Avrupa Birliği Dış İlişkiler Konseyi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uluslararası yasalara göre kendisine ait olan bölgeye araştırma gemisi göndermesi ve ardından bölgeye donanma yollayarak buradaki haklarını, her ne pahasına olursa olsun savunmakta kararlı olduğunu göstermesi üzerine toplandı ve açıkladığı “Sonuç Bildirgesi”nde, Türkiye’ye yaptırım uygulama kapsamında alınacak bir dizi tedbirden bahsetti.
Gelişme son derece önemlidir. Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon kaynaklarının bulunması, ABD ile İsrail’in; Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır’ı da yanlarına alarak Türkiye karşıtı bir “Savaş Bloku” oluşturmaları, “Nemesis” ve “Noble Dina” tatbikatları ile açıkça silah göstermeleri, ülkemize yakın gelecekte yönelecek esas tehdidin adresini vermektedir.
Tehdit karşısında Türkiye, esas olarak doğru bir politika izledi. Bölgeye donanma göndererek ve Şubat-Mart aylarında Cumhuriyet tarihinin en büyük Deniz Tatbikatı’nı (Mavi Vatan 2019) gerçekleştirerek cevap verdi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası, 2014 yılından bu yana içine girdiği yönelime uygundur. Türkiye, Atlantik kampından kopmaktadır, Avrasya’daki yerini almaktadır. ABD’nin son zamanlarda yoğunlaşan tehditleri, F-35 programından Türkiye’yi çıkarma kararını ve AB Dış İlişkiler Konseyi Kararı’nı bu temel gelişme ışığında düşünmek gerekiyor.
HDP’nin tavrı
Doğu Akdeniz konusu bir milli çıkar ve milli güvenlik sorunudur. TBMM’de bulunan dört siyasi Partimizin – AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti – yayınladıkları ortak bildiriyle Konsey kararını kınamaları ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının arkasında olduklarını açıklamaları son derece yerinde olmuştur.
HDP ise söz konusu bildiriye imza atmadı. Parti’nin Grup Başkanvekili Hakkı Saruhan Oluç, ortak bildiriye imza atmama gerekçelerini, “Kıbrıs’ta iki toplum, Kıbrıs Türk ve Rum halkları siyasi bir uzlaşıya varmadığı sürece, Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesinde hidrokarbon arama ve sondaj projelerinin iki taraflı durdurulmasından yana oldukları” sözleriyle açıkladı.
Arkada kalan yıllarda ABD ve İsrail, tek yanlı olarak KKTC’yi bir yana bırakarak Rum kesimi ile anlaşmalar yaptılar. Hidrokarbon kaynaklarını arama çalışmalarını fiilen başlattılar. Bu faaliyetlerini Türkiye’yi hedef alan deniz tatbikatları ile herkesin gözüne batırdılar ve bütün bu gelişmeler olup biterken HDP’nin sesi çıkmadı. Ama Türkiye, Bölgede kendisinin ve KKTC’nin haklarını savunmaya kalkıştığı zaman HDP’den itiraz geliyor.
Çok açıktır. HDP burada Türkiye’nin değil; ABD-İsrail-Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi bloğunun yanındadır. Bir siyasi partinin, ülkenin en temel milli çıkarlarının karşısında konumlanmak gibi bir “hakkı” olamaz.
Türkiye, 24 Ağustos 2016 yılında başlayan “Fırat Kalkanı Harekâtı”ndan bu yana ABD ile bir fiili savaşın içindedir. Savaşta, hem düşmanın yanında yer alan ve hem de ülkenin yasal olanaklarından yararlanan bir siyasi parti düşünülemez. “Demokrasi” adına böyle bir Parti’nin faaliyetine izin vermek aymazlıktır.
Vatan Partisi, 2015 yılı Ekim ayında aldığı bir kararla Türkiye’ye karşı savaşan bir terör örgütünün yasal partisinin olamayacağını ve HDP’nin kapatılması gerektiğini açıklamıştı.
Son gelişmeler Vatan Partisi’nin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gösterdi. Savaş’ta düşmanın yanında yer almak diye bir “hak”, bir “özgürlük” yoktur.
