“Onun kadar dik, onun kadar kararlı, onun kadar davaya kilitli, onun kadar acılar yaşamış ama yüreğinde acının kırıntısını taşımayan, onun kadar sade ama abide bir ruha sahip olan, onun kadar sakin ama bir şelaleden bin beter, dur durak engel tanımayan, onun kadar çalışkan, bilgili, önder, örgütçü, ama alçak gönüllü, onun kadar insancıl ama çeliğin gıpta edeceği eğilmezlikte bir insan, azdır.”
Prof. Dr. Tolga Yarman, Tunceli’de uğurlarken, mezarı başında Mehmet Bedri Gültekin için böyle diyordu.
Gerçekte de tam da böyle biridir Gültekin.
MEHMET BEDRİ, MEHMET BEDRİ’Yİ ANLATIYOR
MDD Yayınlarında Yayınlanan “Milli Demokratik Devrim Hareketi İLK BELGELER-SAVUNMA” adlı kitapta yayınladığı belgeler arasında “Doğu Perinçek’e Son Mektup” başlıklı metnin bir bölümünde kendisini anlatma ihtiyacı duyar. Şöyle diyor;
“Hayatımda hiç kimseye yalan söylemedim. Bu gerçek, sadece Partili mücadeleye başladığım 1971 yılı sonrası için değil, ondan önceki 18 yıllık hayatım için de geçerlidir. Çocuklarını, yalan söylemenin bir insanın yapabileceği en kötü davranış olduğu bilinciyle yetiştiren bir ailede büyüdüm. Dedem, babaannem, babam ve annem, kendi çevrelerinde saygın insanlardı. Dedem ve babaannemin ölümlerinin üzerinden 56, babamın ölümünün üzerinden 31 yıl geçti. Annemi geçen yıl kaybettim. Hala onları tanıyan herkes tarafından saygıyla anılıyorlar. Bana çok şey kattılar. Sanıyorum gençliğe adım atarken, devrimci ve Aydınlıkçı olmamda, böyle bir ailede yetiştirilmiş olmamın büyük payı olmuştur.”
Yine aynı belgede görev bilincini, partili yaşama, profesyonel devrimciliğe verdiği değeri anlatma gereği duyar. Şu sözler önemlidir;
“Hayatımda, sadece bir sefer Partiden görev talebinde bulundum. O da 2015 yılındaki Olağanüstü Kurultay öncesinde “Genel Saymanlık görevi yapabilirim” demiştim – ki o zaman hapisten yeni çıkmıştık. Partide resmi bir görevim yoktu ve Ulusal Gönüllü çalışması sorumlusu ve Genel Sayman Yardımcısı olarak görev yapıyordum – Onun dışında 48 yıllık Partili yaşamımda üstlendiğim bütün görevler, hep Parti tarafından uygun görüldü. Ben de 2015 yılında yaptığımız bir tartışmada Genişletilmiş MKK toplantısında belirttiğim gibi ‘Benim, Parti görevleri söz konusu olunca işim, eşim, evim gibi gerekçelerim yoktur. Parti görev verir, ben de yaparım. Bugüne kadar böyle geldim, bundan sonra da böyle hareket edeceğimden hiç kimsenin şüphesi olmasın.’ Evet, bütün bu yaşananlardan sonra hala aynı yerde, aynı anlayıştayım.” (Doğu Perinçek’e son mektup (Mart 2020)- İlk Belgeler-Savunma)
Partide Genel Başkanla tartışmalı olduğu dönemde verilen emirleri de tereddütsüz uygular.
“– Belediye seçimleri döneminde bana ‘önce Kars’a, sonra Kars olmaz Gaziantep’e, sonra Gaziantep olmaz yeniden Kars’a, sonra da Elazığ’a gidin’ dediniz. Bu tavrın, muhatabını, deyim yerindeyse bezdirip en sonunda her şeyden vazgeçmeye zorlamak dışında bir amacı olabilir mi? Ama bütün bunlara rağmen bana verilen her yeni görev yerine gittim ve çalıştım.” /Doğu Perinçek’e son mektup -Mart 2020 – İlk Belgeler-Savunma)
Zira O, kendi ifadesiyle Parti görevleri söz konusu olunca işi, eşi, evi gibi gerekçeleri olmayandır. Parti görev verir, O yapar. Bugüne kadar böyle gelmiştir, ölümüne kadar da böyle hareket edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
HALKI VE PARTİSİ HER ŞEY OLAN DEVRİMCİ
Mehmet Bedri Gültekin, daha 15 yaşında devrimci mücadeleye adım atmış olmakla birlikte, örgütlü olduğu, TİİKP üyesi olduğu 1971 yılında, 18 yaşında başlatır devrimciliğini. “Devrimci” demek “örgütlü insan” demektir, “örgütsüz devrimcilik olmaz”. 1971 yılından sonra yaşamında en önemli şeydir partili hayat.
18 yaş öncesini, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını saymazsak, aramızdan ayrılıncaya kadar aralıksız olarak süren 52 yıllık devrimci yaşam, ortalama ömrün 70 yıl dolayında olduğu koşullarda insan ömrünün tamamıdır. Mehmet Bedri, ömrünün tamamında ülkesinin bağımsızlığı için, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için savaşmıştır.
Eşi Zülfiye Gültekin, “1973-74 yıllarında Elazığ’da tanıştık. TiiKP’nin doğu bölgesi sorumlulardandı. 77’de evlendik. Bir keresinde ‘bana hayatında en çok değer verdiğin üç şeyi sıralar mısın” diye sordum, tereddüt etmeden ‘ilk sırada devrimci mücadele ve partim’ demişti. Sonra ailesini, dostlarını sıraladı” diye anlatıyor.
“Evini, arabasını seven, dünyevi zevklerle, yapay pırıltılarla mutlu olan insanların aksine Bedri, arkadaşlarıyla birlikteyken, parti çalışmasında, partide olduğu zamanlarda mutludur” diyor Zülfiye Gültekin.
M. Bedri başkanın kardeşi Hüseyin Kadri Gültekin, 25 Şubat 2023 günü Ankara’da Sosyalist Cumhuriyet Partisi Genişletilmiş Merkez Karar Kurulu toplantısında, gözyaşları içinde şöyle diyordu;
“Eminim bu salonda bulunan birçok kişi benim ağabeyim ile geçirdiğim zamandan daha fazla birlikte zaman geçirmiştir… 12 Mart askeri darbesinden sonra hatıralarım var, ancak bunlar da birlikte geçirdiğimiz zamanlar değil, kısa görüşmeler, ziyaretlerdir.”
Eşi Zülfiye Gültekin de benzer şeyler söylüyor;
“Çok disiplinli bir hayatı vardı. Her şey Partiye göre planlanırdı. Sabah 6.30’da çalan zille uyanır, 7.00’de evden çıkardı. Eve gelişi akşam olurdu. Ve yemekten sonra yazılarına yoğunlaşırdı. Çok mutluydu” diyor. Devam ediyor.
“Şunu baştan söyleyeyim ki Bedri görev beğenmezlik yapmaz. Hiçbir göreve itiraz etmemiştir. Parti hangi görevi verse canla başla yapar. 12 Eylül’de yaşadığı işkenceleri anlatmıştım. Cezaevinden çıkınca daha dingin görevlere talip olacağını düşünenler varsa yanılırlar. Hiç unutmam, cezaevinden çıkınca “ben Diyarbakır’a gidiyorum” dedi. Ben Ankara’da öğretmenim. Oğlumuz Ankara’da okuyor. Arkadaşlarımız, çevremiz burada. ‘Parti mi görevlendirdi’ dedim. ‘Hayır’ dedi. ‘Ama orada da parti var, arkadaşlarımız var. Orada olmamız, onların yanında olmamız lazım’ dedi. Pekala, sen gidebilirsin. Ama ben buradayım. Oğlumuz var, burada okuyor. Parçamızsın. Başarılar diliyorum sana’ dedim.
