28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısından adını alan gelişmelerin üzerinden 24 yıl geçmiş bulunuyor. Sağlıklı bir değerlendirme yapmak bakımından yeterli bir süre.
Anayasal bir toplantı yapmayı, işbaşındaki Hükümet üyelerinin de katılımıyla yapılan bir toplantıda oybirliği ile bazı kararlar almayı bugün, müebbet hapis cezası ile cezalandırmanın gerekçesi yapmak, tek kelimeyle komiktir. Adalet mekanizmasının bugün içinde bulunduğu içler acısı durumu ortaya koymuş olmaktan başka bir anlamı yoktur.
O hükmü verenlerin, verdirenlerin asıl derdi başkadır. Bunu da 28 Şubat sürecinde yaşananlara baktığımız zaman somut olarak görebiliriz.
Birinci olarak 28 Şubat’ın akılda kalan uygulamalarının başında 8 yıllık eğitimin zorunlu hale getirilmesi geliyor. 8 Yıllık zorunlu eğitim, İmam Hatip Okullarının orta bölümlerinin kapatılması anlamına geliyordu. Bunun sonucunda İmam Hatip Liselerine giden öğrenci sayısında da ciddi bir düşme görüldü. Bu gelişme Ortaçağ özlemcilerini oldukça rahatsız etti.
İkinci olarak belirtilmesi gereken olay, 28 Şubat ile birlikte yaşanan gelişmelerden sonra Fethullah Gülen’in 1998 yılında Amerika’ya kaçmak zorunda kalmasıdır. 28 Şubat iki kişiyi hedef aldı: Fethullah Gülen ve Tansu Çiller. Birincisi 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de Gladyo rolünü üstlendi. İkincisi; aynı dönemde Susurluk olayıyla ortalığa dökülen faili meçhullerin ve diğer karanlık faaliyetlerin sorumlusu olan ABD vatandaşı… 28 Şubat’ın bu şahısların şahsında somutlaşan ilişki ve eylemleri hedef alması, sürecin değerlendirilmesinde önemli bir veridir.
Üçüncü olarak 1990’lı yıllar aynı zamanda bir yanda Güneydoğu’da halka yönelik faili meçhuller, öte yandan Atatürkçü aydınlara yönelik cinayetler yıllarıdır. 28 Şubat bu cinayetleri durdurdu. Güneydoğu’da PKK terörüne karşı mücadelede ise halkın kazanılmasına özel bir önem verildi.
Dördüncü olarak 28 Şubat süreci, özellikle Çiller döneminde komşularımızın iç işlerine karışma, komşularımızla savaş gibi politikalara kesin net bir tavır aldı. Azerbaycan’da darbe girişiminin önlenmesi, Çiller’in Türkiye’yi İran’la savaşın eşiğine getirme yönündeki uygulamalarına, 28 Şubat sürecinin dinamikleri engel oldu.
28 Şubat, Türkiye’nin, Atatürk’ün bölge merkezli dış politikasına yönelmesini sağladı. 1998 yılında Suriye ile Adana Mutabakatı imzalandı. Bu mutabakat sonucu PKK elebaşı Suriye’den çıkarıldı. Örgütün Suriye’deki varlığı da sonlandırıldı. İki ülke arasındaki ilişkiler yıldan yıla gelişti ve Suriye Devlet Başkanı sayın Esad’ın; ‘ülkelerimiz arasındaki sınırları kaldıralım’ dediği bir aşamaya kadar geldi.
Çiller’in İran ile savaş provokasyonunun önlenmesinden sonra bu komşumuz ile de ilişkiler olumlu yönde adım adım gelişti. PKK’nın İran’da barınması önlendi.
Beşinci olarak bütün bu gelişmelerin sonucunda ülke içinde bölücü teröre karşı mücadelede büyük bir başarı kazanıldı. Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’dan Türkiye’ye getirilmesinin ardından PKK, ülke içindeki bütün silahlı adamlarını ülke dışına çıkarmak zorunda kaldı. Türkiye, terörün sıfıra indirildiği bir dönem yaşadı.
