1992 Şubat’ı, Mithatpaşa’da dördüncü kattaki bir apartman dairesi… Bedri abi gençlerle birlikte, gençler soruyor, Bedri abi yanıtlıyor. Bir arkadaş Bedri abiye 12 Eylül sonrasında poliste olan bitenle ilgili bir şey sordu. Sorunun Bedri Abi için son derece yakışıksız olduğu o kadar belliydi ki, bir daha o gençlerden hiçbiri bu konuda onun yanında ağzını açmadı. “Mesele ideolojik kararlılıktır” falan dedi, sanki öznesi olduğu bir olaydan değil de Nikaragua’da ya da Yunanistan’da mücadele eden devrimcilerin deneyinden söz eder gibiydi.
Kendinden söz etmeye tenezzül etmeyen devrimcilerdendi o. Onun ağzından kimse “Ben Mehmet Bedri” gibi bir şarlatanlık duyamaz. “Ben” dememeye ant içmiş bir dinin mensubu gibiydi, belki de 12 Eylül işkencecilerinin en büyük hatası onu “ben” demeye zorlamış olmalarıdır.
Öte yandan “biz” derken, sesinde duruşunda her zaman etrafa yaydığı bir kararlılık vardı. “Biz böyle bir şeyi kabul etmeyiz” demesi, oradan geri adım atılamayacağı anlamına gelir. Kim hatırlıyor 1997 2 Temmuz’unda, Bedri abinin megafonu eline aldığını? Pülümür’de idik biz o zaman bir grup olarak, kardeşim anlatmıştı: Kararsız tedirgin bir orduyu yeniden mevziye sokar gibi, devrilmek üzere görünen bir bayrağı yukarı kaldırır gibi… O megafonu elinden aldığı kimselerin, Bedri abiye yönelik ahlaksız kampanyada yer almış olması kadar berbat, yüz kızartıcı bir şey olabilir mi? Bedri abi yok şimdi, siz bu utançla nasıl yaşayacaksınız?
Bedri abi ile son görüşmemizden 15 yıl sonra, 2019’da Finlandiya’da iken elime beş imzalı bir iftira mektubu ulaştı. Bedri abi birileri ile ilgili yersiz ithamlarda bulunmuş da, beyler toplanıp bu ithamların asılsız olduğunu saptamışmış, bunu da imza altına almışlar. Her nasılsa bu mektup sızmış da, elden ele gezmiş. Belli ki bir psikolojik harekat yürütüyorlardı, Bedri abiye mektubu ilettim “Bana bile ulaştığına göre her yerde dolaşmıştır” diyerek. Tutumu özetle şuydu “Biliyorum, çözmeye çalışıyorum.” O imzacılar için tek bir söz etmedi. Umduğu yolla çözülmedi sorun ama başka bir yolla çözüldü, Bedri abi “artık burada bir devrimcinin yapacağı bir şey kalmamıştır” dedi. 68 yaşında, bir devrimcinin yürümesi gereken yolu açmak için en baştan kollarını sıvadı. İmzacıların ise dördünün sicilinde artık silinmez bir lekedir o imzalar, bir tanesinin daha büyük kabahatleri var.
Kerim, “Salkım Söğüt” şiirini hatırlamış Bedri Abi’nin arkasından yazarken. Ben de “28lerin Türküsü”nü hatırladım, Moskova önlerinde Alman tanklarıyla son nefesine kadar savaşanları.
“bölükte ‘diev’ diye çağırırlardı onu / ukraynalı bondarenko takmıştı bu adı ona: / durup dinlenmeden çalışmasından ötürü. / bir zeytin ağacı gibi verimli, / bir karınca gibi hamarat”
Bedri abi deprem bölgesinden döndükten bir gün sonra kaybetti hayatını. Sabah, o günkü işlerle ilgili birkaç telefon konuşması yaptıktan sonra, yolda. Bedri abinin doğal haliydi bu, güneşli bir pazar günü bir gecekondunun bahçesinde o günün gazetelerini okuduğumuzu hatırlıyorum. O gün pazar günü olduğu için eksik bırakılmış bir görevi tamamlar gibi, hiçbir şeyi gözden kaçırmamak üzere. Kim cesaret edebilirdi “Abi sadece çay içsek” demeye?
“kujenbergünof konuştu : ‘-kucaklaşalım’ / hepsi biraz şaşırmış baktılar kujenbergünof’a: / kujenbergünof insanın canını sıkacak kadar sakin bir adamdı”
Pek çok insanın morali bozulur, şevkini yitirir kimi zaman. Bedri abi için en olumsuz durum bile, “Eh şimdi ne yapıyoruz bakalım” meselesiydi. Muazzam bir saçmalıkla tasfiye etmeye çalıştıkları toplantıda yaptığı konuşmasına bakın. Hala sükunetle tasfiyecileri uyarmaktadır “Zarar vereceksiniz” diye, kendisi için değil, mensubu olduğu yapıyı gözeterek… Benzer durumda pek çoğumuz zıvanadan çıkar, ağzına geleni söylerdi oysa. Sonra yeniden toparlanırken insanlar, sabahları gündem toplantısında, elde yok denecek kadar az şey varken ve yapılması gereken dünya kadar iş varken, “insanın canını sıkacak kadar sakin bir adamdı” Bedri abi.
“tükendi cephaneleri insanların, / fakat insanlar biliyorlardı yenilmezliğini / namlusu insan yüreği-devin”
Sanırım o sükunetin, çalışkanlığın ve kendinden söz etmeye hiç ihtiyaç duymayan direncin kaynağında Bedri abinin iyi bildiği bir yenilmezlik inancı vardı. O yüzden Bedri abi, mücadeleye atıldığı ilk günden düne kadar insanı çıldırtacak bir azimle ayakta durdu. Bakıp saatlerinizi ayarlayacağınız, pusulanızı hizalayacağınız bir mihenk taşı gibi. Şimdi de isteyen kendini tartsın o terazide, neyi doğru neyi yanlış yapmış görsün.
Bu arada 28 kişi değillerdi aslında Volokolamsk şosesinde savaşanlar. 29 kişilerdi, ama biri korkaktı, Alman tankı yanaşınca sipere ellerini kaldırıp teslim olmayı denedi. Kiminin payına da bu düşer. Ne olur bundan sonra Bedri abiye, mahalle konforunu korumak derdiyle ona saygı göstermekten imtina eden olmuşsa? Bunu da biz hatırlarız. 28 kişinin sonuncusu nefesini tutup diğerlerine öykülerini anlatmıştı ne de olsa.
Ulaş Karakul
15 Şubat 2023