Başkaları için aileyi bırakıp gitmek gibi görülebilir, ama benim için bu, ülkesi için gözünü kırpmamaktır.
Bugünden bakınca o dönemde Güneydoğu’daki hareketlenmeyi ve mücadelenin nasıl kızışacağını görmüş, ateş hattına, partinin bizzat görev vermesini beklemeden göreve talip olmuştu. Mehmet Bedri bu idi.”
Üniversiteyi bıraktı
Mehmet Bedri Gültekin, ülkesi için, halkı, partisi için, başkalarının hayatlarının merkezine koyduğu şeyleri, gözünü kırpmadan geride bırakmaktır.
Tunceli Lisesi’ndeki mezuniyetinden sonra ODTÜ’ye, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girer. ODTÜ mezunları o yıllarda ekonominin de, siyasetin de zirvesindedirler. ODTÜ’den diplomanız varsa bütün kapılar size açılır. Mehmet Bedri Gültekin nasıl bir okulu kazandığını bilmekle birlikte, partili yaşama adım atması ile asıl mutluluğun halkın dalgalanan selinde olacağını kavrar, hazırlık sınıfında olduğu ODTÜ’den ayrılarak, profesyonel devrimciliğe başlar.
53 yıldır da profesyonel devrimci olarak mutluluktan mutluluğa koşar.
Üniversite okumak, devrimci mücadele için, halka hizmet için gerekli ise, çabalarında, düşüncelerinde birikiminde bir boşluğu dolduracaksa anlamlıdır zaten. Bu ihtiyacı da yıllar sonra, 1978 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümüne kayıt yaptırarak giderir. Devam şartı olmadığı için devrimciliğine, profesyonel görevlerine de devam edebilmektedir. 1986 yılında da Siyasal’dan mezun olur.
CEZAEVLERİ, İŞKENCE GÜNLERİ
Mehmet Bedri Gültekin’in ömrünün, devrimci hayatının önemli bir kısmında, cezaevleri vardır, işkenceler vardır. En yakın arkadaşlarına bile bu dönemi anlatmamıştır. Eşine, hayat arkadaşına bile dememiştir “beni dövdüler, işkence ettiler” diye. Dövülmek lafın gelişi… İşkencenin türlüsü denenmiştir üstünde gerçekte.
12 Mart darbesi ve ilk işkence
İlk cezaevi, ilk işkence, 12 Mart darbesi dönemindedir. Türkiye İhtilalcı İşçi Köylü Partisi’nin (TİİKP) Doğu Anadolu örgütlenmesinde yer almıştır o günlerde.
4 Mart 1972’de Urfa’nın Siverek ilçesinde gözaltına alınır ve tutuklanır. Diyarbakır cezaevine götürülür oradan. İşkenceleri ile ünlü merkez.
Hikmet Çiçek o günleri, Oda TV’deki 15 Şubat 2023 tarihli “İşkence altında adını bile söylememişti” başlıklı yazısında şöyle anlatıyor;
“Söyle ulan adın ne?”
“Adını söyle lan!”
Karşı tarafta tık yok.
Bırakın ifadesini almayı, adını bile öğrenemediler.
Onunla birlikte yakalanan arkadaşlarından öğrendiler. Adı Mehmet Bedri Gültekin’di!”
…
Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden, Sosyalist Cumhuriyet Partisi Genel Başkanı Mehmet Bedri Gültekin böyle biriydi işte.”
İşkence altında, adını bile söyletemedikleri devrimcidir o!
Diyarbakır cezaevindeki işkence günlerinin ardından Mamak Askeri Tutukevine gönderilir. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi davasından yargılanmış, 70 yıla kadar hapsi istenmiştir. 15 yıl hapse mahkum edilir. 2,5 yıl yatmışken Ecevit Hükümeti’nin 1974 Baharı’ndaki af yasasından yararlanır, arkadaşlarıyla birlikte 12 Temmuz 1974’te serbest bırakılır.
12 Eylül darbesi ikinci işkence
İkinci cezaevi, ikinci işkence, yine bir Amerikancı darbe dönemindedir. Bu dönemi eşi Zülfiye Gültekin şöyle anlatıyor;
“4 Kasım 1980’de gece 24.00’da evi basarak götürdüler. Nereye ötürüldü, ne durumdadır, günlerdir haber alamıyorum. Alıp götürenler günler boyu sorularıma cevap vermedi. Günler sonra Av. Ali Kalan beni aradı, “günlerce işkence gördüğünü, hayatı durumunun tehlikede olabileceğini” söyledi. Birlikte dilekçe yazdık. ‘Ankara emniyetinde ağır işkence gördüğünü, hayatından endişe duyduğumu’ yazdım. Savcılığa verdim. Savcı okudu, “iddialarınız doğru olabilir, gereği yapacağım” dedi, dilekçeyi işleme koydu. Umutlanmıştım. Görecektim belki. Ama nasıl bir Bedri görecektim, düşünemiyorum. Bu da bir şeydi. Başbakanlığa ve iki yere daha dilekçeler yazdım. Dilekçelere cevap geldi, “ilgileniyoruz” diyorlardı.
Bir hafta sonra okula gittim. Okul müdürü “gelme, emniyetten seni soruyorlar, endişeleniyorum” dedi. Ama gitmedim, kaldım okulda ve derse girdim. Akşam üzeri ekipler beni alıp Şentepe Karakolu’na götürüp “sen mi yazdın dilekçeleri” dediler. “Evet” dedim.
Emniyete her gün, her gün soruyordum. 15 günün her gününde, “burada yok” dediler. “Burada mı yok, listede mi yok” dedim. “Listede yok” dediler. Nihayet 17. gün “listede adı var” dediler. Emniyetin 7 inci katındaymış. Görebilecektim nihayet. Yukarı çıktım, kapı açıldı, oradaydı… Elimi uzattım, dokunmak, elini tutmak istedim. Elleri kocaman olmuştu. Yüzü şişti, perişandı. Tanınmaz haldeydi. Ama Bedri’ydi yine de. Gözlerini okudum. Oradaydı. Diz çöktürememişlerdi ruhuna. Sızlanmadı, üzüldüğüm için üzüldü sadece.
Ne o günlerde, ne de bunca yıllık evliliğimizde bir kez anlatmadı neler yaşadığını. Bana değil, kimseye anlatmadı.
Devrimcinin hayatındaki doğallıktı bu. Ne övünmeli, ne yerinmeliydi. Olsa olsa daha da direngen, daha da kararlı yapardı devrimciyi.
Arkadaşları zorlamış, “bari mahkeme heyetine anlat yaşadıklarını, yapılan işkenceleri” diye. O şekilde tutanaklara geçen beyanları oldu. Bir nüshasını Hasan Yalçın’a vermişti. Diğer nüsha da bizdeydi, ama nerelerde kim bilir.
Mamak Cezaevine getirilmişti. Bir keresinde ziyarette, yine işkenceye uğramıştı, yine insanlığın ötesine geçmişlerdi. Sordum, yine anlatmadı. “Çeşitli bahanelerle bunlar olabiliyor” dedi sadece.
