(Dördüncü dönem devam)
Ulusal Kanal’dan Lale Delidağ, İsmail Ağa Cemaatinin en önemli isimlerinden Cübbeli Ahmet Hoca ile bir röportaj yaptı. Özeti Aydınlık gazetesinde yayınlandı ve sosyal medyada bildik saldırılar, bu sefer de sözkonusu röportaj nedeniyle başladı.
Oysa önemli olan Cüppeli Hoca’nın söyledikleriydi ama kimse bunun üzerinde durmadı.
“Namazınızı kılıp kılmadığınız, inancınız bile Allah’la sizin aranızda… Her kesimle, ateist olsa da, imansız olsa da, vatanına hizmet ettiği noktada buluşabilir miyiz? Buluşuruz, buluşmalıyız… Bak ne diyorum, adam imansız da olsa, Allah’ı inkâr eden adam da olsa, vatanını seven, bölünmemek isteyen birisi ise biz onunla bir araya geliriz, gelmeliyiz.”
Cüppeli Hoca, Siyasal İslamcıların her zaman “boy hedefi” olmuş Atatürk ile ilgili olarak ise şunları söylemektedir: “Atatürkçü olsun, Kemalist olsun, ulusalcı olsun, vatansever olan, vatanın bölünmemesi için gayret eden herkesle; her yönde, her yolda buluşalım, burada birleşelim, bunu söylüyoruz. Atatürk bizim milli değerimiz olduğundan bunu tartışmaya açmayalım. Bu isteniyor, buna malzeme verirsek birlik bozulur.” (Aydınlık, 29 Haziran 2019)
Aynı röportajda Hoca, FETÖ’nün devlet içinde örgütlenmesinin sonuçlarına değindikten sonra, cemaatlerin devlet içinde örgütlenmesinin de yanlış olduğunu da söylemektedir. “Cemaatlerin devlet içinde örgütlenmesi yanlıştır” demek, bir “İslamcı” açısından iktidar iddiasından vazgeçmektir. Böylece Cüppeli Hoca, günümüz “Siyasal İslamı”nın varlık nedenine karşı esastan tavır alınmış olmaktadır.
Laiklik tarifi
Hasan El Benna’dan Seyyid Kutub’a ve Ebu’l ala el-Mevdudiye kadar 20. yüzyılın önde gelen bütün Siyasal İslamcıları; “din ile dünya”, “din ile devlet işlerinin” birbirinden asla ayrılmayacağını, Şeriatın; genel toplumsal ilişkilerden bireysel ilişkilere, ekonomiye, siyasete, felsefeye, hukuka ve inanca vb. dair bütün düzenlemeleri yapmış olduğunu söylediler. “Anayasamız Kur’an’dır” dediler.
Hasan El-Benna’nın öğrencilerinden ve 1990’lı yılların ortalarından 2002’e kadar Müslüman Kardeşler’in “Umumi Rehber”liğini (Genel Mürşid) yapmış olan Mustafa Meşhur bu konuda şöyle diyor: “İslam dini, bu bağlamda insanların dünya hayatı ile ilgili işlerini düzenleyen eksiksiz bir dindir. Ahret ilişkilerini düzenlediği gibi, Müslümanların ekonomik, sosyal, politik, yasal ve diğer işlerini de düzenler.” (Tek Yol Cihad, Ravza yayınları, 1.b. Mayıs 2016, s. 31)
Müslüman Kardeşler başta olmak üzere bütün Siyasal İslamcı örgütler bu anlayışı hayata geçirmek için mücadele ettiler ama 21. yüzyıl dünyasının gerçeklerine çarptılar. Şimdi ise durum tersine dönmüştür. Artık bu çevrelerde de, “İnancınız sizin ile Allah arasında” denilerek “Yeni bir İslam” tarifi yapılıyor.
Aslında bu tarif, insanlığın Ortaçağ ideolojisine karşı yüzyıllar boyunca verdiği mücadele sonunda vardığı yeri anlatıyor. Hıristiyan dünyasında Papalık, İslam dünyasında ise Halife Sultan, “Allahın yeryüzündeki gölgesi” ya da “temsilcisi” olarak ilahi düzeni kurmakla görevli oldukları iddiasındaydılar. “İlahi düzen”, din ve dünya işlerinin tümünü kapsıyordu. Dinin bu iddiasından vazgeçip, insanların vicdanındaki mütevazi köşesine çekilmesi, Avrupa’da Rönesans ve Reform süreçleri ile başlayan, 1648 İngiliz, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız devrimleri ile süren, 20. yüzyılda ise emperyalist gericiliğe karşı mücadele ile devam eden, sonuç olarak yüzyılları bulan bir mücadelenin sonunda gerçekleşti. Bu süreç bitmiş değildir, halen devam etmektedir.
