Türkiye’nin Suriye politikası, hiç şüphe yok öncelikle bir milli güvenlik sorunudur. AKP’nin ABD’nin peşine takılarak Suriye’nin iç işlerine karışmaya başladığı, dünyanın dört yanından ABD ve işbirlikçilerinin örgütleyip Suriye’ye gönderdiği onbinlerce şeriatçı teröriste ev sahipliği yapmaya başladığı, Davutoğlu’nun gene ABD adına Şam’a gidip Hükümet’te kimin yer almasını dikte etmeye çalıştığı günlerden beri böyledir.
Milli güvenlik sorunu, aradan geçen 11 yılın sonrasında bugün; PKK’nın ABD koruması altında Fırat’ın doğusunda kurmaya çalıştığı 2. İsrail oluşumu, İdlip’teki şeriatçı terörist yapılanmaların varlığı, AKP Hükümeti’nin, ödenen bütün acı bedellerden sonra bile hala Suriye’nin belli bölgelerinde Türkiye’nin parası, Mehmetçiğin kanı ile kurmaya çalıştığı ihvancı devletçik hayaliyle ve küçümsenmeyecek bir kısmı Suriye’deki terör faaliyetinde rol üstlenmiş Türkiye’deki altı milyon Suriyeli mülteci ile devam ediyor.
İhvancı devletçik hayali olmayan bir iktidar, Dışişleri Bakanını; Suriye’nin “Meclis Başkanı” ve “Hükümet Başkanı” dediği İhvanı Müslim’inin önde gelenleriyle aynı fotoğraf karesi içinde basına servis etmez!
İhvancı politikanın ekonomik boyutu
İzlenen Suriye politikasının bir de ekonomik boyutu vardır.
Tayyip Erdoğan’ın iddia ettiği üzere ekonomik krizde “en zoru” geride kalmadı, tam tersine önümüzdedir. Suriye politikası, bu ağır ekonomik krizin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı ve öyle görünüyor ki oynamaya devam edecek.
AKP iktidarı kendisinin zaman zaman verdiği rakamlarla ifade edecek olursak bugüne kadar yaklaşık 100 milyar dolarını Suriyeli mülteciler için harcamıştır.
Bu rakamlara, Türkiye’nin şu anda Suriye’de kontrol ettiği alanlarda yaptığı harcamalar (akla gelebilecek bütün kamu hizmetleri –eğitim, sağlık, konut, yol ve diğer alt yapı hizmetleri, kamu görevlilerinin maaşları vb) dahil değildir.
Bu rakamlara, kontrol edilen bölgelerde zorunlu olarak yapılan askeri harcamalar ve şimdi Suriye Milli Ordusu etiketini kullanan ÖSO’cular için yapılan harcamalar da dahil değildir.
İşte bu mali yük, Türkiye’nin yaşadığı krizi daha da derinleştiren bir rol oynamaktadır.
Sorunu çözmenin sonuçları
Oysa Türkiye, vakit geçirmeden Şam ile el sıkışarak ekonomik kriz ile mücadelesinde çok büyük bir avantaj elde edebilir. Bu avantajları şöyle sıralayabiliriz.
- Şam ile el sıkışmak, herşeyden önce bugün Türkiye’de toplam sayısı 8 milyona ulaşmış olan mültecilerin önemli bir kısmının güvenlik içinde ülkelerine dönme kapısının aralanması demektir. Çünkü böyle bir adım, sadece Suriye’deki sorunun çözümüne hizmet etmeyecek, bütün Batı Asya’da barışın tesis edilmesine büyük katkıda bulunacaktır. Bu da Libya’dan Afganistan’a kadar olan coğrafyada yaşanan göçmen hareketliliğinin tersine dönmesi anlamına gelecektir. Böyle bir gelişme, Türkiye’nin milyarlarca dolarını, ülke ekonomisinin hizmetine sunması demektir.
- Şam ile el sıkışmak, hemen arkasında Türk Ordusu’nun Suriye Ordusu ile birlikte Fırat’ın doğusundaki PKK varlığına karşı ortak operasyon yaparak ABD’nin buradaki 2. İsrail hayalini bitirmesi demektir. Fırat’ın doğusunda devlet olma hayali biten PKK’nın önünde, silahlarını temelli olarak bırakmak dışında bir seçenek kalmayacaktır. Çünkü özellikle 2015 yılında bu yana Türkiye’de askeri olarak yaşanan gelişmeler bu örgütün dağda elde silah ile en ufak bir şansının kalmadığını gösterdi. PKK’nın bir silahlı örgüt olarak varlığını devam ettirmesindeki biricik motivasyon, Fırat’ın doğusunda devlet olma hayalidir. Bu hayalin bittiği gün PKK silah bırakacaktır.
Böyle bir gelişme, Türkiye’nin bölücü terörle mücadeleye ayırmak zorunda kaldığı milyarlarca Tl’lik kaynağını halkın refahı için harcayabilmesi demektir.
- Şam ile el sıkışmak, Batı Asya pazarının ardına kadar Türkiye ekonomisine açılması anlamına gelecektir. Suriye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere bütün Batı Asya toplam olarak 300 milyonluk bir pazardır ve Türkiye yetişmiş insan gücü ve ekonomik potansiyeli ile böyle bir pazarın varlığından en fazla yararlanacak olan ülkedir.
- Şam ile el sıkışmak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ilk elde Libya’nın yanısıra Suriye ve Lübnan gibi ve giderek Mısır’ı da yanına alarak elini güçlendirmesi demektir. Doğu Akdeniz ülkelerinin birliği, İsrail’in ve Yunanistan’ın yalnız bırakılması anlamına gelecek ve bu da hem Türkiye’nin “Mavi Vatan”ındaki haklarına sahip çıkmasının önündeki engelleri kaldıracaktır. Hiç şüphesiz bu gelişmenin ekonomik sonuçları da olacaktır.
- Şam ile el sıkışmak ve bunun sonucunda mültecilerin ülkelerine dönecek olmaları; artık iç güvenlik açısından bir saatli bombaya dönüşmüş olan mülteci sorununun köklü çözüme kavuşması anlamına gelecektir.
İç barışı olmayan bir ülkede düzgün işleyen bir ekonomi de olamaz. İç güvenliği sağlamak için bugünden harcanan milyarlar, olumsuz gelişmenin daha da derinleşmesi durumunda 10 milyarlar ve hatta 100 milyarlarla ifade dilmeye başlanır. Onun için mülteci sorunu, sadece sizin onların ekonomik ihtiyaçlarını karşılamanız sorunundan ibaret değildir. Çözülmemesi durumunda ülkede ekonominin çarklarının sağlıklı olarak dönmeye devam etmesi de sabote edilmiş olacaktır.
Bu da ekonomik krizin daha da derinleşmesi anlamına gelecektir.
İşte bütün bunlardan dolayı, Şam ile el sıkışmak, Türkiye’nin en önemli milli güvenlik sorununu çözmenin ötesinde, ekonomik krizle mücadelesinde de alınabilecek en etkili tedbir olacaktır.