1. Öncelikle şu gerçeği belirlemek gerekiyor. Türkiye’de, 6 Şubat günü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde, dokuz saat arayla ülkemizin son yüzyıl içindeki en şiddetli depremleri gerçekleşti. Diyarbakır’dan Adana’ya ve Suriye’nin kuzeyine kadar uzanan çok geniş bölgede Depremin yıkıcı etkileri görüldü. Açıklanan resmi rakamlara göre yitirdiğimiz insan sayısı, dün gece itibariyle 25 bine yaklaştı ve hala enkaz altında olanlar var.
2. Türk Milleti büyük bir Millet olduğunu bu büyük felaket karşısındaki duruşu ile bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin dört bir yanından insanlarımız depremzedelere yardım elini uzatmak için seferber oldular. Bırakın deprem bölgesi dışındaki il, ilçe belediyeleri ve çeşitli kuruluşların yiyecek, giyecek, ilaç vb için seferber olmasını, deprem bölgesine giden araçlar arasında sık sık “… İli …. Köyü Yardım Aracı” yazılı arabalar görmemiz sık rastlanılan bir görüntü oldu. Türk Milleti Kars’tan Edirne’ye Ardahan’dan Muğla’ya, Şırnak’tan İzmir’e kadar tek yürek olarak seferber oldu.
En sağdan en sola siyasi görüşü ne olursa olsun bütün yurttaşlar ve örgütler yardım için harekete geçti.
3. Bununla birlikte depremin şiddetini artıran iki önemli etkeni ve bu etkenlere bağlı olarak yaşanan gelişmeleri de belirlemek gerekiyor: Birincisi İktidarın, Depremin gerçekleşmesinin üzerinden ancak 34 saat geçtikten sonra Olağanüstü Hal ilan etmesi ve Ordu’yu göreve çağırmasıdır. Böylece çok sayıda enkaza, Depremin üçüncü gününden sonra ancak müdahale edilebildi. Hava sıcaklığının sıfırın altında olduğu, bir çok ilde kar yağışının sürdüğü koşullarda enkaz altındaki insanlara müdahale için ilk bir-iki gün özellikle çok önemliydi. İktidarın ilk iki gün gereken müdahaleyi yapmaması yüzlerce ve hatta binlerce yurttaşın hayatına mal oldu.
4. AKP iktidarının 2012 yılında EMASYA protokolünü yürürlükten kaldırmasının sonuçlarını Türkiye, Pazarcık – Elbistan depreminde yaşadı. EMASYA (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma) Protokolü özetle, bir doğal afet durumunda askeri birliklerin yukarıdan emir beklemeden protokol gereğince belirlenmiş sorumluluk sahasında halkın yardımına koşmasını öngörüyordu. Bütün Türkiye’de köy köy, mahalle mahalle hangi birlik ilgilenecek, bütün bunlar protokolde belirlenmişti. Nitekim geçmiş doğal afetlerde bu protokolün gereği yapıldı ve çok olumlu sonuçlar alındı.
Ama bu depremde ise gerçek anlamda harekete ancak, 34 saat sonra Cumhurbaşkanının OHAL ilan edildiğini duyurduğu açıklamasından sonra geçilebildi. Hayati önemde iki gün kaybedildi.
5. Depremin olumsuz etkisini artıran ikinci önemli etken artık bir milli güvenlik sorunu haline geldiği iyice ortaya çıkmış olan sığınmacıların neden olduğu durumlardır. Hatay – Gaziantep gibi sığınmacıların yoğun olarak bulunduğu illerde yağmacılık, yol keserek yardım araçlarına el koyma gibi durumlar oldukça sıkça yaşandı. Güvenlik güçlerinin müdahale ettiği çok sayıda olayın görüntüleri sosyal medyada dolaşıyor. Sığınmacılardan en azından bir bölümünün bu felakete, dayanışma ile aşılabilecek bir olay olarak değil, kişisel çıkar elde edebilecekleri bir fırsat olarak baktığı ortaya çıktı. Çünkü, bu vatana ve bu millete yabancıdırlar. Tasada ve kederde Türk Milleti ile birlikte olmak gibi bir dertleri, bir bilinçleri yoktur.
6. Türkiye Deprem kuşağında olan bir ülke ve bugüne kadar çok sayıda doğal afet yaşadı. Fakat bugüne kadar hiçbir depremin ya da doğal afetin ardından yağmalama olaylarının yaşandığına dair bir haberi hiç kimse duymamıştır, çünkü olmadı. Ama bu sefer çok sayıda yağmalama olaylarının yaşandığı bir gerçektir. Görüntüler, tv’lerde ve sosyal medyada oldukça yoğun bir şekilde dolaşıyor. Bu yağmalama olaylarını sadece sığınmacılara yüklemek de işin kolayına kaçmak olur ve gerçeği tam olarak yansıtmaz. Gerçek, 20 yıllık AKP iktidarı döneminde milletimizi bir arada tutan dayanışma duygularının ve bilincinin önemli ölçüde tahrip edilmiş olmasıdır.
7. Gaziantep’te yıkılan binalar yerleşime yeni açılan İbrahimli semtinde. Adana’da, Malatya’da, Hatay’da yıkılan binaların çoğunluğu son yıllarda yapılan binalar. Adıyaman’ın Besni ilçesinde çökmüş binalar da son yıllarda yapılmış. Yapı denetimini özelleştiren iktidar, imar ve oturum iznini veren resmi kurumlar bu yıkımlardan doğrudan sorumludur. Hiç kimse sorumluluğu müteahitlere yükleyerek kendini kurtaramaz. Müteahitler. sorumlular zincirinin son halkasıdırlar.
8. Ve son olarak da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Depremin üçüncü günü Hatay’da yaptığı konuşma üzerine birkaç söz söylemek gerekiyor: Erdoğan’ın, kendilerini eleştirenler için kullandığı “alçaklar”, “namussuzlar”, “şerefsizler” ifadeleri ve “onların hepsini bir deftere yazdık ve günü geldiğinde o defterleri açacağız” demesi, bugün Türkiye’yi yönetme makamlarında olanların kendilerinden olmayanlara bakışını gösteriyor.
Bu bakış açısıyla milleti bir arada tutmak mümkün değildir. Bu bakış açısı, milletin bir kısmını diğer kısmına düşman ederek iktidarını sürdürme kaygısının sonucudur. Devleti yönetme makamında olanların bu bakış açısı, milleti bir arada tutan bağları tahrip eder. Ve işte o zaman, yağmalama, şiddet, kamu malını istediği gibi kullanma ve liyakatsiz kişilerin devlet kademelerine doldurulması olağan hale gelir.
Ve bu durumun yol açacağı “depremin” şiddeti, hiç kimsenin şüphesi olmasın, 11 ilimizi yıkan depremden daha şiddetli olur.
Pazarcık-Elbistan depremi, AKP’nin Türkiye’yi yönetme ehliyetine sahip olmadığını bir kez daha göstermiştir.