Günümüz dünyasında herhangi bir ülkede olan gelişmeleri doğru tahlil edebilmek, dünyadaki genel eğilimleri, yükselen ve gerileyen dinamikleri doğru olarak görebilmeye bağlıdır.
Çünkü günümüz dünyasında hiçbir yer artık kendi başına değildir. Gerçi, yüzyılı aşkın süredir, emperyalizm çağıyla bir tek dünya ekonomisinin ortaya çıkmasından bu yana böyledir. Ama şimdi yüzyıl öncesine göre bütün dünya daha fazla birbiriyle ilişkili hale gelmiştir. Covid-19 salgını, aylar içinde Amazon ormanlarının derinliklerine ulaştı.
Hele hele Afganistan gibi, herhangi bir ülke olmanın ötesinde jeostratejik konumu itibariyle bütün Asya’yı ve hatta bütün dünyayı ilgilendiren bir ülkede yaşanan gelişmeler, bu gelişmelerin gelecekte nasıl bir seyir izleyeceği, kesinlikle dünyada olan gelişmelerden soyutlanarak doğru bir şekilde değerlendirilemez.
Aynı şekilde Afganistan’daki gelişmeler de bütün dünyayı etkileyecektir. Onun için Afganistan’da neler olup bittiğini ve daha önemlisi gelişmelerin bundan sonra ne yönde olacağını anlamanın birinci şartı, bugün nasıl bir dünyada yaşadığımızdır.
20 yy; Devrim dönemi
Ekim Devrimi ve Türk Kurtuluş Savaşı ile başlayan Devrim dönemi, 1970’li yılların ortasında kadar sürdü. Hindiçini milletlerinin ABD emperyalizmine karşı kazandıkları büyük zafer ile Afrika’daki son sömürgelerin – Angola, Mozambik, Gine Bissau – bağımsızlıklarına kavuşmaları bu dalganın doruğu oldu.
Devrimin yükseliş döneminde hakim ideolojik iklim sosyalizmdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın üçte biri sosyalist olmuştu. Sömürge ve yarı sömürgelerdeki bütün kurtuluş hareketleri bu iklim içinde sosyalizm dostu, sosyalizandı.
Sonrasında Devrim dalgasının geri çekilmesi ve emperyalist kapitalist sistemin yeni saldırı dönemi geldi. Emperyalist merkezlerde Reagan, Thatcher gibi saldırgan neo-liberal akımın temsilcileri iktidar oldu. Buna bağlı olarak geçmişin sömürge ve yarı sömürgelerinde kurulmuş olan ulusal devletlerde, emperyalist gericiliğin desteklediği mikro milliyetçi, etnik ayrılıkçı ve gerici dinci hareketler gelişmeye başladı. Söz konusu ülkelerde toplumsal muhalefete de bu akımlar damgasını vurmaya başladı.
Son 25 yılda neler oldu?
Peki, şimdi nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Hala 1980’lerle birlikte başlayan neo-liberal gericilik döneminde miyiz?
Böyle bir iddiada bulunmak dünyamızın son 20 yıl içinde yaşadığı olağanüstü değişimi görmezden gelmektir. Belli başlıklarıyla neler yaşandığını hatırlayalım:
- 1995, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün ilk adımları atıldı. Son olarak İran’ın üyelik başvurusunun onaylanmasıyla ŞİÖ, Asya kıtasının hemen hemen tamamını kapsayan boyutlara ulaştı.
- 1975, Türkiye’nin, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile işbirliği halinde gerçekleştirdiği Çelik Harekâtı ile ABD’nin bölgedeki etkinliğine büyük darbe vuruldu. Türkiye, 28 Şubat sürecine girdi.
- 1998, Venezuelada Chavez iktidarı. Latin Amerika’da Bölgesel birliklerin yeniden canlanması. Küba’nın en zor dönemini geride bırakması.
- Rusya’da Putin dönemi. Rusya’nın bir Avrasya gücü olarak toparlanması ve Çin ile birlikte dünyadaki gelişmelere yeniden ağırlığını koyması.
- 2008 Kapitalist dünya tarihinin en büyük ekonomik krizi.
- “Arap Baharı” adı altında ABD’nin yaptığı hamlelerin birer birer akamete uğraması, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının yıkılması.
- 2014, Çin’in ekonomik büyüklük olarak (satın alma gücü paritesi üzerinden) ABD’yi geride bırakması.
