Bir toplumda ortak menfaatleri olan sınıf ve katmanlar; sorunlarının çözümü için bir araya gelmek (İttifak – Cephe) zorunluluğu duyarlar. Çünkü alt etmek zorunda oldukları güç, o ittifak bileşenlerinin her birisinin kendi, özgücüyle alt edemeyecekleri bir güçtür. Onun için “İttifak” bir zorunluluktur.
Koşullara göre ittifakın kapsamı genişler veya daralır. Örneğin bir ülkenin emperyalist işgal koşullarında ihtiyacı olan ittifak ile işgalin söz konusu olmadığı durumlardaki ittifakın kapsamı doğal olarak farklıdır.
Türkiye’de 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’nde hemen hemen toplumun bütün kesimlerinin temsilcileri vardı. Ama 1923 sonrasının Meclis’i gene tekdüze değildi ama o savaş yıllarının geniş kapsamlılığı da yoktu. 1920 Meclisi’nde temel görev emperyalizme karşı savaşmak ve ülkenin bağımsızlığını elde etmekti. 1923 sonrasının temel görevi ise ülkenin bağımsızlığını korumanın yanısıra, Ortaçağ’a karşı mücadele ederek demokratik bir Cumhuriyet inşa etmekti. Daha da basitleştirerek söyleyecek olursak, 1920 meclisinde bazı “şeyhler ve dervişler” de vardı, ama 1925 sonrasının Meclisi artık; “Türkiye, şeyhler ve dervişler… ülkesi olamaz” diyordu.
Bu basit tarihi hatırlatmalardan sonra bugünün Türkiye’sinin ihtiyacı olan “İttifak”ın nasıl olması gerektiği üzerine konuşabiliriz. Ama bunun için öncelikle 2020 Türkiye’sinin “maddesine” bakmamız gerekiyor:
Bugünün Türkiye’si öncelikle; 70 yıldır Atlantik ittifakının içinde olduğu ve 60 yıldır da AB kapısına bağlandığı için emperyalizme bağımlı bir ülkedir. Emperyalizme bağımlılık son otuz yıl içinde özelleştirmelerle milli ekonominin tasfiye edilmesine yol açmıştır. Geldiğimiz nokta, sistem içinde hiçbir iktidarın yönetemediği-yönetemeyeceği bir Türkiye’dir.
Emperyalist tehdit son on yılların gelişmesi içinde askeri bir boyut da kazanmıştır. Türkiye, bir yandan emperyalizm destekli terör örgütleriyle içerden, diğer yandan doğrudan doğruya ABD’nin gerçekleştirdiği askeri yığınak ile dışardan tehdit edilmektedir. Tehdit sadece emekçi kitleleri değil, toplumun bütün kesimlerini ilgilendiriyor.
İkinci olarak yaklaşık 100 yıldır Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerden farklı kılan Kemalist Devrimin laiklik ilkesinin fiiliyatta işlemez hale getirilmesiyle, toplumumuzu barış içinde bir arada tutan çimentonun ortadan kaldırılmasının yarattığı tehlikedir. Türkiye bugün bir tarikatlar koalisyonu tarafından yönetiliyor. İktidar katlarına hakim olan Selefi-Vahabi anlayış, sadece Alevi yurttaşları değil, laik Cumhuriyet taraftarı büyük kitle açısından hayati bir tehdit anlamına geliyor.
Üçüncü olarak, 10 yıl içinde Türkiye nüfusunun yüzde 10’u kadar bir “sığınmacı” kitlesinin Türkiye’ye yığılması, ABD planları uyarınca Türkiye’nin altına yerleştirilmiş bir saatli bombadır. Bütün yurttaşların can ve mal güvenliği tehdit altındadır.
Dördüncü olarak AKP iktidarının iktidarını sürdürmenin yöntemi olarak benimsediği, toplumun yarısını diğer yarına düşman ederek, toplumda kutuplaşmayı derinleştirme politikası, 20 yılın sonunda barış içinde bir arada yaşama kültürünü dinamitlemiştir. En küçük anlaşmazlıkların bile ölümle sonuçlanan kavgalara yol açması vakay-ı adiyeden olmuştur. Hiçbir toplum bu şekilde yaşamını sürdüremez.
