(Dördüncü Dönem devam)
“En büyük felaket”
Dünya ekonomisinde yaşanan bu tarihsel değişimin ve Müslüman ülkelerdeki iktidar pratiklerinin; Siyasal İslamcı hareketin durumuna yansıması kaçınılmazdı. Yüzyıl içinde emperyalizm ile Siyasal İslamcılık arasındaki kader birliği bir vakıadır. Emperyalizm kaybettiği zaman Siyasal İslamcılar da kaybetmiş, emperyalizm kazandığı zaman da kazanmışlardır. Şimdi emperyalizm kaybediyor, ekonomik, siyasi ve askeri veriler tartışmasız bir şekilde bu gerçeği ortaya koyuyor. Siyasal İslamcılar da kaybetmektedirler.
Elbette bu başlık altında da en başta, dünya dengelerinde meydana gelen büyük değişimi anmalıyız. Değişim sadece ekonomik alanda olmadı. Siyasi, askeri, kültürel akla gelebilecek her alanda bir eksen kayması yaşanıyor. 1975 sonrasında gerçekleşen değişmenin tam tersi oldu bu sefer. ABD ideolojik, ekonomik ve askeri alanlarda inisiyatifi kaybetti.
Brzezinski, 1990’ların sonunda, “ABD için en büyük felaket Çin, Rusya ve İran’ın birlikte hareket etmesi olacaktır” diyordu. Çok daha fazlası gerçekleşti. Üçlüye, Türkiye de eklenmiş durumda. Ayrıca Şanghay İşbirliği Örgütü, Pakistan ve Hindistan’ın katılımının ardından neredeyse bütün Asya’yı birleştirmiş durumda.
BRICS’le ve yeniden aktif hale gelen bölgesel birlikler ile birlikte yeni bir dünya şekilleniyor.
Astana süreci ile birlikte ABD, Türkiye’yi ve Batı Asya’da inisiyatifi kaybetti. Türkiye, bugünkü dünya dengeleri içinde kilit önemde olan bir ülkedir. Doğu – Batı dengesi içinde Türkiye’yi kazanan taraf, kesinlikle tartışmasız bir avantaj ele geçirmiş olur. ABD’nin son yıllarda Türkiye üzerine operasyon üzerine operasyon yapmasının nedeni budur. Ama artık çok geç. Türkiye, Avrasya’daki yerini alıyor.
Bütün bu gelişmelerin özeti Siyasal İslamcıların en büyük hamisinin artık sahneden çekilmeye başladığıdır. Bu önemli gelişmenin Siyasal İslamcılar açısından sonuçlarını ise özetle şöyle belirtebiliriz.
- Siyasal İslamcıların Afganistan’dan sonraki ilk iktidarı ele geçirme hamlesi, Cezayir’de 1992 yılında yapılan seçimlerin ardından geldi. 10 yıl süren iç savaş en az 150 bin kişinin hayatına mal oldu. Ama en sonunda Cezayir Ordusu İslamcı terör örgütlerini ezdi.
- Tunus’ta Siyasal İslamcı iktidar ancak iki yıl dayanabildi.
- Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı bir yılın ardından devrildi.
- Libya’da İslamcılar açısından hiçbir başarı yok. Kaos, parçalanmışlık ve şiddet ortamında ülke, cehenneme döndü.
- İktidarda ve muhalefette İslamcıların hakim olduğu 40 yılın ardından Afganistan “Taş devrine” döndü ve tek varlığı eroin olan bir ülke haline geldi.
- Irak’ta ABD işgalinin ardından hazırlanan Anayasa’ya göre, ülke etnik ve dini farklılıklar temelinde bölündü. Şeriat esas alındı. Ama geldiğimiz aşamada Irak; Türkiye, İran ve Suriye ile birliktedir.
- ABD’nin İslamcı örgütleri kullanarak Kafkasya’da yürüttüğü faaliyet başarısızlığa uğradı. Çeçenistan’da Vahhabi – Cihadçı teröristler ezildi ve temizlendi. Rusya Federasyonu içindeki Müslüman-Türk Özerk Cumhuriyetlerinde ve Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal İslamcılar etkisiz hale getirildiler.
- Pakistan dinci örgütlerin en fazla faaliyet gösterdiği ülkelerden biri oldu. Ama bugünkü Pakistan yönetimi Şanghay İşbirliği Örgütü’nü tercih etti. Hindistan’la ilişkilerini düzeltti.
- İran, anti-emperyalist tavrı nedeniyle görünüşte hala İslamcı ama gerçekte ise günümüzün Siyasal İslamcılarından tamamen kopmuş, hatta onların karşısında konumlanmış durumda.
- Suriye’de Laik Baas iktidarı ve Suriye halkı, sekiz yıllık bir ölüm kalım savaşının ardından bugün zafere yürüyor.
