Mehmet Bedri’nin sırtındaki hançer (Emre Canpolat)

Mehmet Bedri Gültekin artık yaşamıyor. 14 Şubat sabahı çok erken bir saatte partisine gitmek için koyulduğu yolda yere yığıldı. Ölümü hakkında konuşma fırsatımız olsaydı eğer, bu şekilde ölmüş olmaktan mutlu olduğunu söyleyeceğini tahmin ediyorum. “Devrimciler ayakta ölür” derdi her zaman. O da öyle öldü. Öylece bir yerde beklerken değil, bir kenarda değil, işinin başında, partisinin yolunu adımlarken hayata gözlerini yumdu. İçinde kalan bir şey varsa şayet, beklediğinden erken olmuş olması olabilir. Daha yapacak çok işi vardı. O nedenle yollardaydı.

Mücadele hayatı 53 yıl önce ODTÜ’de öğrenciyken Dev-Genç saflarında başlamış, 12 Mart’a giderken TİİKP’le buluşmuş ve günümüze kadar aralıksız devam etmişti. Kelimenin gerçek anlamıyla bir gün dahi ara vermemişti. Bunu onu yakından tanıyan herkes bilir. Bu süre zarfında pek çok kere cezaevine düşmüş, işkencelerden geçmiş ama işkencecileri tek bir cümle dahi alamamıştı ağzından. Bunu da ancak başka insanlardan duyabilirdiniz, anlatmaya dahi tenezzül etmezdi.

Mehmet Bedri ayakta öldü ama cenazesi defnedilirken bir yol arkadaşının feryat ederek söylediği gibi, sırtında bir hançer yarasıyla öldü! Bu yarayı biraz açmak gerek. Çoğu kişi sırtındaki yarayı biliyor ama ayrıntılarını bilmiyor. Şeytan ayrıntıda gizlidir! Söylemek gerek.

O yara on yılları bulan bir etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma hikayesinin ürünüydü, iftiralar ve hatta yalanlarla örülüydü. Bu nedenle hatırlanmalı ve hiç unutulmamalı.

Sırtındaki hançer yarasının müsebbibi tek bir kişiydi. “50 yıllık yol arkadaşım” dediği, Doğu Perinçek’ti. Hançer, alışılmış bir siyasal ayrılık, tartışma ya da anlaşmazlık değildi. Uzun yıllara yayılmış ve yarım yüzyıldır örgütlü mücadeleye inanan birini tüm hücreleriyle kanatan bir şeydi. Bu hançere el verip açtığı yarayı daha da derinleştirenler oldu. Onları da unutmak olmaz, çünkü hançerin sahibi kadar onlar da suçludurlar.

Etkisizleştirme süreci uzun sürdü. “50 yıllık yol arkadaşı”nın ona yaptıklarının ve yaptırdıklarının hepsini anlatmak zor. Yavaş yavaş gelişti her şey. Başlarda gözden ırak, örgütlenmenin zor ve sorunlu olduğu illerde görevlendirildi, mali açıdan çökmüş bir kasayı toparlaması istendi. Parti kamuoyunun uzağında, başarısız ve beceriksiz görüneceği tüm yerlere ve işlere gönderildi. Bıkması ve her şeyi bırakması beklendi.

Mehmet Bedri, bütün bunları sineye çekti ve küsüp bir kenara çekilmesini bekleyenlere inat, başarısız olması beklenilen zor görevlerden başarıyla çıkarak partisine olan bağlılıkta ısrar etti. Neden isyan etmediğini anlamayan bizim gibilerin sorularına ise Mao’nun partisindeki mücadelesini anlatarak cevap verdi uzun uzun. O, nesli artık tükenen devrimciler kuşağının son temsilcilerinden biriydi ve partisine karşı olan sorumluluğunu her şeyin üzerinde görüyordu.

İftiralar ve yalanlar dönemi de uzun sürdü. Perinçek’e yazdığı son mektupta tüm bunlara değindi, tüm yalanları çürüttü (inanan var mıydı ki!) ve bir derviş sabrıyla tek bir hususu ısrarla tekrarladı: “Böyle yaparak partiye, mücadelemize zarar veriyorsunuz.”

(Bu uzun mektup şuradan okunabilir: http://www.mehmetbedrigultekin.com/2021/01/24/dogu-perinceke-son-mektup/

Ama hatırlatmak gerekir ki bu mektup uzun yıllara yayılmış yıldırma taktiklerine ve yalanlara verilmiş son bir cevaptı ve bu nedenle dışarıdan bakan bir gözün tüm olanları hakkıyla anlaması bir hayli zor).

Örnekler anlatmakla bitmez ama birkaçına değinmekte fayda var.

Yazılarına yasaklar konuldu. Partiye ait hiçbir organda fikirlerini ifade etmesine izin verilmedi. Halbuki Perinçek her organ ve her ortamda söylediği yalan ve iftiralara bir yenisini eklemeye devam etti.