Mamak Tutukevi dönemi için Av. Hüseyin Gökçearslan’ın da söyleyecekleri vardı. Hüseyin abi, Aydınlıkçı avukatların da abisidir. Çok avukat yetişti yanında.
“Müvekkillerim de olduğu için cezaevine girebiliyordum. Mamak Tutukevi A, B, C diye bloklara ayrılmıştı. A Blokta sindirmek istedikleri tutuklular olurdu. M. Bedri de oradaydı. Burada ilkence bitmez. Bloğun ortasında, “meydan” denilen yerde, telden bir kafes vardı. İşkence edilenler bir süre burada tutulur, diğer tutukluların sindirilmesi için teşhir edilirlerdi.
Kafesin yanından geçerken birinin bana seslendiğini duydum. Baktım, tanıdık birini göremedim. Yürüdüm, bir ses daha; “Hüseyin!” Yaklaştım, seslenene dikkatle baktım, Mehmet Bedri Gültekin’di. Tanınmaz haldeydi. “Nasılsın” diyemedim, durum görünüyordu. ”Endişelenme, varsa bir sigara ver sadece” dedi. TİKP davasından yatanlar arasında ağır işkence gören iki kişiden biri idi Mehmet Bedri Gültekin.
Sonraki yıllarda bu sahneleri arkadaşlara anlatmak istediğimde hep sitem eder, “anlatacak ne var” derdi.
Hapishanede bir süre yatıp “biz neler gördük, neler” diye hava atanları, bu günleri roman, hikaye konusu yapanları, acıları pazarlayarak zengin olanları görünce, Mehmet Bedri Gültekin gibiler gözümde daha da destanlaşıyorlar.”
Tel tel kendi bıyıklarını yolan devrimci
Mehmet Bedri Gültekin’in bıyıklarının işkencede yolunduğuna dair çeşitli anlatılar dolaşır. Olayın aslını eşi Zülfiye Gültekin şöyle anlatıyor;
“12 Eylül’de evden götürülmesinin ardından bütün aramalara rağmen günlerce bulamamış, Başbakanlığa uzanan ısrarlı takibimin adından 17 gün sonra emniyetin yedinci katında görmeme izin verilmişti. Vücudu, elleri, yüzü şişmişti. Yüzü kararmış, sakalları uzamıştı, amma bıyıkları yoktu. Anlam veremedim, soramadım da. Ölmediğinin sevinci ile ne diyeceğimi bilememiş, vücudundaki şişlik için espri bile yapmıştım. “Hayırdır, kilo mu aldın?”. Gülümsedi. Ölümden dönen birine denecek laf mı bu! Utandım.
Ama uzayan sakal, ama bıyıksızlık… Gerçeği, acı gerçeği sonraları öğrendim.
Türlü işkencelerden sonra, işkenceci birinin aklına, tıraşlık hale gelmiş bıyıklarını yolmak gelmiş. Bıyığının bir tarafını tek tek yolmuş, içe gömülen acılar ve taşan kanlar içinde bırakıp gitmiş.
İşkenceci görevli, zevkini demlenerek tatmak niyetindeymiş. Sonraya bıraktığı diğer yanı da yolmak için ertesi gün gelmiş. Ama yolunacak bıyık bulamamış. Mehmet Bedri, işkencecinin elinden bu zevki almak için, o gece bıyığının diğer yanını da kendisi yolmuş tek tek. Bedri’nin onca işlence görmüş, türlü türlüsünü yaşamıştı işkencenin, belliydi. Ama sadece bıyığın öyküsünü öğrenebilmiştim kendisinden. Görünüşündeki garipliğin sebebini ısrarla sormasam onu da anlatmazdı. Bıyık yolmanın acı öyküsü işte böyledir.”
Zevki elinden alınan işkenceci muhtemelen sinirlenmiş, daha sadist yöntemlere başvurmuştur. Ama Gültekin, işkencecinin sadist ve acınası ruhunu, yenilmezliği ile bir kez daha alt etmiş, “şerefine” diye de içmiştir muhtemelen ağzına süzülen kanları.
Üçüncü cezaevi dönemi
Gültekin ve arkadaşlarının, Mamak Tutukevinin ardından götürüldükleri Askeri Dil ve İstihbarat Okulu’ndaki hapislik günleri Kasım 1984’te tahliye ile sonuçlanır. Türkiye İşçi Köylü Partisi Davası’ndaki yargılamanın sonucunda 8 yıl ağır hapis cezasına çarptırılır, siyasi haklardan yararlanması ömür boyu yasaklanır.
1991 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 141. Maddesi yürürlükten kaldırılması ile suçlama suç olmaktan çıkmış, Gültekin’in siyasi hakları da iade edilmiştir.
Mehmet Bedri Gültekin’in üçüncü cezaevi dönemi, Amerikancı bir tertiple olur. İşçi Partisi’nin kapatılması ve yöneticilerinin tutuklanması amacıyla 24 Eylül 1998 günü partinin 540 örgütüne aynı saatte 15 binden fazla güvenlik görevlisi ile baskın yapılmış, Genel Başkan Doğu Perinçek ve Genel Sekreter Mehmet Bedri Gültekin gözaltına alınmış, partinin bütün örgütleri didik didik aranmış, suç unsuru bulmak istenmiştir.
Tutuklular Haymana Cezaevinde suçsuz yere 40 gün yatırılır, suçlamada gerekçe sayılan belgelerin sahte olduğu anlaşılır, Perinçek ve Gültekin beraat ederler.
Ergenekon tertibi ve dördüncü tutuklanma
Mehmet Bedri Gültekin’in dördüncü tutuklanması, Ergenekon-Balyoz tertipleri ile PKK’ya alan açmak, bölücü açılımı milletimize ve Türk Ordusuna kabul ettirmek amacıyla, Türk Ordusu’nun ve İşçi Partisi’nin sindirilmesi amacıyla yapılan büyük tertip döneminde, Ordu komutanları ile İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in tutuklanmasının ardından tutuklanmıştır. Gültekin, Perinçek’in tutuklanması ile Genel Başkanlığa vekalet görevini yürütürken tutuklanmış, kendisi de 31 ay Silivri Cezaevinde kalmıştır.
Cezaevinde geçen 31 ayda yaptıklarını Gültekin şöyle anlatıyor;
“Bu sürede toplam olarak 6 kitap yazdım; Kürtçe Eğitim Sorunu, Batı Asya Birliği, Tayyip Gül Gülen Örgütü, 12 Bin Yılın Mirası, Asya’nın Yükselişi ve Bölgesel Birlikler Çağı ve yayınlanmayan “100 soruda İşçi Partisi. Anadolu basınına haftada iki olmak üzere makalelerimi düzenli olarak yolladım. Ayrıca Aydınlık gazetesine, Teori dergisine ve Bilim Ütopya’ya çok sayıda makale, inceleme yazısı gönderdim ve dosyalar hazırladım.”
