Öncelikle şunu saptayalım: 6 Mayıs günü Ankara’da YSK tarafından açıklanan karar, gerçekte bir AKP kararıdır, iktidarın kararıdır.
YSK’nın Başkan dahil dört üyesi hukukun üstünlüğü doğrultusunda oy kullandı. Diğer yedi üye ise iktidarın talebi doğrultusunda…
Son günlerde bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, önceki günlerdeki tavrının aksine “Seçimin mutlaka iptal edilmesi gerektiği” yönündeki açıklamaları, Devlet Bahçeli’nin ise ilk günden beri “İstanbul seçiminin iptal edilmesi beka sorunudur” şeklindeki konuşmaları, en sonunda İstanbul seçiminin iptal edilmesiyle sonuçlanmış bulunuyor.
Derinleşen kriz
“Bağıra bağıra gelen kriz” mi demek gerekir yoksa “Bağıra bağıra derinleşen kriz” mi demek daha doğru… İkisi de söylenebilir.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in de söylediği gibi, “İktidar ekonomik krizin üzerine bir de 18 yıllık iktidarının sonunda bir seçimi bile yapamadığı gerçeğini eklemiş oldu.”
Yani şimdi ekonomik krizin üzerine bir de siyasi kriz binmiş durumdadır.
Bütün gelişmeler Türkiye’nin hemen her alanda çok daha büyük sorunlara doğru hızla yol aldığını gösteriyor. YSK’nın kararı ile birlikte Dolar yukarı doğru fırladı. Ekonomik krizin daha da derinleşeceği zaten bekleniyordu. Şimdi 46 gün sürecek yeni bir seçim ekonomisi, yangına benzin dökmek anlamına gelecek.
31 Mart seçimleri AKP’nin Türkiye’yi tek başına yönetemediğini gösterdi. Bu gerçek Cumhurbaşkanı tarafından “Kızgın demiri soğutmak gerekir”, ve “81 milyonu birleştirecek Türkiye ittifakı gerekli” sözleriyle dile getirildi. Bütün bunlar üzerine şimdi İstanbul gibi nüfus olarak Türkiye’nin beşte biri; ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak daha fazlası olan bir şehirde yeniden seçime gitmek, “Türkiye İttifakı”nı dinamitlemekten başka anlama gelmez.
Ne zamandır milli güvenlik açısından Türkiye’ye yönelik asıl tehdidin Akdeniz’in doğusundan geldiğini söyleyip duruyoruz. Son iki gün içinde çok önemli iki gelişme yaşandı: Birincisi Beyaz Saray sözcüsü, ABD’nin Müslüman Kardeşleri terör örgütü olarak ilan etmeye hazırlandığını duyurdu.
Mısır, bilindiği üzere Doğu Akdeniz’de, AKP’nin izlediği Sisi düşmanı politikanın sonucunda ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte hareket etti. ABD şimdi Müslüman Kardeşler konusunda atacağı adım ile bu birliği pekiştirmek istiyor. Çünkü Türkiye’ye karşı harekete geçecek, cephe gerisinin sağlam olması lazım.
İkinci önemli gelişme ise tam da İstanbul’da yeni seçim kararının alındığı gün, bir Atina Mahkemesinin Akdeniz’de sondaj çalışması yapan Türk gemisinin mürettebatı hakkında tutuklama kararı vermesi oldu. Bu haber basında yer aldı.
Yani Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yöneltilen savaş tahdidi şimdi çok daha somutlaşmış durumdadır.
ABD, Fırat’ın doğusunda PKK’ya kurdurmak istediği İkinci İsrail’e tahkimatını sürdürüyor. İdlib ise patlamaya her geçen gün daha yaklaşan bir volkan görünümünde.
Kısacası nereden bakılırsa bakılsın Türkiye ağırlaşan sorunlarla karşı karşıya. İşte bu koşullarda İktidar, içerde Milleti, daha fazla kutuplaştıracak bir seçime gitme kararı aldı.
