Siyasal İslamcı hareketlerin dünya çapında gerilemeye başlaması ve hatta “çöküş dönemi”ne girmesinin nedenleri arasında bir çok etken sayılabilir. Ama hiç şüphe yok ki bu nedenler içinde, Siyasal İslam’ın kadın politikasının ve etkili oldukları her yerde, toplumun yarısını oluşturan kadınlar için hayatı “cehenneme” çevirmelerinin özel bir yeri vardır.
Kadınlar bu ülkelerde; ekonomik, siyasal, toplumsal hayattan adım adım dışlandılar ve evlere kapatıldılar. Toplumun yarısının hayatın dışına atılması, sözkonusu ülke veya ülkelerin gelişebilmesinin önünde başlıbaşına çok önemli engeldir. Mustafa Kemal bu gerçeği, ‘Bir ülkede toplumun yarsının zincirlerle toprağa bağlı olması durumunda ilerleme olmaz’ sözleriyle dile getirmiştir. Bugün de Suudi Arabistan ve şeriatla idare edilen diğer ülkeler bu bakımdan aydınlatıcı örneklerdir. Suudi devleti, bilindiği üzere Vahhabiliği benimseyerek, dolaysıyla Şeriatı esas alarak yola çıktı. Buna göre kadın, yaradılış itibariyle “ikinci sınıf insan”dır. Kadın ve erkek arasında “hak eşitliği”, bundan dolayı mümkün değildir ve “ilahi yasalara aykırı”dır.
Suudi devletinin kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçmiş bulunuyor. Geçtiğimiz aylarda Suudi kadınlarının araba kullanmalarına izin çıkması bütün dünyada haber oldu. Bugün kadının evlenebilmesi, velisi ve vasisinin iznine bağlıdır. Yabancılarla evlilik ancak İçişleri Bakanının izniyle olur. Gayrımüslimlerle evlenmeleri ise yasaktır. Vasilerinin izni olmadan bankada hesap açamazlar, pasaport veya kimlik belgesi alamazlar. Tek başlarına seyahat edemezler. Dışarı çıkarken çarşaf giymek mecburiyetindeler. Tedavi olurken hayat kurtarıcı işlemlerin yapılabilmesi bile ancak bir erkek yakınının yazılı imzası ile mümkün olabilir. Boşanma durumunda çocukların velayeti babaya verilir. Kadınlar ise erkek çocuklarının ancak yedi yaşına, kız çocuklarının ise dokuz yaşına kadar velayetini alabilir. Mahkemelerde iki kadının ifadesi bir erkeğin ifadesi değerindedir. Vb. vb. Suudilerdeki bu uygulama, Körfez emirliklerinde veya şimdi “Şeriat” uyguladığını iddia eden Afganistan, Libya, Somali gibi ülkelerde de üç aşağı beş yukarı geçerlidir.
Milli devletler ve kadın hakları
Bir çok İslam ülkesinde, 20. yüzyılın ilk üç çeyreğinde, milli devletlerin kuruluş süreci içinde çeşitli haklar kazanan kadınlar, bu ülkelerde Siyasal İslamcılar iktidara geldikleri veya güç kazandıkları oranda var olan haklarını kaybetmişlerdir.
Libya bu açıdan öğretici bir örnektir. Kaddafi döneminde kadınlar, çalışma hayatında fırsat eşitliğine sahiptiler. Ayrımcılık yoktu. Yasalar, kadınlara her türlü ekonomik ve sosyal faaliyet ve mesleki eğitim fırsatı sunuyordu.
“Boşanan kadının evinden çıkarılması yasaktı. İlk eşin rızası yoksa ikinci evlilik kesinlikle mümkün değildi. 2011 öncesindeki son on yılda Kaddafi, kadınlar lehine birçok müdahalede bulundu ve ilk eş lehine mevzuat değişikliği yaptı.” (Libya Çalışma Bakanlığı Raporu, 2007)
NATO’nun 2011 yılındaki kanlı müdahalesi sonucunda iktidara gelen geçici Konsey’in ilk icraatı bilindiği üzere Şeriat ilan etmek oldu. Buna göre çok eşli evlilik hemen serbest bırakıldı. Kadınlar çalışma yaşamından uzaklaştırıldı. Kız çocuklarının okulda başlarının zorla örtülmesine yönelik fetvalar çıkarıldı. Bütün bunlar olup biterken Libya’da, sözde kadına yönelik her türlü ayrımcılığı izlemekle görevli BM’ye bağlı Komisyon’un çıtı çıkmadı.