YARGILANMADAN CEZALANDIRILDIĞI, YASAKLANDIĞI SÜREÇ
2018 ve sonrasında Mehmet Bedri Gültekin’in parti yönetiminden, hatta partiden uzaklaştırılmaya çalışıldığı süreç başlar. Vatan Partisi Genel Başkanlığından, Propaganda Bürosu Başkanlığı’na ve Yayın Organları Yönetimlerine 31 Ekim 2018 tarihli bir talimat gönderilir. Uzaklaştırmaya çalışan, hatta istifaya zorlayan sürecin gerekçeleri yapanlar açısından şöyle sıralanır. Talimatta Mehmet Bedri Gültekin hakkında özetle şunlar deniyordu;
“Görevlerini bırakan, sorumluluklarını terk eden,
Parti organ toplantılarına ısrarla katılmayarak hesap vermeyen, sorunlarını organ dışı ilişkiler alanına taşırarak karışıklık yaratmaya girişen,
Parti önderliğinde ağır görevler üstlenen yöneticilerimize karşı iddialarının gerçeklere dayanmadığı organ toplantısında kendisine kanıtlandığı halde, karalama faaliyetini ısrarla sürdürerek önderlerimize karşı güven bunalımı yaratmaya ve Partimizi dedikodularla meşgul hale getirmeye çalışan,
Genel Başkanın telefonlarına çıkmayarak sorunların Parti disiplini içinde arkadaşça ilişkiler ortamında çözülmesini reddeden,
Partimizin son seçim bildirgesinden “HDP kapatılsın” kararının çıkartılması için, “Parti örgütlerinin bu bildiriyi dağıtmak istemediğini” telefon mesajıyla Propaganda Bürosu Başkanlığına bildirerek Partiye yalan bilgi verdiği son MKK toplantısında Doğu ve Güneydoğu il başkanlarımızın beyanlarıyla saptanan,
Van örgütümüzün seçim bildirisinden, Partimizin “Türk de biziz, Kürt de biziz, Hepimiz Türk Milletiyiz” diye özetlediği millet tanımının çıkartılması talimatını vererek, Türk Milletine yönelik emperyalist ve bölücü çabalara boyun eğen,
Bütün bu çabalarının 2013 yılında kendisinin “Dersim konusunda AKP’ye karşı tavır almayalım” önerisinin MKK Kararıyla mahkum edilmesine rağmen, aynı çizgiyi “HDP Kapatılsın” mücadelemize ve Türk Milleti kararlılığımıza uygun olmayan tavırlarla sürdürmeye devam etmesi de dikkate alınarak,
MKK Üyemiz Mehmet Bedri Gültekin’in yazılarının yayınlanması uygun değildir.”
Gültekin hakkında yayın organlarında leyhte haber yapılması, açıklamalarının yayınlanması, parti ile ilgili yayın organlarında makalelerinin yayınlanması, yeni kitaplarının basılması, parti örgütlerinin ve parti ile ilgili organların toplantılarına davet edilmesi, konuşma yapmasına izin verilmesi bu talimatla yasaklanmıştı.
Oysa aynı dönemde partiden kesin ihraç edilmesi hakkındaki disiplin kuruluna başvuru henüz görüşülme aşamasındadır, suçu ya da kusuru henüz saptanmamış, hakkında herhangi bir hüküm verilmemiştir.
Dolayısıyla hakkındaki suçlamalar da henüz iddiadır.
Ama iddia olmasına bakmadan yasaklamalar, kısıtlamalar uygulanır. Henüz yargılama bitmemiştir, ama cezalandırma başlamıştır bile.
Ama Genel Başkanlık, Disiplin Kurulunun karar vermesini beklemeye gerek görmemiş, nasıl bir karar vereceğini de umursamayarak, zihnen yargılamış, zihnen mahkum etmiş, zihnen de mahkumiyeti uygulamaya başlamıştı.
Oysa Gültekin, Genel Başkana ve partinin diğer kurullarına gönderdiği dilekçelerde,
Suçlamaların hiçbirinin doğru olmadığını
Sıralanan konularda parti ile aynı görüşlere sahip olduğunu,
Konuşmalarında ve binlerce farklı yazısında suçlamayı doğrulayacak bir tek örnek gösterilemeyeceğini,
Suçlama ile benzerlik sayılacak konuşma ve yazım varsa gösterilmesi gerektiğini defalarca yazar.
Yazılarından örnekleri bütün parti kurullarına görerir ya da göndermeye gayret eder.
Ayrıca Gültekin, bu suçlamalar, yasaklamalar sürerken, Genel Başkanlığa, Başkanlık Kuruluna ve Merkez Karar Kuruluna yazdığı dilekçelerle, kendisinin de dinlenmesi için çırpınmaktadır. Meraklıları, bu çırpınışlara dair belgeleri, MDD yayınları olarak yayınlanan “Milli Demokratik Devrim Hareketi İLK BELGELER – SAVUNMA” isimli kitapta bulabilirler.
Hakkında Disiplin Kurulu soruşturması henüz devam eden ve henüz suçlamalar hakkında bir karar verilmemiş olan Gültekin hakkında, Partinin Genel Kurul Rapor Taslağında bir bölüm ayrılıyor ve isim verilerek suçlanıyor. Taslak bütün parti örgütlerine gönderiliyor, parti dışında da gazete bayilerinde ve kitapçılarda da dağıtımı yapılan Teori dergisinde yayınlanarak toplumun da bilgisine açılıyor. “Rapor taslağı henüz taslak ise benim de tartışmalarda bulunma hakkım olmalı” diye yaptığı başvuruları cevapsız bırakılıyor, hakkında ağır suçlamaların, hatta hakaretlerin sıralandığı toplantılarda, görüşlerini iletme şansı da verilmiyor.
Kitaptan öğrendiğimize göre parti örgütlerinin toplantılarında kendisi hakkındaki nitelemelerin bazıları şunlardır; “Ahlaksız”, “kirlenmiş”, “terbiyesiz”, “yalancı”, “iki yüzlü”, “kıskanç”, “sinsi”, “korkak”, “iftiracı”, “karaktersiz”, “bozguncu”, “kışkırtıcı”, “fitneci”, “fesat”, “Parti düşmanı”, “Türkiye düşmanı”, “düşman cephesinde”, “Amerikan gemisinde”, “PKK ile dans ediyor”, “TİKKO’cu”…
Rapor taslağının da tartışıldığı ilçe ve il kongrelerine parti dışından katılan misafirler, tartışmaları hayretle izlemekte, böyle bir toplantıya neden davet edildiklerini anlamaya çalışmaktadırlar.
Hakkındaki suçlamalar, ağır sıfatlar ve hakaretler parti toplantıları ile sınırlı kalmaz, görevlendirilmiş kişiler aracılığıyla televizyonların canlı yayınlarına taşınır. Gültekin “bozguncu” olur, “bölücü” olur, “Bidenci” olur. Bidenden kasıt ABD başkanı Joe Biden’dir. Gültekin Amerikancı bile olmuştur.
Parti içinde, parti dışında, ve ulusal televizyonlarda ülke çapında sürdürülen bu karalama ve hakaret kampanyası sırasında Bedri Gültekin, hala sanıktır, Disiplin Kurulu henüz soruşturmasını tamamlayıp suçlu olduğu hakkında bir kanaat açıklamamıştır.
Türkiye sosyalist hareketi tarihinde, Aydınlıkçıların tarihinde görülmemiştir böylesi. Parti içi demokrasi, parti hukuku ve genel hukuk çöpe atılır, partinin bütün kademelerinde görev yapan, ömrünü devrime adayan biri, yargısız infazla linç edilir.
Bedri’nin suçlamalara karşı cevap hakkını kullanma isteği, Başkanlık Kuruluna, Merkez Karar Kurulu’na ve Genel Başkana yazdığı dilekçeler cevapsız bırakılır, “başka işimiz mi yok” denir.
Suçlandığı konulardaki gerçek fikirleri hakkında Merkez karar Kurulu Üyelerini bilgilendirmek amacıyla, PKK, HDP, Dersim gibi konularda parti ve parti dışı yayın organlarında yazdıklarını dosya olarak gönderdiğinde de, gıyabında ayrıca hakarete uğrar, “insanları ayartmaya çalışıyor” diye değerlendirilir.