Öcalan’ı devreye sokmak
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Abdullah Öcalan’ın avukatları, 2015 yılından bu yana dört yılın ardından ilk defa İmralı’ya gittiler. Bir gün sonra Öcalan’ın avukatlarına verdiği mektup basında yer aldı.
Öcalan mektubunda “2013 Nevroz mutabakatına dönülmesinden” söz ediyor. Zamanlama önemli. İmralı’ya avukatları gönderen ve o mektuba “2013 Nevroz mutabakatı” ibaresini koyan inisiyatif kime ait olursa olsun, bu girişimin Cumhurbaşkanı’nın onayı olmadan yapıldığı düşünülemez.
Bu girişimle İstanbul seçimlerinde HDP seçmeninin oyunun alınması mı düşünülüyor? Bu şekilde düşünenlerin, Türkiye’nin son dört yılını hiç anlamadıkları görülüyor.
AKP, eğer 2015 Haziran seçimlerinden sonra Kasım seçimlerini kazandıysa ve dört yıldır hala iktidardaysa bunun tek nedeni PKK ve FETÖ’ye karşı verilen mücadeledir.
Bu konudaki bir yalpalamanın AKP iktidarının sonu olacağını herkesin bilmesi gerekir.
18 yıllık iktidar kime ait?
Seçimde hile yapıldığından en son bahsedecek olan İktidar Partisi’dir. AKP, seçim kurullarının hatalı oluşturulduğundan söz ediyor. Kamu görevlisi olmayanların sandık başkanı yapıldığını söylüyor. Kısıtlıların oy kullandığını, hatta ölülere bile oy kullandırıldığını açıklıyor vb. vb.
Elbette bu durumda sorarlar adama: 18 yıldır Türkiye’yi yöneten kim? O sandık kurullarının o şekilde oluşturulmasından kim sorumlu? Ve sorarlar adama: 10 milyon seçmen içinden oy kullanan “kısıtlı ve ölüleri” bu kadar çabuk nasıl tespit ettin?
Daha bir yıl önce aynı usullerle ve aynı yasalarla Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı, milletvekilleri seçimleri yapıldı. O zaman neden sesiniz çıkmadı? Tam tersine “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dediniz!
Ondan bir sene önce de gene aynı seçim yasası ve usulleri ile Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu yapıldı.
Şimdi Büyükşehir Belediye Başkanlığını iptal ediyorsunuz ama aynı oy zarfından çıkan ilçe belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyeliklerini kabul ediyorsunuz.
Nereden bakarsanız bakın İktidar açısından izahı mümkün olmayan bir keyfilik ile karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Bütün bu sorular ve daha fazlasını İstanbul’daki bütün yurttaşlarımız kendilerine soracaklardır ve sormaktadırlar da! 23 Haziran’da AKP’nin umduğunun tam tersi ile sonuç ile karşılaşacağı kesindir.
Öyle görünüyor ki tarihsel bir gerçekliğin bir kez daha doğrulandığını göreceğiz: Çöküşe doğru giden bir varlık önce aklını kaybediyor.
Çatal Çıkmaz ve Mustafa İlker Yücel
Önemli olan halkımızın önüne bir seçenek koyma durumunda olan vatanseverlerin ne yapacağıdır. 31 Mart seçimlerinde, kendilerini “Cumhur” ve “Millet İttifakı” olarak tanımlayan oluşumların, programları itibariyle Türkiye açısından “çatal çıkmaz” olduğunu söyledik. Gelişmeler bu tespiti doğruladı.
Seçime sadece, Cumhur ve Millet ittifaklarının adayları değil, bir de, “Yedi Tepeli İstanbul’a Yedi Renk” programıyla katılan Vatan Partisi adayı Mustafa İlker Yücel vardı. Gelişmelere bir de iyi yanından bakmakta yarar var.
Şimdi İstanbul’da yaşayan yurttaşlarımızın önüne, içine yuvarlandığımız derin krize bir cevap üretme şansı gelmiş bulunuyor.