HDP, açıkladığı son tavrıyla Türkiye siyasetinde olmaması gereken bir parti olduğunu bir kez daha göstermiştir.
AK Parti’nin bölge politikası
Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yönelen tehdit konusunda üzerinde düşünmemiz gereken ikinci nokta, Türkiye karşısında oluşan cephe içinde Mısır’ın neden yer aldığıdır. Daha doğrusu Bölge ile hiçbir ilgisi olmayan ABD gibi bir devlet, ta Atlantik ötesinden Bölgeye gelmiş, İsrail ile birlikte Türkiye’ye karşı bir düşman cephe oluşturmuştur… Buna karşılık Bölge ülkesi Türkiye, Doğu Akdeniz’de sınırı olan ülkeler içinde şu anda yalnız görünmektedir. Oysa bölgede, şimdiye kadar sözü geçen ülkeler dışında Suriye, Lübnan, Filistin ve Libya da vardır. Libya’dan da son zamanlarda Türkiye karşıtı açıklamalar geldi. Libya’nın Doğusunu elinde bulunduran ve son zamanlarda Trablugarb’a doğru saldırıya geçen Mısır ve Suud destekli General Halife Haftar, Türkiye’yi hedef alan açıklamalar yaptı. Suriye, Lübnan ve Filistin ise Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının kullanımı konusunda bugüne kadar bir açıklama yapmadılar.
Bu durumun sorumlusu AK Parti iktidarıdır. AK Parti, Mısır’ın iç işlerine müdahil olarak Müslüman Kardeşleri destekleyen açıklamaları ile mevcut yönetimi, açıkça Türkiye düşmanı cepheye itmiştir.
Libya’da da benzer bir durum söz konusudur. 2011 yılında zamanın Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bizzat Bingazi’ye uçakla giderek beraberinde götürdüğü parayı, ABD ve Fransa’nın harekete geçirdiği şeriatçı teröristlere vermiş, Libya’nın meşru Hükümetinin devrilmesinde rol oynamıştır.
Türkiye şimdi Libya’da, ektiğini biçmektedir.
Suriye’de ise İktidar, Şam ile el sıkışmamakta inat etmektedir. Suriye, şu anda ülkesinin bütünlüğünü hedef alan, ülkesinin yaklaşık yüzde 40’ını kontrol eden terör örgütlerinden topraklarını kurtarmakla uğraşmaktadır.
Suriye devleti ile el sıkışmayan bir Türkiye’nin, Lübnan’la da iyi ilişkileri olamaz. Dolaysıyla bu ülkelerden de Doğu Akdenizdeki hesaplaşmada Türkiye lehine adımlar beklemek bu koşullarda hayal olur.
Kısacası Türkiye Müslüman Kardeşler odaklı dış politika yanlışlarını düzelterek, KKTC ile birlikte Doğu Akdeniz’de Suriye, Mısır, Lübnan, Filistin ve Libya’dan oluşan bir cephe’nin oluşmasını sağlayabilir.
Rusya, İran, Irak ve Çin’den oluşan güçlü bir cephe gerisi ile birlikte Türkiye ancak bu şekilde ABD – İsrail tehdidini boşa çıkarabilir.
AB’nin tavrı, Türkiye’nin tavrı
Üçüncü olarak üzerinde duracağımız konu AB Dış İlişkiler Konseyi’nin bir dizi yaptırım içeren kararı karşısında Türkiye’nin ne yapacağıdır.
Gerek Cumhurbaşkanlığı, gerek Hükümet ve gerekse Parlamento’da yer alan partiler (HDP hariç) ilk elde gösterilmesi gereken tepkiyi net bir şekilde dile getirdiler.
Bundan sonra ne yapılması gerektiğine gelince; öncelikle Türkiye Batı Asya’da en geniş cepheyi gerçekleştirmesinin önünde engel olan kendi yanlışlarını düzeltmelidir.
Sonra da eğer AB yanlışında ısrar eder ve ABD-İsrail cephesinin arkasında durmaya devam ederse Türkiye seçeneksiz değildir.