Disiplin Kurulu, bütün bu tek yanlı keskin atmosfer koşullarında yaptığı soruşturmada Gültekin’in suçlu olduğuna ikna olmaz. Bütün partiyi hatta parti dışını saran ağır baskıya rağmen Merkez Karar Kurulunun kesin ihraç talebini reddeder.
Disiplin kurulunun bu kararı bu kez şimşeklerin kendilerine de dönmesine yol açar. Bu kez de Merkez Disiplin Kurulu hakkında ağır suçlamalar yapılır. “Kararlarının tanınmadığı, derhal istifa etmeleri, istifa etmedikleri takdirde kendilerinin disiplin kuruluna verileceği”, keskin ifadelerle söylenir.
Oysa Merkez Disiplin Kurulu, sadece Partinin Genel Kurula tabidir, sadece Genel Kurula hesap verir. Kararında bir yanlışlık varsa düzeltileceği yer orasıdır.
Bütün ülkeye karşı, sosyalist partilerin tamamına karşı gururla anlattığımız “parti içi demokrasi”, sadece parti hukukunun değil, partiler yasasının, hatta genel hukuk ilkelerinin de hiçe sayılmasına kadar varır.
Disiplin Kurulu bu kadar baskı karşısında teslim olur, kurul üyeleri defalarca özürler diler, kararlarını hemen değiştireceklerini belirtirler.
Gültekin, “Disiplin Kurulu da hukuksuzluğa boyun eğiyorsa yapacak bir şey yok” der ve parti üyeliğinden istifa eder.
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ
Aydınlıkçıların tarihi, demokratik merkeziyetçiliğin örnekleriyle doludur. TİİKP’den başlayarak kurdukları bütün partilerde, yönettikleri bütün örgütlerde örnekler yarattılar. Programa bağlılık şartıyla farklı fikirlerin varlığı zenginliktir. Farklılıklar, doğruya ulaşabilme yoludur. “Yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın” düsturu temel alınır. Kararlar fikir zenginliğinin süzgecinden geçerek gelir, varılan karar da herkes için bağlayıcıdır. Sadece il ve ilçe yöneticileri değil, bizzat genel başkan, bir konuda en aykırı fikri savunanı, kurul üyesi değilse bile mutlaka kurulun toplantısına davet eder, ona bu farklı görüşlerini uzun uzun anlatması fırsatı verilir. “Bizim göremediğimiz bir şey var mıdır” diye, her farklılık ciddiyetle ele anılır.
Oysa son yıllarda farklı fikirleri dile getirmek cesaret ister olmuştur. Suçlamaları, hatta hakaretleri göze almanız gerekmektedir.
Savunma kitabında bunları hatırlatan Gültekin, “bu zenginliği yitirmenin partiye faturasının ne yazık ki yüksek olduğunu, olmaya devam ettiğini” yazmaktadır. “Son yıllarda on binlerce devrimcinin partiden ayrılmasındaki sebeplerin başında, fikir hayatının söndürülmesinin geldiğini” anlatmaktadır.
Kitabında aktardığı şu örmekler çarpıcıdır;
“Tarihimizde bugüne kadar birçok iki çizgi mücadelesi yaşadık. 1970’lerdeki TİKKO ayrışması, 1980’lerdeki neo liberal “kanat”çılarla yaşadığımız mücadele ve bunlar kadar önemli olmasa da sonraki yıllarda yaşadığımız kimi Parti içi mücadeleler… Bu mücadelelerin hepsinde farklı fikirleri savunanlar, Parti içinde oldukları müddetçe kendilerini ifade etme olanaklarına sonuna kadar sahip oldular.
1981’den sonra Partimizin içinde devrimci programımıza temelden karşı çıkan “kanat”çılar, Partimizin yayın organlarında kendi farklı görüşlerini partiden ayrıldıkları 1989 yılına kadar yayınlama olanaklarına sahiptiler. 1989’da yapılan Sosyalist Parti’nin 1. Kongresi’ne, taraftarlarının olduğu il ve ilçelerde kendi listelerini çıkararak katıldılar. “Kanat” sözcülerinden Halil Berktay’ın Genel Kurultay delegesi olmasını sağladık ve Genel Kurultay’da delegelerin konuşması 10 dakika ile sınırlıyken Divan’a verdiğimiz önergeyle süresiz konuşma hakkına sahip olmasını sağladık. Çünkü haklıydık, kendimize güveniyorduk ve yanlış yolda olan arkadaşlarımızı da son ana kadar “acaba kazanabilir miyiz?” perspektifi ile hareket ediyorduk.” (Milli Demoktarik Devrim Hareketi İLK BELGELER –SAVUNMA)
HER ŞEYE RAĞMEN PARTİ
Partideki son görevi olan Genel Saymanlıkta geçen 85 gün süresinde, partinin birikmiş borçlarının ödenmesini, aylardır maaş alamayan profesyonellerin maaşlarını almasını, aylardır ödeneklerini alamayan il ve ilçe örgütlerinin ödeneklerinin bir bölümünün gönderilmesini sağlar, bütün bu aksamalara sebep olan ihmal ve sorumsuzlukları da bir raporla Parti Merkezine iletir. Raporu önemsenmek yerine, karşı suçlamalarla karşılaşınca da Genel Saymanlık görevinden ayrılır. Suçlama ve zan altında bırakmalar yüzünden Genel Saymanlıktan ayrılması ise, başka bir suçlamanın eklenmesine, “görevini de terk etti” değerlendirmesine varır. Karalama kampanyası bir üst seviyeye çıkar, Partiden kesin ihraç talebine kadar varır.
Gültekin, Genel Saymanlıktan istifasından sonra da, partiye, parti disiplinine bağlılığını, Genel Başkana saygısını sürdürür. Saymanlıktan istifa kararından iki gün sonra, 23 Eylül 2018’de Vatan Partisi Genel Başkanına yazdığı mektup şöyledir;
“Sayın Başkanım merhaba,
Cuma günü açtığınız telefonlara cevap veremedim. Kusura bakmayın… Sabah Parti’de yaptığımız görüşmenin ardından görevimi sürdürmenin mümkün olmadığını gördüm ve bir karar verdim. Ertesi gün yapılacak toplantıya katılmam durumunda daha da olumsuz bir tablonun yaşanacağını düşündüm. Açıkçası böyle bir durumun yaşanması Parti için de iyi olmayacaktı. Utku arkadaş beni aramıştı. Kararımı ona da açıklamıştım. Telefonla bu konuda yapacağımız konuşmanın sizi de, beni de üzeceğini bildiğim için telefona cevap veremedim. Gene de böyle bir durumun yaşanmaması gerekirdi, bunun için özür diliyorum.
Genel Saymanlıkta 80 günlük çalışmamızın sonunda saptadığım durumu ve bundan sonra alınması gereken tedbirleri içeren bir metni Serhan Bolluk arkadaşa gönderdim. Ekte size de yolluyorum.
Tugay ve Bayram arkadaşlarla ilgili görüşlerimi size ayrıca yazacağım…
2014 Martından bu yana hemen hemen hiç tatil yapmadım. 2 Temmuz’dan bu yana ise geçen 80 gün, benim için olağanüstü yoğun ve stresli bir dönem oldu… Bir müddet dinlenmeye ihtiyacım var….
Görüşürüz…
Saygılarımla… “
Kitapta bu mektubun altına, partililik bilincini anlayabileceğimiz şu notu ekler;
“İstifadan hemen sonra Genel Başkan’a yazdığım bu yazıdan sonra hala “sorunları parti disiplini içinde, arkadaş ilişkileri ortamında çözmek istemeyen” olarak beni itham etmek nasıl değerlendirilmelidir? Takdirini MYK üyelerine bırakıyorum.”