Tarık Ramazan’ın tespitleri
Tarık Ramazan Oxford Üniversitesi Teoloji Fakültesinde İslam çalışmaları profesörü. Aynı zamanda Brüksel’de bulunan Avrupa Müslüman Ağı’nın başkanlığını yürüten Ramazan, Hassan El Benna’nın torunu ve İsviçre vatandaşı. Türkiye’de 2013 yılında yayınlanan “İslam ve Arap Uyanışı” kitabında tartıştığımız konu ile ilgili olarak kayda değer tespitler yapıyor.
Tarık Ramazan kitabında; ‘(İslamcı Partiler) muhalefetteyken (sosyal hizmetler, yoksullara sağlık ve eğitim yardımı yapmak şeklinde) halk seviyesinde bir varlık göstermiş olsalar da başa geçtikleri zaman kesinlikle başarısız oluyorlar’ diyor. Ramazan bu durumun ‘İslamcıların gerek çoğunluk olarak, gerekse azınlık olarak iktidarda yer aldıkları bütün örnekler için geçerli olduğunu’ söylüyor. (İslam ve Arap Uyanışı, Açılım k. 1.b. Mart 2013, s.139)
Tarık Ramazan, dedesi Hasan el Benna’nın ifade ettiği “Anayasamız Kuran’dır” sloganı ile ilgili olarak ise “(bunu) harfiyen uygulamak şöyle dursun anlamak bile olanaksız” diyor. (age. s. 172) ve günümüzde siyasal-sosyal sistemin nasıl olması gerektiğini şu sözlerle özetliyor: “Devletin kamu işleri yönetimindeki rolü, insanların tasarlayabileceği resmi (veya gayrı resmi) bir Anayasa çerçevesinde belirlenmeli.” Bu amaçla atılacak adımları ise şöyledir: “Eğitim, kadın ve erkeğin sosyal eşitliği (eşit haklar, eşit fırsatlar, eşit beceriler için eşit ödeme vb.) özgürlüklerin (din veya felsefe, ifade ve/ya eleştiri özgürlüğünün) korunmasıdır. Müslüman, gayrımüslim ve ateist ayrımı yapmadan bütün vatandaşlara bu haklar eşit olarak sağlanmalı, devlet; herkese eşit olarak verilmesi gereken insan haklarının yanı sıra ‘dinde zorlama yoktur’ ilkesiyle şekillenmeli…”
İslam dünyasında Selefi teorisyenlerin “Siyasal İslamı”ndan farklı olarak günün gereklerine uygun yeni anlayışların gerektiği sadece bazı düşünürler tarafından değil, önemli siyaset adamları tarafından da dile getirildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılında Mısır’a yaptığı ziyarette “laiklikten” bahsetmesi ve o zaman iktidar olmaya hazırlanan Müslüman Kardeşlere “laiklikten korkmayın” demesi buna örnektir.
Dünyanın yeni döneminde İslam
Sonuç olarak durum şudur: Gerek Türkiye’de gerekse dünyada Siyasal İslam kaybetti. Bu gerçek kendini İslamcılara da kabul ettiriyor. Ama öte yandan biliyoruz ki ideolojiler, onları var eden sosyo ekonomik koşullardan daha uzun ömürlüdür. Eski toplumun ideolojisi, siyasi görüşleri yeni toplum içinde de yaşamaya devam eder ama elbette değişen koşullara biraz da kendini uydurmaya çalışarak.
Batı dünyasında bugün artık kimse, “Tanrı’nın yeryüzündeki krallığını kurmak” programıyla ortaya çıkmıyor. Ama Hıristiyanlık, bugün de Batının toplumsal ve siyasal hayatı içinde bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Ama elbette daha kenarlarda, daha arka planda ve daha alçak bir profille.
Müslüman Dünyası bu durumda değil. Siyasal İslam, hâlâ iktidar peşinde koşan önemli bir aktör… Özellikle son kırk yıl içinde yaşanan canlanmayı ve bazı iktidar pratiklerini gördük. Ama artık yeni bir döneme giriyoruz. Siyasal İslam’ın bu süreç içinde yavaş yavaş söylemini değiştirdiğini, yeni duruma kendini adapte etmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Yeni dönemde IŞİD, El Kaide benzeri örgütler olmayacak, ama Türkiye’deki Ak Parti, Tunus’taki En Nahda benzeri İslamcı Partiler olacak ve onlar toplum içindeki farklı siyasi görüş ve örgütlenmelere saygı temelinde, kendilerine de bir alan açmak veya zaten var olan alanı korumak için çalışacaklardır.