- “IŞİD’in 2013 sonrasında Irak ve Suriye’deki faaliyeti, saldırıları ve intiharı ise gerçekte, Siyasal İslam’ın ABD ile birlikte yaşadığı büyük yenilginin resminden başka bir şey değildir.
- Siyasal İslamcılar iktidar oldukları hiçbir ülkede iç barışı sağlayamadılar, ekonomide dişe dokunur hiçbir çözümleri olmadı, toplumsal eşitlikleri gidermek bir yana daha da derinleştirdiler, yandaşlarını zengin yapmaktan başka bir iş yapamadılar. Eğitimde, sağlıkta, bilimsel gelişmede ve akla gelebilecek her alanda sözü edilmeye değer hiçbir adım atmadılar.
- Suudi yönetiminin Yemen’de saplandığı batağı da Siyasal İslam’ın bir başka yenilgisi olarak değerlendirmek yanlış olmaz.
- 2014 – 2018 yılları arasında Siyasal İslamcıların bu dünyaya getirdiği “cehennem”den kaçmak isterken Akdeniz’de boğulan 20 bine yakın Müslüman’ın kıyılara vuran cesetleri, Siyasal İslam’ın 1980 sonrasında ABD eliyle yaşadığı canlanmaya konulan noktadır.
- Türkiye, 2014 sonrasında ABD’nin Siyasal İslamcıları ile çatışmaya başladı.
Konumuz açısından FETÖ ile olan mücadeleden daha önemli olan gelişme şudur: “Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye o dünyadaki yerini alıyor.” 2014 yılına kadar ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve bu üçlünün sahaya sürdüğü kuvvetlerle birlikte olan Türkiye, 2014 sonrasında adım adım bu cepheden koptu. Türkiye şimdi bu cephenin karşısında Rusya, Çin, İran ve Irak’la birliktedir. Dahası Katar’ın ABD-İsrail-Suudi ittifakından kopuşunda önemli bir rol oynamıştır. ABD’nin Suudi Arabistan önderliğinde kurmaya çalıştığı Sünni Cephe ve İslam Ordusu, daha kurulmadan dağıldı. Türkiye ve Katar; Suudilerin yanında değil karşısındaki İran ile birlikte saf tuttular.
Özetin özeti
Müslüman ülkelerde, Milli Devletlerin kurulmaya başlanmasının üzerinden 100 yıl geçti. Bu yüzyıl içinde İslam Dünyası genel olarak, “Milli, Demokratik, Laik” diyebileceğimiz yönetimler de gördü; Türkiye, Mısır, Irak, Suriye, Cezayir vb gibi; Siyasal İslamcı olarak nitelediğimiz yönetimler de gördü – Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri, Sudan, Mursi’nin Mısır’ı vd. Arkada kalan yüzyıl içinde, İslam Dünyası’nda olumlu anlamda anılabilecek bütün gelişmeler, Laik-Demokratik yönetimler tarafından gerçekleştirildi. Siyasal İslamcıların yönetimleri ise sadece olumsuz icraatları ile anılıyorlar.
İslam Dünyası en radikal laiklik uygulamasını Kemalist Türkiye’de yaşadı. 1930’ların Türkiye’si, bırakın İslam Dünyasını, bütün dünyada gerçekleşmiş bir mucize örneğidir. Kapitalist-Emperyalist Dünya, 1929 krizinin getirdiği yıkım ile boğuşurken, Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği ile birlikte dünyadaki en hızlı büyümeyi gerçekleştiren ülke durumundaydı. 10 yıl gibi kısa bir süre içinde bütün temel sanayii kurmak, her bakımdan kendi kendine yeten bir ülke haline gelmek, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına gelindiğinde, en azından İtalya gibi bazı Avrupa ülkeleri ile aynı seviyeye ulaşmak, Avrupa ülkelerine uçak ihraç eden bir durumda olmak, büyük bir “Kültür Devrimi” gerçekleştirerek halk eğitimi seferberliği ile bugün Türkiye’yi, geri kalan bütün Müslüman ülkelerden farklı kılan Aydınlanmayı başarmak… Bütün bunların hepsi Laik Kemalist yönetim sayesinde oldu. Ve üstelik Türkiye bu büyük atılımı, tam 11 yıl süren, ülkenin yetişmiş insan gücü başta olmak üzere bütün kaynaklarının neredeyse yok edildiği koşullarda, deyim yerindeyse yoktan var etti.
20. yüzyılda Siyasal İslamcıların iktidar olduğu bütün ülkelerde ise istisnasız durum daha iyiydi. Hele Suudi Arabistan gibi ülkeleri düşünürsek deyim yerindeyse “Dünyanın zenginliği”nin üzerinde oturmaktaydılar. Buna rağmen olumlu anlamda başardıkları tek bir iş yoktur. Olumsuz alamda ise çok şey söylenebilir.
İşte Siyasal İslam’ı, siyaseten de iflasa götüren bu tablodur.