Her türlü tuzak ve hileye başvurdu. Sıradan bir örnek verelim. Mehmet Bedri, “Siyasal İslam’ın Yükselişi ve Çöküşü” başlıklı kitabını Kaynak Yayınları’na gönderdiğinde yayınevi kitabı değerlendirdi ve basmaya karar verdi. Derken araya Perinçek girdi ve kitabın basılmasını engelledi. Bunun üzerine o kitap Kırmızı Kedi’den çıkınca Perinçek bunu bile linç kampanyasının malzemesi haline getirdi.

Perinçek’in değişik zamanlarda Mehmet Bedri hakkında kullandığı hakaretler ve asılsız ithamların bazıları şunlardı: “Ahlaksız”, “kirlenmiş”, “terbiyesiz”, “yalancı”, “ikiyüzlü”, “kıskanç”, “sinsi”, “korkak”, “iftiracı”, “karaktersiz”, “bozguncu”, “kışkırtıcı”, “fitneci”, “fesat”, “Amerikan gemisinde”, “PKK ile dans ediyor”, “mezhepçi”, “TİKKO’cu”, “CHP kuyrukçusu”, “HDP koruyucusu”.

Özeleştiri ver, suçlamaları kabul et dediler. İşkencecilerin yıllar önce yapmak istediğinden ne kadar farklıydı bu? Bu sefer işkenceci olan “50 yıllık yol arkadaşı”ydı ve hakaretler ederek ağzından laf almaya, onu mahkûm etmeye çalışıyordu.

Perinçek, Mehmet Bedri’nin ailesi hakkında da çeşitli yalan ve iftiralara başvurmaktan çekinmedi. Üniversitedeki görevinden ihraç edilen oğlunu sırf bir burstan faydalanıyor diye “ajan” ilan etti. Halbuki aynı burstan kendi parti yöneticilerinden biri de faydalanıyordu.

1960’ların başında yapılmış köy evinin göz göre göre yıkılmasına gönlü el vermediği için yaptırdığı tadilatı bile itibarsızlaştırma kampanyasına malzeme etti. Mehmet Bedri’de vefa duygusu vardı, aile evine ve toprağına derin bir sevgiyle bağlıydı. Ama Perinçek, yıkılmak üzere olan baba evini onarıyor diye “Mehmet Bedri kendine kâşane yapıyor” diyecek kadar pespayeleşmekten çekinmedi.

Toplantının birinde, memleketine atfen “kanı bozuk” lafını bile kullandı, hem de vurgulayarak, bir dil sürçmesi olmadığını, kazara söylemediğini gösterircesine birkaç defa tekrarlayarak. Perinçek için “50 yıllık yol arkadaşı”nın Türk ve Sünni olmaması bile bir itibarsızlaştırma nedenidir.

Ama ne gam! Ne bu çukurun dibi göründü ne suç ortaklarının yüzü kızardı ne de seyirci kalanların sessizliği bozuldu. Kimi bu linçe ortak olarak kendini temize çıkardı kimi ise tarikat müridinin şeyhine bağlı olduğu gibi aklını ve vicdanını tatile çıkardı.

Yine de tüm bu olanlara rağmen, partiden kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edilen Mehmet Bedri’yi ihraç bile edemediler! Sonunda parti tüzüğünü ayaklar altına alarak bu tiyatroyu komediye çevirdiler ve disiplin kurulu “biat ettirilerek” sorunu çözüverdiler. Detaylar için bknz.: http://www.mehmetbedrigultekin.com/2021/01/20/basina-ve-kamuoyuna-aciklama/

Bütün bunların neden yaşandığı sorusu izaha muhtaçtır. Bu sorunun ilk etapta oldukça basit bir yanıtı var: Mehmet Bedri’yi AKP’nin kapıkuluna dönüştüremezdiniz. Silivri günlerinde başlayan bu aşkı kabul edecek olanlar vardı, etmeyecek olanlar vardı. Mehmet Bedri etmeyecek olanların başında geliyordu. Bunu en iyi, onu 50 yıldır tanıyan “yol arkadaşı” biliyordu ve tüm bu itibarsızlaştırma çabalarının ilk görünen nedeni buydu. Bu nedenle “iğneyle kuyu kazarak inşa ettiğimiz” dediği parti içinde kalarak, insanüstü bir sabırla, büyük bir sorumlulukla, kırıp dökmeden buna karşı koydu.

Şüphesiz başka ve daha “derin” nedenleri de var. Onların da ipuçları iftiraların niteliğinde saklı.

Mehmet Bedri, bir insanı artık kimse hatırlamıyorsa gerçekten ölmüştür derdi. Hançer yarası için de geçerlidir bu. Bu yarayı kimse hatırlamazsa, işte o zaman bütün bunlar hiç olmamış gibi kendilerini temize çıkarabilirler. Mehmet Bedri’nin sırtındaki hançer yarasını hiç unutmayalım, hatırlayalım.

Emre Canpolat, 28 Şubat 2023