200 yıl önceki Şam ulemasından daha gerideki iktidar!

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Sultanbeyli’de ve Sakarya’da Kuveytli ve Filistinli Selefici iki sözde din adamının Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı camilerde vaaz vermesi kamuoyunda tartışıldı.

            Dikkat çekici nokta iki camideki vaazlara, yurttaşların gösterdiği büyük ilgi, yaşanan izdiham, dışarılara taşan kalabalık oldu.

            Elbette böyle bir manzaranın; iktidarın koruması, teşviği, desteği olmadan yaşanması mümkün değildi.

            2020’lerin Türkiye’sinde işbaşındaki iktidarın Türkiye’yi nasıl bir felaketin eşiğine getirmiş olduğunu anlamak için bundan tam 200 yıl önce Selefici Vahabilerle, zamanın Şam uleması arasındaki mektuplaşmada yazılanlara göz atmak öğretici olacaktır.

ŞAM ULEMASININ MEKTUBU

Bugün Türkiye’de baştacı edilen Vahabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvahap 1703 doğumludur. Görüşleri özetle; “İslam’dan bir sapmanın yaşandığı, Osmanlı Devleti’nin İslam’ı temsil etmediği ve halifeliğin Arapların hakkı olduğu; yapılması gerekenin İslam’ın ilk haline dönülmesi gerektiği” şeklindeydi. Bu görüş doğrultusunda türbe ve kabirlerin İslami düşünceye aykırı olduğu ve yıkılmasını, recm vb. şeri hükümlerin tavizsiz bir şekilde uygulanmasını savunuyordu. Abdülvahap, bu görüşlerinden dolayı gittiği hiçbir yerde tutunamadı ama 1745 yılında Muhammed bin Suud’un emirlik yaptığı Diriye’ye gitti ve emirle anlaştı. Emir’in hakimiyetine karşı çıkmayacak, buna karşı Emir de kendisini koruyacak, istediği gibi görüşlerini yayabilecekti.

           Sonraki yıllarda Vahabilik adım adım etki alanını genişletti. İtiraz eden kabileler şiddet kullanılarak sindirildi. 19. yüzyılın başına gelindiğinde Osmanlının Şam vilayetinin sınırlarına dayanmışlardı.

           Bu yıllarda Suudi bir Prens ile Vahabi bir şeyhin Şam’daki Osmanlı Valisi’ne gönderdikleri mektup ile bu mektuba Vali’nin, Şam ulemasının görüşü olarak verdiği cevap bugün yaşadığımız soruna ışık tutması bakımından önemlidir.

           Vahabiler mektuplarında Vali’ye özetle “Allah’a şirk koşmaya geçit verme, Allahtan başkasına kulluk etme ve ettirme, dinin gereği ne ise ona uy” çağrısını yapmaktaydılar.

           Şam Valisi, kendisi cevap vermek yerine Şam ulemasının cevabını göndermeyi tercih etti. Şam ulemasının 1800’lerin başındaki Vahabilik değerlendirmesi bugün de anlamlıdır.

           “Muhtıra kabilindeki bu mektubun muhatabı biz değil, müşrik ve kâfirler olsa gerektir. Bizler gerçek Müslümanlarız. Lakin Vahabiler çöl Arapları olarak, ‘sahte peygamber Müseylime’nin ümmetindendirler. Onlar, İslam uhdelerinden (ilkelerinden) habersiz bir aşiret olmaktan öteye gidemezler. Bu nedenle gerçek Müslümanların yakasını bırakıp, din düşmanlarıyla uğraşmaları gerektir. Hiçbir şey Vahhabilerin yaptığından yani Müslümanları katledip, mallarını yağmalamaktan ve şereflerini kirletmekten daha kötü olamaz!”

          Şam ulemasının cevabi mektubunda gönderme yaptığı “Sahte Peygamber Müseylim’e”, Hz. Muhammedin bütün Arap kabilelerini birleştirerek ticaret yollarını güvenceye aldığı, Arap yarımadasında kabile savaşlarına son vererek barışı tesis ettiği İslamiyet’e karşı çıkmıştı. Kısacası Müseylime, eski kabile parçalanmışlığının devam etmesini savunuyordu. Dolaysıyla Şam uleması Vahhabilere; “Siz İslamiyet öncesi kabile düzenine dönülmesini savunuyorsunuz” demiş oluyorlardı.

OSMANLI DEVLETİNİN TASFİYE ETTİĞİ VAHABİLİK

Osmanlılar, Vahhabi isyanını, zamanın Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya havale ederek çözdüler. Mehmet Ali Paşa, Arap yarımadasındaki Vahhabi varlığına son verdi. Suud emirliğinden ele geçenlerden önde gelenler, İstanbul’a gönderilerek burada idam edildi. Vahhabiler, 20. Yüzyılın başında bölgeye yerleşmeye başlayan İngiliz sömürgecileri tarafından desteklenerek yeniden etkili konuma geldiler. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ise gene İngilizlerin yardımı ile ülke yönetimini ele geçirdiler. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinin üzerinde oturuyor olmaları ve arkalarındaki emperyalist (İngiliz-Amerikan) destek, bu Ortaçağ anlayışının bugüne kadar hakimiyetini sürdürmesini mümkün kıldı. (Mehmet Bedri Gültekin, Siyasal İslamın Yükselişi ve Çöküşü, Kırmızı Kedi yayınları, Aralık 2019)

ANADOLU TOPRAĞI VE SELEFİLİK

Ama Vahhabilik, hakim olduğu Suudi Arabistan dahil etkili olduğu her yerde din, mezhep ve tarikat savaşlarından başka bir sonuca yol açmadı. Anadolu gibi eskiden beri her dinden ve her inançtan insanların yaşadığı bir yerde, içerde kanlı iç savaşlardan başka bir sonuca yol açması düşünülemez.

           Bu gerçeği bundan tam 300 yıl önce Şam uleması gördü ve tavrını net olarak ortaya koydu.

           İslamiyetin Selefi yorumunu benimsemiş olan AKP iktidarının ise Osmanlı’nın 200 yıl önce göstermiş olduğu yaklaşımın da gerisine düşerek, Türk Milletinin hiçbir zaman kabul edemeyeceği Selefilere kapıları açmaları, devlet olanaklarını bunlara peşkeş çekmeleri ise sadece ve sadece Türkiye’nin başına büyük badireler açmaktan başka sonuç vermeyecektir.

           Seleficilik, Vahhabilik Anadolu toprağında barınamaz. Onlara dayanarak Türkiye’de iktidarlarını sürdüreceklerini sananlar ise ne kadar yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardır.