18 Temmuz günü Kıbrıs açıklarında bir mülteci teknesi battı. 19 ölü 25 kayıp… 103 mülteci de kurtarıldı.
Son ölümlerle birlikte 2018 yılının ilk altı ayı içinde Akdeniz’de boğulan mülteci sayısı 1405 kişi…
19 Temmuz günlü Milliyet gazetesinin haberine göre 2014 sonrasında yıllara göre Akdeniz’de boğulan mülteci sayısı şöyle:
- 2014 3.279
- 2015 3.771
- 2016 3.521
- 2017 2.993
- 2018 1.405 (ilk altı ay)
Beş yılda yaklaşık olarak 15 bin kişi Akdeniz’in sularına gömülmüş. Bunlar tespit
edilebilenler. Hiç şüphe yok ki gerçek sayı bundan çok daha fazla.
Ayrıca Avrupa’ya ulaşmak için başka yolları deneyenlerden de ölenler var. Hastalık ve bakımsızlık nedeniyle yaşanan kayıplar, intiharlar vb…
Yerinden, yurdundan, işinden, çevresinden, ailesinden kopmak, yabancı topraklarda itilen kakılan konumlara düşmek hiç kimse için kolay değildir.
Ölümü göze almak
Bütün bunlar neden yaşanıyor? Bu ölçüde yasadışı yollardan bir göç dalgası son yüzyıl içinde bilindiği üzere yaşanmadı. İslam ülkelerinden Batı ülkelerine yaşanan bu göç dalgasının ardında, son kırk yıldır yükselen “Siyasal İslam” (dinci yobaz terörü) gerçeği bulunuyor.
Dincilik güçlendiği her yere acı, ölüm ve gözyaşı götürdü. Bin yıl öncesinin kuralları ile 21. Yüzyıl toplumunu yönetmeye kalkmak, “Cehennemin dünyaya getirilmesi” ile aynı anlama geldi.
Onun için her yıl Akdeniz’in derin sularına gömülen binlerce Müslüman’ın kıyılara vuran cesetleri, gerçekte Siyasal İslam’ın iflasından başka bir şey değildir.
Montazeri’nin itirafı
14 yüzyıl öncesinin kuralları, 21 yüzyılın dünyasına hiçbir şekilde uygulanamaz. Emperyalizmin aleti olmak dışında bir rolleri olmayan dinci yobazlığın dışında Anti emperyalist İslamcıların iktidar pratikleri de bu gerçeği ortaya koyuyor.
20 Ocak tarihli gazeteler; İran Başsavcısı Muhammed Cafer Montazeri’nin, kadınların “İslami kıyafet” giymeye zorlanmalarının başarısızlıkla sonuçlandığını söylediğini yazdılar. Montazeri açıklamasında, “kadınlara yönelik polisiye önlemlerin de, hukuki adımların da sonuç vermediğini ve ülkenin uluslar arası imajını zedelemenin ötesinde hiçbir işe yaramadığını” belirtiyor.
İran devletinin resmi haber ajansı olan IRNA’ya konuşan Montazeri, “Ülkedeki bir çok kadının dine de, İslami kıyafet normlarına da inanmadığı kanısında olduğunu” da sözlerine ekliyor.
İşte, İran İslam Devrimi’nin 40 yılın ardından geldiği yer de burasıdır. İran, Şeriat kurallarını uygulamak için her tedbire başvurdu. Arkada kalan yıllarda, idam da dahil olmak üzere her türlü ceza, yeni nesilleri dinci anlayışlara göre eğitmek için devletin bütün olanaklarının kullanılması, basın yayın olanaklarının sonuna kadar dinci anlayışın emrine verilmesi vb. vb. bütün bunlar 21. yüzyıl toplumunu 14. yüzyıl öncesine döndürmeye yetmiyor.
Montazeri aslında işte bu gerçeği itiraf etmektedir.
16 yıllık yıkımın ve emperyalizmin kışkırttığı mezhep çatışmasının ardından 21 Mart günü Bağdat’ta alanlara çıkan kitlelerin “Ne Şiilik, Ne Sünnilik; Yaşasın Laiklik” sloganını atmaları, İslam dünyasında esen rüzgârı gösteriyor.
Türkiye’de FETÖ, Furkan Vakfı ve Adnan Hocacılara yapılan operasyonların ardından geçen hafta Kayseri’de, Diyarbakır’da ve Bilecik’te polislerin mezuniyet törenlerinde konuşan yetkililerin hep bir ağızdan “Bir tarikata, cemaate veya şeyhe değil devlete itaat edin” şeklinde yaptıklara konuşmalara da işte bu açıdan bakmak gerekiyor.
Sonuç olarak göç edenler, Siyasal İslamcıların bu dünyada yaratmak istedikleri “cennet”ten kaçmaktadırlar. Ve onların penceresinden görünenden hareketle söyleyecek olursak, Müslüman ülkelerden Hıristiyan ülkelere kaçmaktadırlar.
Hem de ölümü göze alarak… Yani her yıl yaklaşık beş bin kişinin yollarda öldüğünü bile bile dincilerin sözde “cennetlerinden” kaçıyorlar.
Bu tablo gerçekte Siyasal İslam’ın iflasıdır.
Yükselme ve düşme
Son kırk yılın dünyası, emperyalist gericiliğin dünya çapında saldırıya geçmesine sahne oldu.
Etnik ve mikro milliyetçilikler ile dinci yobazlık emperyalist gericiliğin çocukları olarak bu dönemde sahneye çıkarıldılar, beslendiler ve büyütüldüler.
Tek tek her bir bölücü ve dinci örgütün hayat hikâyesinde bu gerçeğin sayısız kanıtları vardır.
İstisna, 1979 yılında İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’dir. Zamanın iki Süper Devleti arasındaki rekabetin yarattığı denge durumu, dünyanın çeşitli yerlerinde bağımsız hareketlerin ortaya çıkmasını mümkün kılmıştı. İran’da İslami Hareket, bu istisnai koşulların yarattığı elverişli ortamda bağımsızlıkçı bir çizgi izleyerek iktidara gelebildi.
Ama İran’daki İslamcı akım ve onun, komşu Müslüman ülkelerdeki müttefikleri dışında kalan dünyadaki diğer bütün İslamcı akımlar, emperyalizmin bu yeni gericilik döneminin ürünü olarak ortaya çıkıp serpildiler.
Afganistan ve Irak işgalleri ile birlikte ABD ile dinci-gerici terör örgütleri arasındaki ilişkiler yeni bir safhaya evrildi. 2011 yılındaki Arap baharı ile birlikte İslamcıların büyük atağı geldi.
ABD tarafından kurulan ve desteklenen IŞİD, Irak ve Suriye’nin önemli bir kısmını denetimine aldı. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’da En-Nahda iktidar oldular. Libya’da şeriatçı terör örgütleri Fransız uçaklarının bombardımanı eşliğinde Kaddafi yönetimini devirdi. Bütün diğer İslam ülkelerinde de şeriatçı örgütler değişen ölçülerde etkinlik kazandılar.
2013 – 2014 yılları bu dinci dalganın doruğu oldu. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Mülteciler Avrupa yollarına düştü.
24 Temmuz 2018