Tayyip Erdoğan 7 Ekim günü İstanbul’da bulunan Şahkulu Sultan Dergâhını ziyaret etti ve Cemevleriyle ilgili olarak yapmayı düşündükleri tedbirleri açıkladı. Buna göre Türkiye’de halihazırda bulunan 1586 Cemevi, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak, “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevleri Daire Başkanlığı” bünyesine alınacak ve talep eden Alevi dedeleri maaşa bağlanacak.
Abdülkadir Selvi, Hürriyet gazetesinde yazdığı yazıda ise Alevi dedelerinin yanısıra, her cemevinde diğer hizmetleri gören birer görevlinin de maaşa bağlanacağını açıkladı.
Buradan hareketle AKP’nin, Alevi yurttaşların inançlarından kaynaklı olarak bugüne kadar süren ayrımcı politikalarından vazgeçtiğini söyleyebilir miyiz?
LAİKLİK NEDİR?
Vatandaşlar, inandıkları dinin ibadetlerini özgürce yapmalıdırlar. Laik devlet, bu anlamda yurttaşlarının ibadetlerini özgürce yapmalarını güvence altına almaktan sorumludur. Ama o dini hizmetin yapılması için gerekli olan harcamaları karşılamak devletin görevi olamaz.
Nitekim İslam dünyası 14 yüzyıl boyunca din hizmetlerini bu şekilde yerine getirdi. Ve 20. yüzyıla kadar hiçbir İslam ülkesinde din adamları devletten maaş almadı.
Alevilerde de din hizmetlerini yerine getiren dedeler, bugüne kadar devletten bir kuruş para almadan görevlerini yaptılar. Bütün Alevi dedelerinin aynı zamanda bir meslekleri vardır. Çiftçidirler, işçidirler, esnaftırlar veya başka bir meslek mensubudurlar. Tıpkı 1950 yılına kadar değişik Sünni mezheplere mensup İmamların da olduğu gibi…
ASIL AMAÇ BAŞKA
Fakat Alevi dedelerinin şimdi maaşa bağlanmak istenmesinin asıl amacı başkadır. 70 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de, Cumhuriyet Devrimimizin laiklik ilkesinden adım adım uzaklaşılmasının sonunda, bugün büyük bir “ruhban sınıfı” oluşmuş durumdadır.
Ruhban sınıfı ile kastettiğimiz; ekmeğini dinden kazanan, dinin gerektirdiği ibadet işini yapmak dışında bir işi olmayan ve halkın dini inançlarını tekellerine alarak bu durumu toplumun diğer kesimleri üzerinde bir baskı aracı olarak kullanan bir toplumsal kesimin oluşmasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde istihdam edilen 150 bine yakın personel, Türkiye’de ekmeğini dinden kazanan kesimin sadece küçük bir parçasıdır. Artık fiilen yasal duruma gelmiş olan tarikat ve cemaatlerin istihdam ettiği yüzbinler, bu tarikat ve cemaatlerin devletin yönetim kademelerine yerleşmelerinin sonucu olarak ülke kaynaklarının buralara akıtılması ve böylece ekmeğini dinden kazanan büyük bir kesimin ortaya çıkması…
Sonuç olarak ülkede üretim faaliyeti içinde hiç yer alamayan ve bütün yaptıkları her inanan yurttaşın her gün yaptığı ibadeti yapmaktan ibaret olan ve bunun karşılığında para alan bir kesim oluşmuş durumdadır. Ve üstelik bu şekilde ekmeğini dinden kazanan bu toplumsal kesimin; bir kez ortaya çıktıktan sonra kendisinin ne kadar gerekli ve vazgeçilmez olduğunu kanıtlamak için gerçekte halkın dini inancıyla hiçbir ilgisi olmayan yeni dini ritüeller, yeni “hizmetler” vb icat etme çabası içine girdiği de sadece Türkiye’de değil, böyle bir sınıfın ortaya çıktığı dünyanın her ülkesinde yaşanan bir gerçekliktir.
Genellikle bütün dinlerde halkın konuştuğu dilden farklı olarak sadece din adamlarının, ibadetlerde kullandığı bir “din dili”nin ortaya çıkması da, ruhban sınıfının kendilerinin neden gerekli olduklarını halka kabul ettirme ihtiyacından kaynaklanır.
Böyle bir durumun, şimdi artık ağır bir ekonomik krizin pençesine düşmüş olan yurttaşlar içinde huzursuzluğa yol açmaması düşünülemez. İşte Alevi dedelerini maaşa bağlama hamlesi, son 70 yılın uygulamalarıyla ortaya çıkmış olan “ruhban sınıfının” ülke ekonomisi üzerinde oluşturduğu ağır yüke karşı oluşacak tepkileri önlemeye yöneliktir. Sayısı hiçbir zaman birkaç bini geçmeyecek Alevi dedesine verilecek maaş, sayısı yüzbinlerle ifade edilecek din adamına verilen parayı ve din hizmetleri için ayrılan devasa kaynakları perdelemek için kullanılacak.
SEÇİM YATIRIMI
AKP’nin söz konusu Alevi açılımından elde etmeyi umduğu bir de kısa vadeli bir çıkarı bulunmaktadır. En yetkili ağızlarından cem evlerine “cümbüş evi” diyen, devletin yönetim kademelerinden dışladığı, son 20 yıllık iktidarında işe alımlar öncesinde yapılan mülakatlarda sık sık “Alevi misin” sorusu ile karşılaşan bir toplum kesimine tam da seçimler öncesinde gösterilen bu ilgi “masum” değildir.
AKP zor durumdadır. Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi, ülkenin altına yerleştirilmiş saatli sığınmacı bombası, laik Cumhuriyete düşmanlık, Milleti barış ve birlik içinde tutan toplumsal dokunun bozulmuş olması, İhvancı dış politikanın ülkeye kaybettirdikleri vb; bütün bunlar kamuoyu yoklamalarından da görüleceği üzere AKP’yi zor durumda bırakmıştır.
İktidar Partisi, siyasi amaçları uğruna dini kullanma politikasını şimdi “Alevi açılımı” ile bir adım daha ileri götürerek bu kayıplarını telafi etmeye çalışıyor.
Kısacası AKP’nin Alevi açılımı ne açıdan ele alınırsa alınsın, Alevi yurttaşların da, Türkiye’nin de yararına olan bir girişim değildir.