Altıncı olarak, 28 Şubat süreci, Türkiye’nin Batı’dan kopmaya başladığı ve Asya’ya yönelmesinin başladığı bir dönem olmuştur. 1994 yılında ABD’de “Türk generaller hizadan çıktı” diye raporların yazılması, 28 Şubata giden sürecin Büyük Müttefik tarafından tespit edildiğini gösterir. 1995 yılında ABD’ye rağmen Saddam ve Barzani ile işbirliği yapılarak gerçekleştirilen Çelik Harekâtı, 5 bin CİA peşmergesinin bölgeyi terk ederek Guam adalarına götürülmesi Türkiye’nin içine girdiği yönelimin sonucuydu.
İsmail Hakkı Karadayı ve Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından temsil edilen yeni yönelim, Türkiye’de 1990’lı yıllarla birlikte yükselişe geçen yeniden Atatürk’e dönüş eğilimine uygundu. Bölge Merkezli Dış Politika yönündeki uygulamalar ve nesnel olarak Türkiye’nin yükselişe geçen Asya içindeki konumuna uygun tutumlar almaya başlaması da gerçekte, Atatürk’e dönüşün sonuçlarıydı.
2001 yılında zamanın MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç, Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamak amacıyla önümüzdeki dönemde, Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirerek şekillenmekte olan yeni dünya içinde yerini alması gerektiğini söyledi. Sayın Kılınç bu açıklamaları nedeniyle sonraki yıllarda Ergenekon davasında yargılanacaktı.
Hatalar ve eksikler
28 Şubat sürecinin elbette eksikleri ve hataları da vardı. Her şeyden önce 28 Şubat, bütünsel bir programdan yoksundu. Bir yandan Çiller ve Gülen gibi en Batıcı unsurlara karşı tavır alınırken öte yandan, ABD, NATO ve genel olarak Batı konusunda net bir tavrı olmadığı için yönetimde ipler gene Batıcılara bırakılmıştı. Refahyol iktidarını takip eden iktidarlar da Batıcı idi. 2001 yılında ekonominin iplerinin teslim edildiği Kemal Derviş ise bir ABD memuru idi ve görevi; ekonomiyi krize sürükleyerek 15 günde Batılı finans merkezlerinin istediği 15 yasayı çıkarmak ve Türkiye’yi 2002 yılında erken seçime götürerek iktidarı AKP’ye teslim etmekti.
Aynı şekilde 1999 sonrasında ABD’nin daha önceden yaptığı plan gereğince Refah Partisi’ni bölünmesinde; Erdoğan, Gül ve Arınç’a yeni bir Parti kurdurularak seçime hazırlanmalarında, suni olarak yaratılan bir ekonomik krizin bütün partileri vurduğu koşullarda baskın bir erken seçimle BOP eşbaşkanlığını üstlenme sözünü vermiş AKP’nin iktidara taşınmasında, 28 Şubat sürecinde önemli roller oynamış kuvvetlerin sorumluluğunun olduğu tartışma götürmez.
28 Şubatçılar bu süreci sadece izlemek durumunda kaldılar. Ve daha sonraki yıllarda yaşanan ve kendilerinin de hedef alındığı Ergenekon ve Balyoz tertiplerinin sahnelenmesine yol açmış oldular. Sonuçta Türk Ordusu tarihinin en büyük saldırısına uğradı, büyük kayıplar yaşadı. FETÖ, AKP aracılığı ile devlete yerleşti. PKK ile açılım başladı ve terör örgütü iktidara ortak edildi.
Tarihin hükmü
Bütün bu eksikliklerine rağmen 28 Şubatı bugün değerlendirmede göz önüne alınacak esas ölçüt, emperyalistlerin ve Ortaçağ özlemcilerinin tavırlarıdır.
Eğer aradan 24 yıl geçtikten sonra bile söz konusu çevreler hala büyük bir hınçla 28 Şubat’a saldırıyorlarsa demek ki 28 Şubat bütün eksiklik ve hatalarına rağmen söz konusu güçlere büyük zarar ermiştir.
Saldıranların asıl korkuları, Türkiye’nin yeniden 28 Şubat yoluna girebileceği tehlikesidir. Ve böyle bir yola giriş hiç şüphe yok, o zamanki hataları tekrarlanmaması şeklinde olacaktır.
Paniğin esas nedeni budur.
Tarih de gerçeği böyle kaydedecektir.