Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, üyesi olduğu Atlantik İttifakı’nın askeri kanadı NATO ile ilgili olarak geçtiğimiz günlerde, “beyin ölümü gerçekleşti” ifadelerini kullanmıştı.
İttifak üyesi ülkelerin liderleri, 4 Aralık günü, kuruluşun 70 yıldönümü dolaysıyla Londra toplandılar. Dünya basınında toplantıda nelerin ele alınacağından daha çok, Macron’un NATO ile ilgili sözleri üzerinde duruldu.
Türkiye, diğer NATO üyelerinin olurunu almadan “Barış Pınarı” harekâtını gerçekleştirdi. ABD; PYD’nin terör örgütü olarak tanımlanmasına karşı çıktı. Ve Türkiye, NATO’nun Rusya’yı hedef alan Baltık Planına itiraz etti.
İşte son dönemde yaşanan bu gelişmeler Macron’a “beyin ölümü” tespitini yaptırmıştı. Ama NATO’yu ömrünün sonuna getiren gelişmeler hiç şüphe daha kapsamlı ve daha derindedir.
Londra toplantısı sonuç bildirisinde yer alan hususların çok fazla bir önemi yoktur. NATO, ne zamandır aldığı kararlar kâğıt üzerinde kalan bir örgüt durumundadır. Bu durumun nedenleri üzerinde durmak gerekiyor.
Eski ve yeni “düşman”
NATO, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Atlantik’in Doğu ve Batısında yer alan kapitalist-emperyalist ülkelerin “Sovyet tehdidi”ne karşı koyma ihtiyaçlarının sonucu olarak Batı dünyasının yeni önderi ABD öncülüğünde kuruldu. 1990 yılında Sovyetler Birliği dağılınca NATO’nun en önemli varlık nedeni de ortadan kalkmış oldu.
Ama ABD’nin NATO’ya olan ihtiyacı bitmemişti. Hem Batının diğer ülkelerini kontrol altında tutmak, hem de dünyanın diğer bölgelerinde ABD hegemonyasını sürdürmenin bir aracı olarak NATO’nun devam etmesini istiyordu.
Çok geçmeden yeni “düşman” yaratıldı. Daha önceki onyıllarda bizzat ABD tarafından kurdurulan, eğitilen ve silahlandırılan dinci terör örgütleri yeni “düşmanlardı.”
Yeni “düşman”, 1980’li ve 90’lı yıllarda Afganistan’da, Bosna Hersek’te ve Çeçenistan’da ABD’nin hedef aldığı ülkelere karşı savaşlar içinde kullanıma hazır duruma getirilmişti.
Söz konusu örgütler, 1990’lı yıllarda ama özellikle 2000’li yıllarda dünyanın her tarafında gerçekleştirdikleri terör eylemleri ile ABD’nin “yeni düşman” tanımına uygun bir pratiği fazlasıyla ortaya koydular.
Ama dinci terör örgütlerinin sergilediği vahşet, 2013-14 yıllarında zirveye ulaştıktan sonra, en başta Müslüman ülkelerin ve halkların mücadelesiyle inişe geçti. Dolaysıyla bu yeni “düşman” da bugün artık NATO’nun varlığına gerekçe olabilecek bir durumda değil.
Çin ve Rusya
ABD’nin NATO’ya, bugün esas olarak Çin ve Rusya’yla olan rekabetinde ihtiyacı var. Ama ne var ki diğer NATO üyelerini, Rusya ve Çin düşmanı bir cepheye aktif olarak katmaya ikna etmek de mümkün değil.
Çin, bugün dünyanın en büyük ekonomisi ve bütün NATO üyesi ülkelerin Çin ile çok önemli ekonomik bağlantıları bulunuyor. Günümüz dünyasının en önemli yatırımı olan “Kuşak-Yol Projesi”, bütün Asya ve Avrupa ülkelerini ilgilendiriyor.
Öte yandan Çin, hegemonya peşinde koşan bir ülke değil. Dolaysıyla hiçbir NATO üyesi ülke açısından tehdit özelliği de taşımıyor.
Rusya ise Avrupa’nın en büyük enerji tedarikçisidir. Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri Rusya ile ilişkileri geliştiriyorlar.
Yani Çin ve Rusya konusunda ABD’nin istekleri ile NATO’da yer alan müttefiklerinin ihtiyaçları çelişiyor.
NATO’nun yumuşak karnı
Türkiye’nin ise üzerinde, özel olarak durmakta yarar var. Türkiye hala NATO içindedir ama güvenlik konularında bugün NATO ile birlikte değil, Rusya ve İran ile birlikte hareket etmektedir.
Başta ABD olmak üzere NATO’nun belli başlı ülkeleri bugün Türkiye’ye yönelen tehdidin arkasında duruyorlar. Gerek PKK’nın, gerekse FETÖ’nün destekçileri Atlantik ittifakının önde gelen ülkeleridir.
Ve bu tehdide karşı Türkiye’nin yanında yer alan ülkeler ise ABD’nin “düşman” olarak gördüğü ülkelerdir.
Türkiye, NATO’nun kilit ülkelerinden biridir. Kamp değiştirmesi dünya dengelerinin alt üst olması demektir. İşte bu durum, ABD ve müttefiklerini bir yandan Türkiye karşısında eli kolu bağlı duruma getirmekte, öte yandan NATO’nun varlığını tartışmalı yapmaktadır.
ABD’nin önlenemez çöküşü
Elbette bugün NATO’nun varlığını tartışmalı hale getiren en önemli etken. ABD’nin artık ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan eski gücünde olmamasıdır. Ve gidişat, bu süper devlet açısından daha da kötüye doğrudur.
ABD, artık dünyanın en büyük ekonomisi değil. ABD ile Çin arasındaki makas her geçen yıl açılıyor.
Askeri bakımdan artık her istediğini yapabildiği günler geride kaldı. Suriye ve Irak’da yenildi. Afganistan’da ne yapacağını şaşırmış vaziyette.
Trump, ABD’yi kendi sınırlarına çekme vaadiyle iş başına gelmişti. Başlı başına bu durum bile NATO’yu var eden esas gücün, hiç de iyi durumda olmadığını gösteriyor.
İşte bütün bu nedenlerden dolayı Macron’un “beyin ölümü” tespiti doğrudur. Londra’daki buluşmada yapılan konuşmaların veya alınan kararların; NATO’nun kaçınılmaz akıbetini önlemede herhangi bir etkisi olmayacaktır.