Listeyi uzatabiliriz. Bütün bunların ortaya koyduğu sonuç; toplumumuzun siyasi görüşü, partisi ne olursa olsun çok önemli bir kesiminin bir araya gelmesinin koşullarının olgunlaştığıdır.
YENİDEN ATATÜRK’ÜN YOLUNA GİRMEK!
Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyet Devrimimizin üzerinden yüzyıl geçti. Ama ne yazık ki Türkiye’nin önündeki temel sorunlar değişmedi. Hala yüzyıl öncesinde olduğu gibi Emperyalizm ve Ortaçağ’la mücadele ediyoruz.
Gerçi yüzyıl öncesinin köylü toplumu yok. Artık Türkiye nüfusunun yüzde 80’i şehirlerde yaşıyor. Ama özellikle üst yapı alanında Ortaçağ’a doğru büyük bir geriye gidişin olduğu büyük bir gerçektir. Bundan 50 – 60 yıl öncesine kadar yeraltına çekilmiş olan ve etkileri önemli ölçüde sınırlanmış olan tarikat ve cemaatler, 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı darbelerinin açtığı yoldan ilerlediler ve şimdi artık iktidardalar.
Onun için Türkiye’nin önündeki sorun yüzyıl önce olduğu gibi tam bağımsız ve demokratik bir ülke olmaktır. Ve sistem içinde bir çözümün olmadığı bugünlerde, bu hedefe ulaşmak artık toplumumuzun çok önemli kesiminin ortak talebi haline gelmiştir.
ORTAK DEĞER, ORTAK HEDEF
Bu koşullar içinde Türkiye’nin ihtiyacı olan İttifakı, belki de en iyi ifade edecek tanım “Kemalist–Sosyalist İttifakı”dır. Kemalist Devrim; emperyalizme karşı verilen tarihin ilk Milli Kurtuluş Savaşı ve İslam dünyasında Ortaçağ’a karşı başarılmış ve örneği olmayan Cumhuriyet Devrimlerini kapsayan tarihimizin en büyük devrimci eylemini ifade ediyor. Mustafa Kemal Atatürk, bu büyük devrimci eylemin lideri olarak bugün Türk Milletinin ezici çoğunluğunun ortak değeridir. Onun için “Kemalist” tanımlaması içine milletin büyük bir bölümü girer.
Öte yandan Sosyalizm ve toplumumuzun Sosyalizme olan yönelişi konusunda şunlar söylenebilir: Kapitalizmin sistem olarak çöktüğü, insanlığın kapitalizmin neo liberal uygulamalarıyla gidecek bir yolunun kalmadığı, tam tersine sosyalizmi uygulayan ülkelerin bugün büyük bir canlılık içinde yoluna devam ettiği koşullarda toplumumuzda sosyalizme olan yönelimin de güçlendiği bir gerçektir. Çeşitli kamuoyu yoklamalarında Türkiye’de kendisini sosyalist olarak tanımlayan yurttaşların oranının yüzde beşlere varan bir oranda çıkması da küçümsenmeyecek bir kuvveti ifade etmektedir.
Kaldı ki Kemalist Devrimcilik ve Sosyalizm arasında uçurumların olmadığı bir yana, bu iki kavram arasına rahatlıkla eşit işareti konabileceği de unutulmaması gereken bir başka gerçektir. Hayatının çeşitli dönemlerinde, kendi yaptıklarının bir çeşit “Türkiye’ye özgü sosyalizm” olduğunu söyleyen Mustafa Kemal’in pratiği ortadayken ve Türkiye sosyalistlerinin bir bütün olarak Mustafa Kemal’i yeniden keşfettikleri ve öneminin farkına vardıkları koşullarda, bir kişinin kendini Kemalist Devrimci ya da Sosyalist olarak tanımlaması arasında bir fark yoktur.
Onun için bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan İttifakı en iyi ifade edecek siyasal tanım “Kemalist-Sosyalist ittifakı” olacaktır.