PARTİ DIŞINDAN ELEŞTİRİLERE CEVAP
Gültekin hakkında ağır ifadelerin de yer aldığı Partinin Merkez Karar Kurulu Rapor Taslağının Teori dergisinde yayınlanarak halka da açılmasının ardından, önceki dönemlerde partiden ayrılmış olan çok sayıda kişi çeşitli değerlendirmeler yapar, yazılar yazar. Gültekin’in bu değerlendirmeler hakkındaki yanıtları ibretliktir, ders gibidir. Kısaltarak bazı bölümlerini okuyalım;
“Vatan Partisinden istifa etmiş bazı vatandaşlar… bana yöneltilen eleştirilerden hareketle Vatan Partisi’ne saldırdılar. Bunun sorumlusu elbette Rapor taslağının bu şekilde yayınlanmasına onay veren MYK’dır. Öte yandan benim, adım üzerinden Vatan Partisi’ne yapılan bir saldırıya sesiz kalmam düşünülemezdi. Bu makale, söz konusu saldırılara cevap olarak yazılmıştır.
Bütün bu süre içinde yaşanan sorun konusunda Parti içinde yanlış anlaşılmaların önlenmesi açısından da elimden gelen çabayı gösterdim. Öncü Gençlik Genel Başkanı Özgür Bursalı arkadaşa yolladığım aşağıdaki ileti de buna bir örnektir.
‘9 Kasım 2019 / Vatan Partisi dışında kalarak yapılacak bir “devrimcilik” yoktur!
…Öncü örgütlenme, tarihin her döneminde kendi çağının gereklerine uygun farklı biçimlerde ortaya çıktı. Çağımızda ise bilimi rehber edinen ve kitlelerin öncü unsurlarını bünyesinde örgütleyen Öncü Partiler bu görevi yerine getirmektedirler.
Türkiye’nin son elli yıllık Bağımsızlık ve Devrim mücadelesinin ortaya çıkardığı Öncü Parti, Vatan Partisidir. Vatan Partisi bugüne kadar yürüttüğü mücadele, yarattığı birikim ve kazandığı başarılarla alternatifi olmayan bir konumdadır. Dolaysıyla, 2020’lerin Türkiye’sinde artık, Vatan Partisi’nin dışında kalarak “Devrimci” olmak da mümkün değildir.
Bu gerçeği, son yıllarda Türkiye’nin kaderini belirleyen önemli süreçlerde Vatan Partisi’nin oynadığı role bakarak görebiliriz:
– Ergenekon tertibinin başarısızlığa uğratılmasında Vatan Partisi, başta Genel Başkan Doğu Perinçek olmak üzere tayin edici bir rol oynadı… İşte bu mücadelede, Vatan Partisi saflarında mücadele etmek dışında bir “Devrimcilik” yoktu, olmazdı.
– 2014 sonrasında Türkiye’nin FETÖ’nün üzerine yürümesi, ABD ile yollarını ayırma sürecine girmesi ve nihayet 15 Temmuz darbesinin başarısızlığa uğratılmasında da Vatan Partisi’nin belirleyici rolünü herkes biliyor… Vatan Partisiyle birlikte olmak dışında da bir “Devrimci mücadele” olmadı.
– 24 Temmuz 2015 tarihinde Türk Ordusu’nun ve güvenlik kuvvetlerinin PKK’ya karşı harekete geçmesi, gerçekte Türk-Amerikan Savaşının bir üst aşamaya sıçraması anlamına geldi. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtları başında ABD emperyalizminin olduğu Atlantik cephesine ve onun işbirlikçilerine karşı Türkiye’nin verdiği “Vatan Savaşı”nın muharebeleridir.
Bu büyük mücadelede Vatan Partisi, Türkiye cephesinin içindedir, en başındadır. “Devrimcilik” adında Vatan Partisi’ni eleştirenler ise ABD ve enstrümanlarıyla aynı cephededirler.
– Batı Asya ülkeleri birliğe doğru gidiyor. Vatan Partisi bu süreci on yıllar öncesinden gördü ve gerçekleşmesinin mücadelesini verdi. Türkiye’nin İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Rusya ile gelişen ilişkilerinde Vatan Partisi’nin emeği, alın teri vardır.
– Vatan Partisi gençliği Türkiye’nin övünç kaynağı, geleceğinin teminatıdır. Her şey bir yana Vatan Partisi, sadece yetiştirdiği devrimci gençlik kuşağıyla ülkemize ve milletimize karşı sorumluluğunu yerine getirmede büyük bir iş başarmıştır.
– Vatan Partisi, Türkiye’nin yaşadığı ve başta emekçiler olmak üzere bütün milletimizi ilgilendiren büyük ekonomik krize çözüm olarak “Üretim Devrimi Programı”nı Türkiye’nin gündemine getirmeyi başarmıştır. Rusya ve Çin başta olmak üzere komşularımız ve diğer Asya ülkeleriyle ilişkiler geliştirerek krize çözüm bulunmasında öncü rolünü oynamaktadır.
İşte Devrimcilik budur ve bunun dışında bir Devrimcilik yoktur.
…
Bu mücadele içinde bütün Parti üyeleri;
“Küçük davaları büyük davaların önüne koymamak”,
Yanlış bulduğu fikir ve uygulamalara karşı cesaretle fikirlerini açıklamak,
Partinin birliğini gözü gibi korumak…”
*
Bu yazıyı, aleyhindeki kampanyanın daha da tırmandığı koşullara rağmen yazmıştır.
PARTİNİN PARASI
Gültekin için en kutsal şey nedir diye merak ederseniz, şüphesizdir ki, parti parasıdır, halkın parasıdır. Parti çalışmaları için gittiği yerlerde otele, misafirhaneye gitmez, lokantaya gitmez. Partinin parasını buralara vermeyi suç sayar. Arkadaşlarının evinde kalır, onların sofrasını paylaşır. Sıradan insan olarak yaşamak, emekçilerin hayatını paylaşmak, onlarla birlikte olarak onların dünyasını yaşamak, bilmek… Bunu yaşam biçimi, bir kültür olarak da benimser.
Gültekin’i tanıyan herkesin bu yanına dair sayısız gözlemi, anısı vardır. Sadece birini, Zülfiye Gültekin’in anlattığını aktarmakla yetinelim;
“Mehmet Bedri, Teori Dergisi Yazı Kurulu Üyesi iken, İstanbul’a gider, kurul üyeleri ile toplanır, yazıları değerlendirir, üç beş gün sonra Ankara’ya dönerdi. Bir keresinde birlikte gittik. Onlar yazıları değerlendirirken ben de bir kenarda kitaplara göz atıyordum. Saatler sürdü toplantı, acıktım. Bedri’ye ‘biraz ara verebilir miyiz, acıktım’ dedim. Ankara’dan İstanbul’a gelmiştik. Bir yere oturur yemek de yeriz diyordum kendimce. Dışarıya çıkınca Bedri dedi ki, ‘partinin mali durumu iyi değil, kadrolar açken benim lokantaya gitmem doğru olmaz. Ama sana bir şeyler alalım’. Öyle deyince açlığım boğazıma düğümlendi, ’o zaman simit alalım, içeride arkadaşlarla yiyelim’ dedim. Gözleri ışıladı. Sabah geldiğimiz İstanbul’da, açlığımızı arkadaşlarla birlikte simitle gidermiştik. Mutlu olduk.”
