şimdiki sonucu ise, yurttaşlar arasında karşılıklı saygının yok olmasıdır. Kişinin, karşısındaki kim olursa olsun, hangi inançtan, hangi kökenden gelirse gelsin kendisiyle aynı haklara sahip olduğu düşüncesinden uzaklaşmasıdır. İşte o zaman her akşam televizyon haberlerinden izlediğimiz manzaralar kaçınılmaz olmaktadır.

Hiçbir toplum bu şekilde hayatını idame ettiremez. Hele hele Türk Milleti gibi imparatorluk kültürüne sahip ve İslam dünyasındaki en büyük demokratik devrimin sahibi olan bir milletin, böyle bir durumu kabul etmesi mümkün değildir.

Onun için bu saatten sonra AKP ile devam edilebileceğini düşünmek, olmayacak duaya amin demekten başka anlama gelmez.