İki seçenek bugün karşı karşıya gelmiş durumda. Yapacağınız tercih, sizin ülkeye ve halka karşı hangi konumda olduğunuzu gösteriyor.
AKP iktidarı açısından neyin öncelik taşıdığını göstermesi açısından herhalde hiçbir şey, Marmara Denizi’nde son iki aydır yaşanan deniz salyası olayına yaklaşımı ile Kanal İstanbul konusundaki tavrının ortaya koyduğu gerçekler kadar çarpıcı olamazdı.
Marmara denizi ölüyor! Son iki ay içinde hemen her tarafta ortaya çıkan deniz salyasının neden meydana geldiği konusunda uzmanlar üç aşağı beş yukarı aynı açıklamaları yapıyorlar; Dört bir yandan arıtma yapılmadan denize boşalan sanayi atıkları, kontrolsüz şehirleşmenin beton yığınlarına dönüştürdüğü kıyılar ve yeterli arıtma olmadan denize boşalan evsel atıklar vb. vb.
Marmara’nın altındaki durum, üstünden daha kötü… Kısacası koskoca Deniz gözümüzün önünde can çekişiyor.
Marmara denizi nefes alamıyor ve tepkisini, tabanını ve yüzeyini kaplayan müsilaj (salya) salınımı ile ortaya koyuyor.
Kapitalist sistemin neden olduğu küresel ısınmaya ek olarak, aynı sistemin Marmara bölgesindeki uygulamaları üst üste binince, tanık olduğumuz manzaralar ortaya çıkıyor.
Kâr için her şey mübah anlayışı
Peki bu durum önlenemez mi?
Önlenebilir. Ama bunun için gerekli olan yatırımların kısa zamanda bir getirisi yok. Yani Marmara denizini kurtarmak için yapılacak yatırım, hiçbir müteşebbis açısından kârlı bir iş değil.
İşte burada, insanlığın çıkarı ile özel kârı esas alan kapitalist sistem arasında temel çelişme konusuna geliyoruz.
Gelecek nesillerin sağlığını düşünerek bugünden yatırım yapmak ise ancak kâr amacı gütmeyen kamucu anlayışlarla olabilir.
AKP iktidarı ise bilindiği üzere “kâr” olayına olabilecek en kaba, en vahşi yöntemle bakıyor. Özel çıkar için herşeyin mübah olduğu bir anlayışla karşı karşıyayız. Onun için iki aydır Marmara denizinin durumu, bütün yakıcılığı Türkiye’nin gündeminde olmasına rağmen, AKP iktidarının yetkili isimlerinden bu konuda dişe dokunur bir açıklama yapılmadı.
Kanal İstanbul’un “kârlılığı”
Ama konu Kanal İstanbul’a gelince öyle olmadı. Başta Erdoğan, iktidarın yetkili isimleri birbirleri peşisıra açıklamalar yaptılar. Kanal için çalışmalar bu ay başlayacakmış.
Çünkü Kanal İstanbul, Marmara Denizi’ni temizlemeye benzemiyor. Daha bugünden çok önemli bir rant kapısı durumunda.
Birilerinin bu kanal ile birlikte Montrö’yü geçersiz kılmak ve Karadeniz’i bir NATO gölü yapma yönlü hayallerini bir yana bırakalım. Kısa vadeli kârlılık açısından bakıldığında, kanalın geçtiği yerlerde bulunan arazilerin kamulaştırılmasından elde edilecek vurgunlar, bu amaçla kapatılmış devasa araziler ve belki de bundan da önemlisi Kanal’ın geçeceği güzergahın hemen etrafında bulunan arazinin değerlenmesi ile elde edilecek avantajlar sayılabilir.
Ama Marmara denizinin temizlenmesi, deniz salyası oluşumuna neden olan kirliliğin önlenmesi bunların hiçbiri, hiçbir yatırımcının cebine ekstra bir kazanç koymaz.
Tam tersine bu konudaki yatırımların, kapitalistler açısından maliyet artırıcı özelliğinden başka bir anlamı bulunmuyor.
Öte yandan Türkiye’nin sınırsız kaynakları yok. Özellikle yaşanmakta olan derin ekonomik krizi de düşünecek olursak eldeki sınırlı kaynaklar, ülke ve halk için en gerekli yatırımlarda değerlendirilmek zorunda.
Bu yatırımları ise ancak devlet yapabilir. Ama iktidar makamlarında devleti bir anonim şirket gibi yönetmek anlayışında olanlar varsa, gelecek kuşakları düşünen yatırımlar onların akıllarının köşesinden bile geçmez.
İmdat çığlığı
Marmara Denizi’ni kurtarmak için yapılacak yatırım, Türkiye’nin geleceğine yapılacak yatırımdır. Doğa’ya yapılacak yatırımdır.
İnsan, doğanın bir parçasıdır. Doğayı hiçe sayan yaklaşımlar, döner dolaşır ve en sonunda insanın kendisini vurmaya başlar.
Özellikle 12 Eylül Amerikancı yönetimi döneminde planlı ekonominin terk edilmesi, Özal’ın kapitalist dünya ekonomisiyle bütünleşme yolundaki uygulamaları, ardından gelen iktidarların aynı programı uygulamaya devam etmeleri, AKP iktidarının kısa vadede bütün kaynakları yandaşlara aktarma programı, bugünkü tablonun doğmasına yol açtı.
Benzer manzaralar kapitalist sistemin bütün yıkıcılığı ile uygulandığı dünyanın bütün köşelerinde var. Okyanuslardaki plastik çöp adaları, kapitalist ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri zehirli atıkları ihraç edilecek yerler olarak görme yönündeki uygulamalar, ölen nehirler ve göller, Marmara denizinde gelinen aşama…
Aynı akıbetin Akdeniz’de yaşanmaya başladığı üzerinde yapılmış olan çok sayıda bilimsel çalışmanın var olduğunu biliyoruz.
Kısacası Türkiye’de de, Dünya’da da insanlığın kapitalist sistemle gidebileceği bir yer bulunmuyor.
Marmara Denizi’nin salyası, Türkiye’nin AKP iktidarından ve benzer anlayış sahiplerinden kurtarılması gerektiğini haykıran bir imdat çığlığıdır.