“Sadece yeme içme konusunda değil, yol giderlerinde de öyleydi. Birlikte bir yere gideceksek, kendi biletimi ben alırdım. Partinin parasını, eşine bile yol parası yapmazdı. Arabasına bineceğimiz zaman da öyleydi. Yol ücretini verir, benzin masrafını paylaşırdık. Benzin parti parasıyla alınmıştı zira.
Mehmet Bedri’nin bütün yaşamı böyleydi. Doya doya tatil yapmak, otellerde kalmak bize göre değildi. Onun için en güzel tatil, Tunceli’de ailesi ile olmaktı. Hele de senede bir kalabalık ailesi toplanırsa baba evinde, çocuk gibi sevinir, mutluluğa o zaman doyardı.”
VİLLASI
Bu başlığa bakarak, “bu kadar sıradan yaşayanın villası mı olur” diye şaşırdığınızı tahmin ediyorum. Bu yakıştırma, hakkındaki suçlamalardan biri olduğu içindir. “Köyde kendisine villa yaptırdığı” söylenmekte, “lüks yaşamaya yöneldiği” suçlaması yapılmaktaydı.
Kardeşi Hüseyin Kadri Gültekin’in 25 Şubat 2023 tarihinde Sosyalist Cumhuriyet Partisi Genişletilmiş Merkez Karar Kurulu toplantısındaki konuşmasından bir bölümü okuyalım;
“10 çocuklu bir aileyiz. Babamı Şubat 1989 yılında kaybettik. İlk toplu aile fotoğrafımız 1992 yılında köyde yapılan düğünümde verilmişti. Bundan 10 yıl sonra ağabeyim Mehmet Bedri’nin önerisi ve teşviki ile 2002 yılında ikinci fotoğrafımızı verdik. Bu tarihten sonra Mehmet Bedri ağabeyim bizi zaman zaman köyde bir araya getirir, ailenin eksiksiz olmasını sağlardı.
Hepimiz köyümüzü ve İlimizi çok seviyoruz. Sanırım Ağabeyimin sevgisi biraz daha fazlaydı. 1990 lı yıllarda köyümüz tamamen boşalmıştı. Köydeki evimiz 1962 yılında yapılmış, dönemin en iyi evleri arasındadır. Ancak ara bölüm ve tavanı ağaç kirişli ve damı topraktır. Köyde kimse olmayınca kapı çerçeveleri kırılıp yakılmıştı. Toprak damı çökmüştü. Ağabeyimin talimatı ile on kardeş gücü oranında katkıda bulunarak evi onardık. Orta ve çatı kısmına beton atıp çatı yaptık. Daha sonra atadan kalan toprağımızı bölüştük. Mehmet Bedri ağabeyim arazi istemedi, bu evi almak istedi. Kabul ettik. Ancak son halini gördüğünüz evin tadilatına bizde katkı sağladık. Böylece oturulur hale getirdik.
Ailesinde dayanışma ruhu görmeyenler Ağabeyimin dünya malına yöneldiğini ima ederek, “kendisine köyde malikhane inşa ettiğini” söylediler. Oysa yapılan atalarımızdan kalan bir yapının onarımı, yaşatılmasıydı. Üstelik tüm kardeşlerin katkıları ile yapılmıştı.”
Mehmet Bedri için örgütü ailesinden önce gelirdi. Elinde iki varsa ikisi de partinindi… Vatan Partisinde yaşanan süreci bilmiyordum. Hep başkaları ağabeyimin başkanla ve partiyle sorunlar yaşadığını söylerlerdi. Ben sorduğumda da “önemli bir şey olmadığını” söylerdi.”
Kendisi anlatıyor
“Köyde baba dededen kalma, 58 yıl önce inşa edilmiş, 25 yıldır terk edilmiş, kapısı penceresi olmayan dört duvardan ibaret bir evi miras olarak üzerime aldım. Öyle duruyor. O köyde yaşayan kimse de yok artık. Benim param da yok. Bütün aileyi harekete geçirip gerekli parayı toplayarak bu evi oturulmaya uygun hale getirmek gibi bir hedefim var. Ailem yaklaşık 300 yıldır o köyde yaşadı ve mezarlarımız orada. Bütün sülale, senede en az bir kere mezar ziyaretleri için oraya gider. Gittiklerinde hepsinin önemli anılarının olduğu bir evde, biraz soluklanıp, geçmişi anmalarını sağlamak gibi bir hayalim var. Parayı toplayabilirsem yapacağım. Buradan hareketle “Köyde kendine ev yapıyor” diye “suçlama” yapmak bir nasıl anlayıştır?” (Milli Demoktarik Devrim Hareketi İLK BELGELER –SAVUNMA– / Doğu Perinçek’e son mektup – Mart 2020 – S)
ÖRGÜTÇÜ GÜLTEKİN
Gültekin, Teori ve 2000’e Doğru dergilerinde Yazı Kurulu üyelikleri ve idari görevler, Ulusal Gönüllüler Sorumluluğu, yasal parti süreçlerinde de Sosyalist Parti, İşçi Partisi ve Vatan Partisinde, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Örgütlenme Bürosu Başkanlığı, Başkanlık Kurulu Üyeliği, Genel Başkan Yardımcılığı, Genel Saymanlık, Genel Sekreterlik ve Genel Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu.
Buna bütün parti üyeleri tanıktır ki, hangi göreve geldi ise kısa sürede o alanda büyük ilerlemeler görülmüştür. Ulusal Gönüllü sayısı kısa sürede birkaç kat artmış, partinin yüklüce borçlarının olduğu, kadro maaşlarını ve alt örgüt ödeneklerini ödeyemediği dönemde, kısa sürede borçların ödenmesi, kadrolara ve örgütlere ödemelerin yapılması sağlanmıştır. Yoğunlaşılan seçim bölgelerindeki başarılar ile herkesçe bilinmektedir.
Büro devrimciliği ona göre değildir. Üstlendiği ya da kendisine verilen hiçbir görevi, parti merkezinden yönetmemiş, görev süresinin esasını, illerde ve ilçelerde geçirmiş, üyelerle birlikte olmuş, onlarla birlikte yan yana çalışmıştır. Bu çalışmalarda kat ettiği yol, belki bütün kadroların kat ettiğinin toplamı kadardır. Partide böylesine yol kat eden iki kişidir. Biri Genel Başkandır, diğeri Gültekin’dir. Uç uca eklense dünyanın çevresini birkaç kere dolaştığı söylenebilir.
Bütün parti örgütlerinde saygınlığı vardır. “Bedri Gültekin geliyor” dediklerinde o il örgütü bilir ki, çalışmalar hızlanacak, olmaz denilenler olacak, uzaklaşmış insanlar toparlanacak, partide görev alan sayısı artacak ve herkes daha disiplinli, daha şevkle çalışacaktır. “İl ve ilçeleri güçlendirelim” yönelişinin olduğu dönemde, merkez kadrolarının il ve ilçelere dağıtılması sırasında Gültekin’e talip olan çok sayıda il örgütü olduğu bilinir.
Gültekin’in dağarcığında “olmaz” diye bir şey yoktur. Her şey mümkündür, her şey yapılabilir, sadece nasıl olacağını, ne yapmak gerektiğini görmek gerek.
Güvenilir insandır Gültekin. Sırtınızı yaslayacağınızdır. Birlikte çalışıyorsanız size dağ dayanmaz, aşamayacağınız engel yoktur. Kendinizi güvende hissedersiniz.
Kamil Dede coşku, sevinç, espridir. Herkesle candır. Ömrünün sonuna kadar halel gelmemiş devrimci yaşamıyla ve sosyalist hareketin tarihindeki önemli tavırlarıyla büyük bir öğretmendir.
