Sadaka ve geçmişe yatırım bütçesi

Meclis, 2020 bütçesini kabul etti. Bütçenin yarısı bir Bakan’ın kontrolünde… Hazine ve Maliye Bakanlığı 1.095 trilyonluk bütçe içinde 468 milyarlık paya sahip. Bunun da 438 milyar liralık kısmı borç ve faiz ödemelerine gitmiş. Borçlanma ekonomisinin Türkiye’yi getirdiği yerin tablosu…

Ama kanımca 2020 bütçesinin en kayda değer yanı ise “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı”nın, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesini bu yıl geçerek en fazla paya sahip ikinci bakanlık haline gelmesidir.

Milli Eğitime bütçeden ayrılan pay 125 milyar, Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nınki ise 125.8 milyar. Geçen yıl bu rakamlar sırasıyla 113 ve 103 milyar TL idi.

Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesinin yarısı kadarını, karşılıksız yardımlar oluşturuyor.

Söz konusu Bakanlık, Özal zamanında Türkçemize kazandırılan adı ile “Fak Fuk Fon Bakanlığı”dır. Ailelere ve bireylere doğrudan karşılıksız nakdi ve ayni yardım, 12 Eylül rejimi ile birlikte gündeme gelmiş ama AK Parti iktidarı ile birlikte devasa boyutlara ulaşmıştır.

97 milyarlık 2002 yılı bütçesi içinde 1.3 milyar kadar olan sosyal yardımlar, 2018 yılında 43 milyar seviyesine (Bakanlığın 2018 yılı toplam bütçesi 86 milyar Tl) çıkmıştır. İki yılın sonrasında Bakanlığın toplam bütçesi içinde sosyal yardımlara ayrılan payın, bugün daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

Parasal olarak Türkiye bütçesi bu süre içinde 10 kat büyürken, Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçesi 40 kat artmıştır. Sayın Bakan Zehra Zümrüt Selçuk’un verdiği bilgiye göre, geçtiğimiz yıl içinde toplam olarak 3.5 milyon aileye ulaşılmış, yüzde 85’i nakdi, kalanı da ayni olarak yardımlar gerçekleştirilmiş.

Sadaka ekonomisi

Vatandaşlara çalışabilecekleri, alınteriyle hayatlarını kazanacakları iş olanakları sunmak yerine onlara çalışmadan nakdi veya ayni yardımlarda bulunmak, Ortaçağ’ın sadaka kültürünün ürünüdür. Bir yanda bütün maddi zenginliklerin sahibi bir avuç efendi, öte yandan onların sadakalarına muhtaç ve bundan dolayı onlara minnet duyan, duacı olan kitleler!

Elbette sosyal yardım alan bireylerin kimileri gerçekten bakıma muhtaç vatandaşlardır. Yaşlılık, hastalık, sakatlık vb. nedenlerden iş olanağı olsa dahi çalışamayacak durumdaki vatandaşlara bakmak sosyal devlet olmanın gereğidir.

Ama çalışma yeteneği olan yurttaşa iş olanağı yaratmak yerine ona yaşamını ancak devam ettirebileceği kadar “yardımda” bulunmak ise o yurttaşı dilenci yapmaktan başka anlama gelmez. Çalışmadan kendisine yapılan yardımlarla geçinen kişi, başı dik Cumhuriyet yurttaşı olamaz.

Sosyal yardımlar için ayrılan paranın yarısının gerçekten yardıma muhtaç vatandaşlara gittiğini düşünsek bile geri kalan parayla yaklaşık 700 bin kişiye asgari ücretten iş olanağı sağlanabilir. 700 bin kişinin iş hayatına dahil edilmesi durumunda, ülkenin toplam hasılasına önemli bir katkı sağlamaktan öte en önemlisi başı dik, sağlıklı, kendi omuzu üzerinde kendi kafasını taşıyan Cumhuriyet yurttaşlarının yetiştirilmesi Türkiye’nin en büyük kazancı olacaktır.

Geçmişe yatırım

2020 yılı bütçesi içinde dikkat çeken bir diğer önemli nokta Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan paydır. Diyanet İşleri Başkanlığı 11.5 milyarlık bütçesi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığından daha fazla paya sahiptir.

Kaldı ki din işlerine ayrılan kaynaklar bilindiği üzere sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ile sınırlı değildir. Bilindiği üzere Milli Eğitim Bakanlığı (İmam hatip okulları, din dersleri öğretmenleri), TRT, Üniversiteler (ilahiyat fakülteleri) vb. kurumlara ayrılan bütçeler içinde hatırı sayılır bir meblağ din hizmetlerine gitmektedir.

Din hizmetlerine ayrılan kaynakları Türkiye’nin geçmişe yaptığı yatırım olarak alabiliriz. Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçesinden, sosyal yardım kapsamında harcanan kaynakların önemli bir kısmı da geçmişe yatırımdır.

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda Türkiye’nin geçmişe yaptığı yatırımın, geleceğe yaptığı yatırımdan çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Geleceğe yatırım

TÜBİTAK’a ayrılan pay ise 2020 bütçesi içinde sadece 3 milyar TL’dir. TÜBİTAK’a ayrılan payı ülkenin geleceğe yaptığı yatırım olarak almak çok yanlış olmayacaktır. Elbette yatırımcı bakanlıklara ayrılan bütçe de geleceğe yapılan yatırımdır.

Ama bütün yatırımcı bakanlıkların toplam bütçesini TÜBİTAK’ı da ekleyerek hesapladığımızda bile geçmişe ayrılan kaynakların daha fazla olduğunu görürüz.

Bu anlayışı, GSMH içinde AR-GE faaliyetlerine ayrılan payı göz önüne aldığımızda de görebiliyoruz. İsrail, Güney Kore gibi ülkeler milli gelirlerinin yüzde 4 kadarını AR-GE faaliyetlerine ayırırken, Türkiye’de bu oran yüzde biri bile bulamamaktadır. Çin ve ABD gibi dünyanın en büyük ekonomilerinin AR-GE çalışmalarına ayırdıkları kaynak ise milli hasılalarının yüzde 3’ü dolaylarındadır.

Kaynaklarını geçmişe yatıran ülkelerin, geleceğin dünyasında kendilerine ileri ülkeler arasında bir yer bulamayacakları, üzerinde tartışma olmayan bir gerçektir.

2020 yılı bütçesi bu bakımlardan umut vermiyor. Ama Türkiye gerçeği bundan ibaret de değil. Suriye’den sonra Doğu Akdeniz’de de ABD ve Atlantik İttifakı ile cephe cepheye geldik. Astana süreci ve Soçi Mutabakatı’nın ardından Libya ve Tunus ile birlikte hareket etme kararı aldık. Ve yüzde yüz yerli “Türkiye’nin otomobili”ni dünyaya tanıttık. Bütün bunlar “Doğudan yeniden doğmakta olan güneşin” habercileri…

70 yıldır Atlantik’in karanlığından kurtulmak ve Asya’nın aydınlığına kavuşmak için verdiğimiz mücadelenin, bugün artık bütün milletimiz tarafından benimsendiğini görmenin mutluluğuyla yeni yılınızı kutlar, esenlikler dilerim.