Bir diğer örnek Mısır’dır. Müslüman Kardeşler Mısır’da 2012 – 2013 yılları arasında bir yıl iktidarda kaldılar. Öncesinde de kadını eve kapatmak yönünde çalışmaları vardı ama bir yıllık iktidarları döneminde bu konuda somut adımlar da attılar. Yeni bir anayasa hazırlamak için oluşturdukları komisyonda bir kadına bile yer vermediler. Meclis’te kadınlar için ayrılan 64 sandalye kotasını kaldırdılar. Yüksek Anayasa Mahkemesi’nin tek kadın üyesi vardı, onu da görevden aldılar. Müslüman Kardeşler’in kadın örgütünün başında bir erkeğin bulunması, bu Siyasal İslamcı örgütün kadına bakışının ne olduğunu gösteren çarpıcı bir veridir.
Bir başka örnek, Taleban rejimi döneminde Afgan kadınının içine düştüğü durumdur: “Kadınlar, baştan aşağı Burka giymek zorunda bırakılmış, ülkenin bazı kesimlerindeki daha önce zorunlu olmayan bu adet yaygınlaştırılmıştır. Bu kılıkta sadece ağzın küçük bir bölümü açıkta bırakılırdı ve kadınlar toplum içine çıkacakları zaman beraberlerinde mutlaka bir erkek bulundurmak zorundaydı. Taleban’ın politikalarıyla kadınlar, toplumsal alanın dışına itilmişlerdir. Kız çocukları, yalnızca kız çocuklarının devam edebileceği okullar bulunmadığından okula gidememişler ve erkek çocukların eğitimi öncelikli olmuştur (Sonradan kız çocuklarının da okula devamı sağlanmıştır). Kadınların çalışma yaşamına dahil edilmemesi de zaten iyi durumda olmayan aile ekonomilerini daha da zorlamıştır. Sovyet Savaşı sırasında eşlerini kaybeden dullar ise dilencilik, fahişelik ve uyuşturucu ticaretine mahkum olmuşlardır. Yakalandıklarında ise Taleban rejimi tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır. Taleban yönetiminin ilk iki yılında kadınların sağlık hizmetine ulaşmaları da mümkün olmamıştır. Kadın olarak erkek doktorlar tarafından tedavi göremiyorlar, kadın doktorların ise çalışmalarına izin verilmiyordu.” (Peter Mandaville, Küresel Siyasi İslam, Sitare yayınları, 1.b. Eylül 2013, s. 269)
Teröre başvurarak bir zaman için çeşitli ülkelerde etkin olan IŞİD, Boko Haram gibi örgütlerin (Boko Haram, IŞİD’in en etkin olduğu 2014 yılında kuruluşunu ilan ettiği İslam Devleti’ne biat ettiğini açıklamıştı) kadınlarla ilgili icraatları biliniyor. Bu örgütler kölelik ve cariyelik gibi kurumları yeniden dirilttiler. Kendi inançlarından olmayan kadınları esir pazarlarında sattılar. vb.
Bunlar en uç örneklerdir. Ama Siyasal İslamcıların kadın politikasının özeti, kadına bir cinsel obje olarak bakmak ve eve kapatmaktır. 1952 yılında iktidara gelen Hür Subaylar Hareketi lideri Cemal Abdülnasır’ın sosyal medyada dolaşan bir videosu var. Nasır bir toplantıda Müslüman kardeşlerin o zamanki “Umumi Mürşidi” Hasan el Hudeybi ile olan konuşmasını anlatmaktadır. Hudeybi’ye sormuş Nasır; “Bizden talepleriniz nedir?’ Hudeybi, “Kadınların örtünmesini zorunlu kılan bir yasa çıkarın ‘ demiş. Nasır da bunun üzerine ‘O’na dedim ki senin Tıp fakültesinde okuyan kızın var. Başı açık. Senin kızına bile uygulatamadığın örtünmeyi biz bütün Mısır’da nasıl uygulayabilelim dedim’ ” diyor.
Yarım yüzyıl öncesine kadar sömürgecilik boyunduruğunu kırıp bağımsız olan bütün Müslüman ülkelerde durum özetle buydu. Ama bugün Mısır’da üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğunun başı örtülü. Mısır bu noktaya bir yandan dinciliğe taviz vererek durumu idare edebileceğini zanneden yönetimlerin gafleti, diğer yandan sokaklarda başı açık gezen kadınlara uygulanan şiddet (yüze kezzap atma vb. – aynı yöntemlere 1990’lı yıllarda Hizbullah’ın etkin olduğu kimi Güneydoğu şehirlerinde de başvuruldu) sonucunda gelindi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kadın Üniversitesi konusunda yaptığı çıkışı da, bu kapsamda, Türk kadınının Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başarılan Cumhuriyet Devrimleri ile elde ettiği hakların geri alınması yönünde bir hamle, ama yaşadığımız dönemi göz önüne alırsak “umutsuz bir hamle” olarak değerlendirmek gerekir. (devam edecek)