- ABD mamûlü IŞİD gibi terör örgütlerinin, bölgenin ulusal devletleri tarafından bozguna uğratılmaları,
- Suriye’nin 2011 yılından beri emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından yürütülen saldırıyı püskürtmesi ve ülkeyi birleştirme yolunda aldığı büyük mesafe.
- Yemen’de Suudi destekli gerici saldırının püskürtülmesi.
- Türkiye’de ABD’nin Türk Ordusunu teslim almak için örgütlediği Ergenekon ve Balyoz tertiplerinin bozulması. ABD’nin kullandığı örgütler olan FETÖ ve PKK’nın etkisiz hale getirilmeleri.
- Astana’da Türkiye, İran ve Rusya’nın; önemli bir bölgesel sorunun çözümünde 200 yıldan bu yana ilk defa, Batılı sömürgeci emperyalist güçleri dışlayarak bir araya gelmeleri ve büyük başarılar kazanmaları.
- Çin’in “kuşak – yol” inisiyatifi ile dünya tarihinin en büyük ekonomik yatırımını, çok sayıda Asya ve Avrupa ülkesi ile birlikte hayata geçirmeye başlaması.
- Çin’in, Afrika ülkelerindeki toplam yatırımlarının, bütün Batılı emperyalist devletlerin yaptığı yatırımlar ve sermaye ihracının toplamının üstüne çıkması.
- Yapay zeka başta olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmede Asya’nın, kapitalist Batı dünyasının önüne geçmesi.
- Dünyanın en büyük ekonomik işbirliği örgütünün (RCEP), Asya ve Çin merkezli olarak kurulması.
- Arkada kalan gericilik döneminde etkisiz hale düşürülen bölgesel birliklerin yeniden canlanması.
- ABD’nin Afganistan’daki utanç verici yenilgisi…
Bu liste uzatılabilir. Ama elbette arkada kalan dönemde sadece bu olumlu
gelişmeler yaşanmadı. Afganistan ve Irak’ın işgali, Suriye’nin, Yemen’in ve Libya’nın yakılıp yıkılması, kışkırtılan etnik ve dinsel kavgalar gibi, emperyalist dünyanın, hakimiyetini devam ettirmek için yaptığı hamleleri de yaşadık. Ama esas olan, gelişmekte olan dünyanın ayağa kalkması ve inisiyatifin Asya güçlerine geçmesi oldu.
Asya çağındayız
Kısacası şimdi Asya çağındayız. Asya Çağı’nda mikro milliyetçilik, dinsel ve
mezhepsel örgütlenmeler değil, bölgesel işbirliği ön plana çıkıyor. Bölgesel işbirliğine giden ülkelerde farklı milletler, farklı etnik topluluklar, değişik dinlere mensup insanlar ve hiçbir dine inanmayan büyük kitleler var.
Afganistan’ı dört bir yandan saran ülkelerin hepsi, Çin, Pakistan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan… Türkmenistan hariç, bu ülkelerin hepsi Şanghay İşbirliği Örgütü’nün üyeleri. Türkmenistan’ın ise tam üyelik yolunda olduğunu söyleyebiliriz. Birlikte hareket ediyorlar. Güvenlik başta olmak üzere ekonomide ve diğer alanlarda…
Çin’in; “kuşak-yol” projesi kapsamında Afganistan’a yapacağı yatırım toplamı 62 milyar dolar. Ülkenin milli hasılasının üç katından daha fazla…
Taliban yönetimi Kabil’i ele geçirmeden önce Çin’e gitti ve birlikte hareket etme konusunda anlaştılar. Kabil’i aldıktan sonra da Taleban, ülkenin yeniden inşasını Çin ile birlikte gerçekleştireceğini açıkladı.
Ve göz önünde bulundurulması gereken en önemli olgu, Müslüman ülkelerde yükselen artık Siyasal İslam değil. 1980’ler, 90’lar hatta 2000’lerin tersine Siyasal İslam artık her tarafta kaybediyor. Suriye’den Mısır’a, Orta Asya’dan Afrika’nın ortalarına kadar bütün İslam ülkelerinde gelişmekte olan eğilim, Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihi olarak temsilcisi olduğu bağımsızlıkçı laik demokratik akımdır.
İşte Afganistan’da bundan sonra neler olabileceğine dair akıl yürütürken, gelişmelere bu tablo içinde bakmak gerekiyor.