1950’li yıllar… Türkiye çok partili hayata yeni geçmiş… Demokrat Parti seçim kampanyalarında kitlelerin dinsel inancını – elbette bugünkü durumla kıyaslayamayız – seçim malzemesi olarak kullanmaya başlamış… Dinin siyasete alet edildiğini gören ve bu durumun aleyhlerine bir durum yarattığını düşünen bir kısım CHP yöneticileri Genel Başkan İsmet İnönü’ye; “Efendim, siz de konuşmanızda bir sefer ‘Allah’ derseniz iyi olur. Çünkü rakiplerimiz bizim dinsiz olduğumuz propagandasını da yapıyorlar.”
İnönü benzer yöndeki telkinleri o güne kadar hep reddetmiştir ve laik Cumhuriyete zarar verecek politikalardan kaçınmak gerektiğini anlatmıştır hep. Ama en sonunda bu konuda ısrarla önüne getirilen talepler üzerine bir gün “tamam” der “dediğinizi yapacağım”;
Ve sonrasında yaptıkları bir mitingde konuşmasını bitirdikten sonra toplanan kitleye el sallayarak “Allahaısmarladık” der, sonra da platformda, arkada kendisine eşlik eden Parti yöneticilerine dönerek “Oldu mu?” diye sorar…
Bu anekdot, Cumhuriyet kurucularının dini siyasete alet etme konusundaki hassasiyetlerini gösteren güzel bir örnektir.
İmamoğlu’nun performansı
Şimdi artık bu hassasiyetler kalmadı. İktidar Partisi, dini siyasete alet etmede sınır tanımıyor. İhtiyacın çok çok üzerinde açılan İmam Hatip Okullarının “arka bahçe” olarak kullanılması, Diyanet İşleri Başkanlığı ile cemaat ve tarikatlara, genel olarak “dini” alana,Türkiye’nin Milli Eğitiminden daha fazla kaynak aktarılması, “hayatını dinden kazanan” milyonların varlığı, Cumhurbaşkanı’nın zaman zaman cami hocası gibi çeşitli mekanlarda Arapça Kur’an okuması, vaaz vermesi vb. vb. bütün bunlar artık vakayı adiyeden olaylar haline gelmiştir.
CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da dini siyasete alet etmede Tayyip Erdoğanlardan geri kalmamakta kararlı görünüyor. Seçim kampanyası döneminde Eyüp Sultan Camii’nde kameralar önünde Yasin okumuştu.
21 Nisan günü Maltepe meydanında düzenlediği “İstanbul’a Yeni Bir Başlangıç Mitingi”nde ise olayı bir adım daha ileri taşıdı. İmamoğlu konuşmaya başlamadan önce kürsüye bir Hoca çıktı. Tam 10 dakika süren bir açılış duası, alanda toplanan onbinlerin “amin” nidaları eşliğinde naklen yayınla bütün Türkiye’ye dinletildi.
İmamoğlu, bir siyasi mücadele malzemesi olarak dini AKP’ye bırakmamak niyetiyle mi yoksa gerçekten inandığı için mi böyle hareket ediyor, tartışmalıdır.
Ama tartışma konusu olmayan konu şudur: Dini siyasi mücadele aracı yapan Parti’nin Atatürk’le bir ilgisi yoktur.
Atatürk’ün tavrı
Mustafa Kemal Paşa, Büyük zafer sonrası Ankara’ya gelir ve çoşkulu bir kitle tarafından karşılanır. Ardından Meclise gider. Meclis binasının girişinde bir Hoca kendisini durdurarak dua okumak ister. Atatürk Hocaya müdahale eder ve “Burası dua okuma yeri değil” diyerek yürür ve içeri girer.
Atatürk ve diğer Cumhuriyet kurucuları bu konuda son derece hassas davrandılar. Çünkü onlar, Şeriat kurallarının geçerli olduğu Osmanlı toplumunda, dini siyasete alet etmenin ne anlama geldiğini ve sonuçlarını yaşayarak görmüşlerdi.
Nitekim Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ne Atatürk’ün ne de diğer Cumhuriyet kurucularının söylemlerinde ve eylemlerinde dinsel hiçbir vurgu yoktur. Çünkü kurdukları Cumhuriyet, “Laik-demokratik bir Cumhuriyetti” ve laik devlet, yurttaşlarının dini inancı konusunda herhangi beyanda bulunamazdı.
Çünkü laiklik demek, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması demektir. Laiklik aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğüdür. Yurttaşlar herhangi bir dine inanma veya inanmama özgürlüğüne sahiptir. Laik bir devlette yurttaşlar dinsel inançlarını açıklamaya zorlanamaz, belli bir inancın gereklerini yerine getirmeye veya getirememeye mecbur bırakılamaz.
Ama kamuda yetkili makamlarda bulunan şahıslar, ellerinde bulundurdukları kamu gücünü kullanarak belli bir inancın gerekleri doğrultusunda hareket ettikleri zaman, yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü hiçe saymış olurlar.
Örneğin İmamoğlu o gün Maltepe’deki onbinlerce insana, İslamiyet’in belli bir anlayışına uygun duayı Hocaya okuttu ve “amin” dedirterek bütün kitleye de onaylattı. Bu belli bir dinsel inancı, benimsesin ya da benimsemesin veya değişik din ve mezhebi inançları olan insanlara emrivakiyle onaylatmaktan başka bir anlama gelmez.
Dini siyasete malzeme yapmanın sonu
Dinin siyasete alet etmenin sonu yoktur. Bütün İslam ülkelerinin son yarım yüzyıllık tarihi istisnasız, ya gelişen dinciliği kontrol etmek ya da dincilikten yararlanmak isteyen yöneticilerin verdiği tavizlerin tarihidir.
Ama hiçbir ülkede verilen tavizler dinciliği durdurmamış, tam tersine verilen her tavizin ardından dincilik biraz daha gelişmiştir. Bu gelişmenin en son vardığı nokta, El Kaide, IŞİD, El Nursa, FIS, Boko Haram, Es Şebap türünden şiddeti esas mücadele biçimi olarak uygulayan terör örgütlerinin bütün İslam coğrafyasını kaplaması olmuştur.
Onlarca İslam ülkesinin son 40 yıl içinde yaşadığı pratik, kitleleri kontrol etmek için dinden yararlandıklarını düşünenlerin bu yönde attıkları her adımın dönüp kendilerini vurduğunu göstermiştir.
Bu gerçek AKP için de, AKP’ye karşı ancak bu şekilde mücadele edersem başarılı olabilirim diyen muhalefet içinde geçerlidir.