Mehmet Bedri Gültekin ise Ağrı dağıdır. Sırtınızı yaslayacağınız büyük devrimci zenginliktir, kararlılıktır, güvendir, gelecektir.
Gültekin’de sırrınız sırrıdır. Kimseyi çekiştirmez. Kimsenin kusurlarını not etmez, sonradan kullanmaya kalkmaz.
İnsan ilişkileri zariftir. Kimseye kırıcı olmamış, kimseye sesini yükseltmemiş, hakaret etmemiştir. Bu zarif insanın örgütler ve üyeler üzerindeki saygın etkisi, çalışma tarzından, disiplininden ve olabilecek herkesi çalışmaya katmaya özen göstermesindendir.
“Ben” dediğini duyan olmamıştır. “Biz” vardır hep. “Biz yaptık”, “biz başardık”, “bizim eserimiz”dir her şey.
Mutluluğu içinde yaşamıştır. Yemede-içmede, tatilde, zenginlikte değildir mutluluk. Mutluluk yoldaşlarıyla olmaktır, partinin ilerlemesi, hedeflerine ulaşmasıdır.
Kahkahalarla güldüğünü gören çok azdır. Gözleriyle güler daha çok. Biraz da gülümseme. Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kuruluş günlerinde, Yargıtay’ın istediği örgütlenme barajının aşıldığı vefatına yakın günlerde, daha dolu güldüğünü görmüştür arkadaşları. Yine de dolu dolu güldüğüne, kahkahalarla güldüğüne tanık olan yok gibidir. Sebebini Hasan Basri Özbey, Gültekin’in ardından sosyal medyadaki sayfasında şöyle yazıyor;
“Mehmet Bedri ağabey, tanıdığım insanı değerleri en güçlü, duygusal devrimcilerdendi. Ancak Bedri abi, pek gülmezdi. Güldüğüne rast gelmek çok zordu. Bir kere kahkahalarla güldüğünü duyan bir genç, telaşla diğerlerine haber verir: “Koşun gelin Bedri abi gülüyor.
Zaman zaman takılır, bazen eleştirirdim: “Abi biraz gülümse lütfen. Sovyet politbüro üyeleri gibi durma” derdim. Bir TV programından sonra sordu; “Nasıl iyi gülümsedim mi?” İzlemiştim, dudağının uçları biraz kalkmıştı. O bunu gülümseme sayıyordu.
Sebebini çözemedim bir türlü.
Nihayet bir gün tanık olarak öğrendim nedenini. Bir yere gidiyoruz. Arabayı Bedri abi kullanıyor. Sohbet, şakalaşma gidiyoruz. Sanırım Kamil Dede’ydi, çok komik bir durumu anlattı. Kahkahalarla gülmeye başladık. Bedri abi de katıla katıla gülüyor. Ancak hemen frene basıp aracı durdurdu ve kenara çekti. Gözlüğünü çıkardı, bir mendille sular gibi akan gözyaşlarını silmeye başladı. Sonra anlattı: “Ben ne zaman çok gülsem gözyaşlarımı tutamam.”
GÜLTEKİN’İN MİRASI
Vatan Partisi’nden ayrılmak zorunda kaldığı günlerdeki parti kurullarına yazılarından, Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kuruluş ve inşa sürecindeki yazı ve konuşmalarından, bizlere görev olarak bıraktıkları şunlardır.
1-) Parti içinde demokrasi her başarının anahtarıdır. Demokrasinin, fikir özgürlüğünün aşındığı koşullarda, sadece fikir hayatı yıpranmakla, katılaşmakla kalmıyor, örgüt de hızla eriyor.
Özgürlüğü ve disiplini birlikte yaşatmak, devrimci partinin de, kurmayı hedeflediğimiz insanlık dünyasının da temel karakteridir.
2-) Çürüyen sistemin de etkisiyle çeşitli partilerde giderek zayıflayan yoldaşlık ve güven ilişkisinin güçlendirilmesi, partinin ve devrimcilerin, bu değerleri geleceğe taşıması şarttır.
3-) Aydınlıkçı geleneğin partileriyle çeşitli zamanlarda buluşmuş olmakla birlikte, yollarını ayırmış olan 30 binden fazla devrimciyle yeniden buluşmak, önemli tecrübeleri yaşamış bu birikimi yeniden mücadele mevzisine kazanmak lazımdır. Beklentilerini bulamadıkları, daha çok da parti içi demokraside arzuladıklarını bulamadıkları için hüsrana uğrayan bu kitlenin yüzde doksanına yakını, başka bir partiyi de kendilerine yeterli görmedikleri için, köşelerine çekilmişlerdir.
4-) Türk devriminin sıçrama yapabilmesi için, sosyalist hareketin 50 yıllık parçalanma sürecine “dur” demek, parçalanmayı, birlikte çalışmaya ve giderek de birliğe ulaştırmak gerekmektedir.
5-) Sosyalist hareketin, halkçı ve milliyetçi kökten gelenlerle, milli demokratik devrim, cumhuriyet ve Atatürk devrimi değerleri ekseninde buluşmasını sağlamak lazımdır.
6-) İşçi sınıfına dayanmak, emekçi halkımızın, ülkemizin ve milletimizin çıkarlarını esas almak, her koşuldaki önceliğimiz olmalıdır.
Sosyalist Cumhuriyet Partisi bu değerler üzerine kuruldu. Bunlar, Mehmet Bedri Gültekin’den ve Kamil Dede’den kalan bu mirastır, görevlerdir.
GÜLTEKİN’E AĞIT
Şair yoldaş Muharrem Soydemir, ölümünün ardından Mehmet Bedri Gültekin için şunları yazmıştı;
“Munzur dağı gibi onurlu başı,
Her koşulda verdi haklı savaşı.
Yitirme erdemi umudu düşü,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Hiç tamah etmemiş dünya malına,
Akıl ve bilimin girmiş koluna,
Bütün fazileti ekmiş yoluna,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Benliği özünden çıkarıp atmış,
Gönlünü halkının gönlüne katmış,
Derdiyle uyanıp derdiyle yatmış,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Bir lokma bir hırka yaşayan biri,
Silmiş yüreğinden kini kibir’i,
Böyle insanların dolar mı yeri,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Edep erkanıyla çağları aşan,
Bir lokmayı kırka bölüp paylaşan,
Yetmiş yılda yedi yüzyıl yaşayan,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Çok yerine tuttu her zaman azı,
Haksızlığa karşı olmadı razı,
Vicdanı insandı eli terazi,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.
Soydemir’im der ki namustur yükün,
Ulu bir çınarsın derinde kökün
Yaşayacak Mehmet Bedri GÜLTEKİN,
Büyük devrimcinin mirasıdır bu.”
*
Yazının başında aktardığım Prof Dr Tolga Yarman hocanın mezarı başında Gültekin için söylediklerini, bir kez daha hatırlayarak tamamlayalım yazıyı;
“Onun kadar dik, onun kadar kararlı, onun kadar davaya kilitli, onun kadar acılar yaşamış ama yüreğinde acının kırıntısını taşımayan, onun kadar sade ama abide bir ruha sahip olan, onun kadar sakin ama bir şelaleden bin beter, dur durak engel tanımayan, onun kadar çalışkan, bilgili, önder, örgütçü, ama alçak gönüllü, onun kadar insancıl ama çeliğin gıpta edeceği eğilmezlikte bir insan, azdır.”
Mehmet Akkaya, 23 Mart 2023 (Bilim ve Sosyalizm Dergisi)